Amerikalı feminist yazar Naomi Wolf; Alman “Die Welt” gazetesinde yayınlanan makalesinde‚ başörtüsünü ve ‘müslüman kadını’ değerlendirdi. Başörtüsünün Batı’da, kadınlar üzerinde kurulan tahakkümün bir işareti olarak algılandığını ifade eden yazar, bunun yanlış olduğunu, bilakis başörtüsünün bir cazibe aracı olduğunu iddia etti. İslam ülkelerine yaptığı yolculuklarda edindiği izlenimleri nakleden Wolf, çarpıcı mesajlarla dolu yazısında, “Fas’da Şalvar giydim ve başörtüsü taktım. Çarşıda göğüslerimin biçimini göstermeyen, bacaklarımın formunu belli etmeyen kıyafetler içinde ve saçlarım omuzlarımda dalgalanmadan dolaşırken, o güne kadar hiç tanımadığım, huzurlu ve dingin bir duygu kapladı içimi. Kendimi gerçekten özgür hissediyordum“ dedi.
Müslümanlar cinselliklerini sokakta yaşamıyorlar
İslam ülkelerine yaptığı bu yolculuklarda hep müslüman kadınlarla birlikte olduğunu belirttiği yazısında, müslüman kadınların hiç de sanıldıkları gibi sinik ve köle ruhlu olmadıklarını dile getiren Amerikalı yazar; “Müslüman kadınlar şehvete yabancı değiller ama, cinsel hayatlarını banallığa dökmüyorlar ve her fırsatta, en yıpratıcı şekilde teşhir etmiyorlar” dedi.
Batılı erkekler epidemi hastası ve libidoları düşük
Naomi Wolf, yazısında Batı’nın müslüman kadınlarla ilgili önyargılı yaklaşımını da şiddetle yerdi. “Avrupa’da; her sokak başında, köşesinde bucağında pornografi ve cinsel tahrik içerikli resimlerle büyüyen genç delikanlılar arasında epidemi hızla ilerliyor ve bu gençler arasında libido düşüklüklerine rastlanıyor” diyen feminist yazar, geleneklerine bağlı kültürlerde cinsel gücün doğasına çok daha uygun şekilde korunduğunu öne sürdü.
Naomi Wolf kimdir?
1962 doğumlu Amerikalı feminist yazar; US-Demokrasi Birliği ve Amerikan Barış Hareketi’nin kurucularından ve üçüncü dalga feminist hareketin öncülerindendir. 1991 yılında yayınlanan “The Beauty Myth” adlı kitabı uzun süre çok satanlar listesinden düşmedi. Kadınların moda ve güzellik endüstrileri tarafından nasıl sömürüldüğünü analiz eden bu kapsamlı çalışması 90’ların en önemli feminist yayınlarından biri olarak kabul edilir. 1993 yılında “Fire With Fire”, 1997’de ergenlik ve kadın cinselliği üzerine “Promiscuities”, 2001’de ise “Misconception” adlı kitapları yayınlandı. 1996’da Clinton’ın, 2000’de ise Al Gore’un seçim kampanyalarında kadın seçmenlere ulaşmak üzere çalışmalar yapmış ve Camilla Paglia tarafından “yuppie feminist” olarak tanımlanmıştır. 2005 yılında “The tree house: eccentric wisdom from my father on how to live, love, and see” adlı çalışmasını yayınlayan Wolf, orta yaş krizini yaratıcılığa dönüştürme yöntemlerinden bahsederken, daha önce “The Beauty Myth” ile kendisini destekleyen feministler tarafından karşı çıktığı ataerkil yapıyı kabullenmiş olmakla tenkit edilmiştir. Naomi Wolf, kısa süre önce yayınlanan “Give me Liberty: How to Become an American Revolutionary” isimli enteresan çalışmasıyla da yine adından söz ettirmeyi başarmıştır.
Alman medyasında uzun süre konuşulan ve özellikle feminist çevrelerden yoğun tepkiler alan bu ilginç yazı:
Alımlı bir aksesuar: Başörtüsü
Naomi Wolf
Çev: Emine Karahocagil Arslaner
Avrupa veya Amerika’nın herhangi bir şehrinin kalabalık caddelerinden birinde, ayak bileklerine kadar uzanan siyah örtüler içinde bir kadının yürüdüğünü düşünün. Mini etekli, askılı bluzlu, kısa pantolonlu kadınların arasından; iç çamaşırları içinde veya handiyse çırılçıplak vaziyette şehvetli bakışlar fırlatan kadın resimlerinin kullanıldığı reklam panolarının kıyısından yürüsün gitsin… Batı’yı, İslam’ın toplumsal ahlak anlayışını imleyen bu sahnedeki sembolik karakterden daha çok rahatsız edebilecek bir resim düşünebiliyor musunuz?
İdeolojik katliamlar genellikle kadın bedenine tutuşturulan amblemler üzerinden icra edilmiştir. Batı’daki İslamfobi de bir istisna değildir. Fransa, okullarına başörtüsü yasağını getirerek “tesettür”ü Batılı değerlerin salt kadına biçtiği statüyü ve genel geçerliliklerini korumak için bir araç olarak kullandı. Amerika’nın Afganistan’ı işgal gerekçelerinden biri de Taliban’ın kadınlara koyduğu (güya) makyaj ve saç boyası yasağıydı. Taliban’ın mağlubiyetinin ardından Batılı gazeteciler ballandıra ballandıra, Afganistanlı kadınların nasıl da örtülerini attıklarını anlatıp durdular…
Acaba biz Batı’da; müslümanların cinsel ahlak anlayışlarını, bilahare müslüman kadınların tesettüre bürünme nedenlerini, yani çarşaf veya başörtüsünün arka planında yatan hakikatleri radikal bir üslupla yanlış yorumluyor olabilir miyiz? Peki ya, kadınları baskı altında tutmak ve onlara hükmetmek için kullandığımız kendi yerli markalarımıza karşı niçin bu kadar körüz?
Batı; tesettürü, kadına ve cinselliğine karşı kullanılan bir baskı aracı olarak yorumlar. Oysa ben, İslam ülkelerinden gelen davetler üzerine yaptığım seyahatlerde, özellikle kadınlardan oluşan sohbet meclislerinde; müslüman algının, zahiri görüntüsü ve cinselliği için tercih ettiği kriterlerin kökeninde baskının değil, Tanrı’ya ve zevceye karşı duyulan ince bir minnettarlığın, özel ve kamusal yaşamı birbirinden ayıran güçlü bir zekanın yattığını müşahede ettim. İslam cinselliği baskı altına almıyor. İslam’ın cinsel yaşamı ait olduğu çerçevenin içine, yani izdivaca; aile hayatına destek olabileceği, yuvanın içindeki ilişkileri güvence altına alabileceği merkez alana iten yapıcı bir karakteri var.
Fas, Cezayir ve Mısır’da ziyaret ettiğim evlerin dışındaki dünya tamamıyla edebe ve iffete göre tanzim edilmişti. Ancak, bu evlerin içindeki kadınların hepsi, bütün dünya kadınları gibi; eğlenceyle, işve ve cilveyle gayet yakından ilgiliydiler.
Her evli kadının çantasında veya yatak odasında bulunabilen; Victoria Secret çamaşırları, zarif kıyafetler, cilt losyonları mahremiyet içinde korunan sağlıklı bir cinsel hayata dair ipuçları veriyordu. Seyrettiğim bir düğün videosunda, eşine bir parçasıymışçasına tutunarak dans eden gelin ve dünya güzeli eşini büyük bir onurla kolunda taşıyan damat, müslüman kadınların romantizme hiç de yabancı olmadıklarını anlatıyordu. Bittabi, müslüman kadınlar da, erkekler de cinselliklerini banalliğe dökmüyorlar ve her fırsatta, en yıpratıcı şekilde teşhir etmiyorlardı.
Gerçekten de, konuştuğum çoğu müslüman kadın çarşaf veya başörtüsü yüzünden köleleştirilmiş gibi hissetmiyordu kendisini. Bilakis kendilerini, cebren eşyalaştıran, en aşağılayıcı surette seksüel objeye indirgeyecek kirli bakışlara maruz bırakan Batılı anlayıştan uzak hissediyorlardı. Konuştuğum birçok kadın duygularını şu cümlelerle izah ediyordu; “Açık giyindiğim takdirde erkekler sulanacak ve beni eşya haline getirecekler ya da ben kendi bedenimi dergilerdeki mankenlerin standartlaştırılmış ölçüleriyle kıyaslayıp duracağım ki, bu çok zor ve stresli olacak. Hele de yaş ilerledikçe her şey daha zor olacak. Hepsini bir kenara bırakalım, sürekli vitrinde durmak ne kadar zor bir şeydir. Başörtüsüyle veya çarşaf içinde insanlar beni bir birey olarak görüyorlar, meta olarak değil ve bana saygı duyuyorlar”. Bu resim geleneksel Batılı feministi yansıtmıyor ama Batılı feministin duygularıyla örtüşüyor.
Bizzat yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum. Bir Fas ziyaretlerimin birinde başımı örttüm ve o yörenin geleneksel kıyafeti olan şalvar-kamiz giydim ve pazarda dolaştım. Evet, insanların bana yansıttıkları sıcak ilgi, Avrupalı bir kadının kendileri gibi giyinmesinden dolayı duydukları sempatiye dayanıyordu. Bu ilgi bir tarafa; göğüslerimin biçimini göstermeyen, bacaklarımın formunu belli etmeyen kıyafetler içinde ve saçlarım omuzlarımda dalgalanmadan dolaşırken, o güne kadar hiç tanımadığım, huzurlu ve dingin bir duygu kapladı içimi. Kendimi gerçekten özgür hissediyordum.
Müslüman kadınlar yalnız değil. Batılı gelenek, cinselliğin her türlüsünü, hatta evlilik içinde cereyan eden halini bile bir “günah” olarak sunuyor. İslam ve Musevilik ruhu bedenden koparan böyle bir uygulamayı kabul etmiyor. Her iki kültürde de evliliğin sınırları, yani kendi mahremiyeti içinde yaşanan cinsel yaşam Tanrı’nın rahmetinin tecellisi olarak görülüyor ve kutsal kabul ediliyor. Bu durum Müslüman ve Yahudi-Ortadoks kadınların, niçin edepli kıyafetler içinde çok daha özgür bir ruh halini tasvir ettiklerini ve dahası, evlilik hayatlarında niçin -batılı dünyaya oldukça yabancı bir- ruhsal ve bedensel tatminden bahsettiklerini açıklıyor. Eğer seks mahrem kalırsa ve o, kutsal sayılan sınırlar içine çekilirse ve eğer bir erkek kendi karısını veya başka kadınları bütün gün çırılçıplak vaziyette izlemek zorunda kalmazsa ve tabi, çarşaf veya başörtüsü dört duvarın dokunulmazlığı içinde soyunulup atılırsa; içgüdüler çok daha güçlü bir şekilde harekete geçecek, cinsel güç ivme kazanacaktır.
Her sokağın köşesine, ötesine berisine iliştirilmiş, pornografi ve seksüel tahrik içerikli resimler arasında büyüyen ve aslında gayet sağlıklı olan Avrupalı delikanlılar arasında epidemi gittikçe yaygınlaşıyor ve libido düşüklüklerine rastlanıyor. Seksüelliğin mahrem şekilde yaşandığı, geleneklerine bağlı kültürlerde cinsel gücün seviyesini tahmin etmek hiç güç olmayacaktır. Cinselliğin daha tutucu bir anlayışa dayandığı kültürlerde yaşayan kadınların ve erkeklerin birikimlerinden istifade etmeye çalışmak gerekiyor.
Amacım, İslam dünyasında tesettürü, kadınlara uygulanan baskının bir tezahürü olarak gören rehber kadınları ekarte etmek değil. Bunların hepsi özgür iradeye dayanması gereken meseleler. Biz sadece, İngiltere’de veya Fransa’da seçimini başörtüsünden yana yapmış bir kadının, üzerinde vahşi bir baskı olması gerektiği önyargısını taşımaktan vazgeçmeliyiz. Bütün bunlardan çok daha önemli bir sorun var; Eğer yaşlanmak, anne olmak, çalışmak veya çalışmamak, mistik bir varlık olarak kabul edilmek veya edilmemek, dahası; Madison Avenue caddesindeki dayatmalara gözlerimizi kapayarak; kendi mini eteğimizi, kendi strecimizi kendi bireysel tercihimizle seçebilmek gibi basit özgürlüklerden mahrum olduğumuz bir dünyada yaşıyorsak, oturup kadın özgürlüğünden ne anladığımızı detaylı bir şekilde yeniden düşünmemiz gerekiyor.
(Haber ve çeviri 12 Ekim 2008 tarihinde timeturk sitesinde yayınlanmıştır)
İlk Yorumu Siz Yapın