(Ölümünün üzerinden 19 yıl geçti ama, denize attığı şişeler arasında hala kıyıya vurmayanlar var.)
Cemil Meriç, bir aslan terbiyecisi edasıyla kelimeleri iradesine ram eden kelam ustası. Onunla bir dem olsun teşrik-i mesaide bulunmamış, buna rağmen son çeyrek yüzyılın Türk düşünce ve edebiyat tarihinin onur fihristine adını raptiyeleyebilmiş tek münevver yok gibidir. Böyle muteber bir düşünürün bıraktığı mirasın mustakbel mütefekkir ve müeddibler için taşıyacağı paha biçilmez değer malumumuz olmalıdır.
Kurulduğu günden bu yana sanal asumanda, adını taşıdığı şahsiyete yakışır vaziyette, münzevi bir yıldız mütevaziliğiyle, ışığını kendine yaklaşanlara taşımaya çalışan Cemil Meriç sitesi, kuruluş gayesini bihakkin yerine getirebilmek, yani daha fazlasını yapabilmek için bundan bir yıl önce Iletişim yayınlarına bir E-Mail göndererek ‘Bir Facianın Hikayesi’ kitabını Meriç severlerin istifadesine sunmak istediğini bildirdi. Verilen cevap kısa ve netdi; Telif hakları yasası gereğince böyle bir girişime izin verilemeyeceği, aksi hareketin para ve hatta hapis gibi hırpalayıcı müeyyidelerle karşılık bulabileceği söyleniyordu. Cevabi mesajın devamında mezkur kitabın Mahmut Ali Meriç tarafından diğer eserlerle kaynaştırıldığı, dolayısı ile böyle bir kitabın artık olmayacağı haber ediliyordu.
Evet, Cemil Meriç`i 19. Vefat yıldönümünde de, tarifi muhal bir gönül burukluğuyla yad ediyoruz. Hikayemiz uzun, ama özeti mümkün. Kumsaldaki çocuklar; Meriç`in tabiriyle, emanetinin tevdi edilmesi gereken ehil eller, gözleri ufuklarda, eksik şişelerin sahile vurmasını beklerlerken, iki garip kitabın doğuşuna şahitlik ederler: Jurnal 1 ve Jurnal 2. Bir film kahramanının kamera arkası görüntüleri faş edilirken hayranlarının gösterdiği alakaya benzer meraklı bir ilgiyle sarılırlar kitaplara. Kelimelerin efendisinin itiraflarını, isyanlarını, aşklarını, öfke ve hezeyanlarını; bazen paparazzi kültürüyle yoğrulan yurdum insanının bozuk psikolojisine kapılarak, bazen de bu temaşanın mahremiyete müdahele sayılıp sayılamayacağı tereddütünün ilzam ettiği suçluluk duygusuyla yüzleri kızararak izlediler. Maziye sadık kalanlar ağlara takılan şişeleri hafızalarının bir kenarına asılı bıraktılar ve sabırla beklemeye devam ettiler. Itiraf edelim, Bir Facianın Hikayesi kitabının artık yayımlanmayacağını öğrendiklerinde bir hayli hiddetlendiler ama, çok daha yetkili bir ağızdan Kırk Ambar 2. Cilt, Işık Doğudan Gelir ve Kültürden Irfana kitaplarının ağlardan kurtulduğunun ve yakında ellerine ulaşacağının müjdesiyle moral buldular. Mateessüf, son haberin üzerinden de aylar geçti. Sabırsızlık, kafalardaki soru işaretleriyle buluşunca yükselecek sayhaya biraz isyan, biraz şikayet mesajları karışacaktır.
Meriç`in manevi mirascısı olmamız hasebiyle hak ettiğimizi düşündüğümüz paydan cüda bırakıldığımız hissine kapılıp, kitabın yayımlanmamasını varisleri nezdinde haklı çıkaran gerekçenin sıhhatini tetkik ediyoruz. Bir Facianın Hikayesi kitabının diğer eserlerle kaynaştırıldığı söylenildiği için, gözlerimiz elimizdeki mevcut eserlerde, bu kitaptan yapılan alıntıları arıyor; ama nafile. Bir Facianın Hikayesinden alıntılanıp diğer kitaplara terkip edilen ve okuyucunun muhakemesine sunulan tek bir paragrafa rastlayamıyoruz. Böyle bir müdahalenin – ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın- Ustad`dan onay alıp alamayacağı şüphesini de bir kenara bırakıp, hiç değilse ileri sürülen iddiayı destekleyecek bir ip ucu bulmaya çalışıyoruz. Bilakis, Mağaradakiler kitabının ‘Anarşi’ konusunun işlendiği bölümde ve Umrandan Uygarlığa kitabının Batı uygarlığının çıkmazları üzerine fikri eksersiz yapılan “Büyücü Çırağı” başlıklı kompozisyonların dip notlarında okuyucunun, artık piyasalarda görülemeyecek bir kitaba, “Bir Facianın Hikayesi” kitabına yönlendirildiğini görüyoruz. Son tahlilde, kitabı diğer eserlere derc ederken, gerçekleştirilen enstalasyondan okurları haberdar etmeye gerek duyulmadığını düşünüyoruz ama, dip notlarda yapılan açıklamalarda göze çarpan itina ve titizlik bu ihtimali zayıflatıyor. En azından biz, böyle usulsuz bir yönteme başvurulamayacağını, böyle bir cinayete vicdanların izin vermeyeceğini biliyoruz. O halde, bu kitap bilinçli bir şekilde yayımlanmak istenmiyor olabilir miydi? Ama neden?
Tecessüs engel tanımıyor. Bir Facianın Hikayesi kitabına ulaşmamı sağlayan sitemizin müdavimlerinden kıymetli dostumuz Cüneyt Cesur`a ve Meriç`in yayımlanmayan eserlerini sahaf sahaf, kütüphane, kitaplık dolaşarak temin eden kardeşime müteşekkirim. Cemil Meriç`in, artık basılmayacağı söylenilen bir eserine sahip olan imtiyazlı okurlarından biri olarak, elimdeki kıymetin idraki ve şükrüyle kitabı masama yatırıyorum. Yine Sindbadhane deki gibi, kültür ve tefekkürün engin semalarında seyahat ettirmek üzere Fahreddin Razi`nin cümleleriyle buyur ediyor okurunu halvethanesine Ustad.
“Bütün bu fırkalar birbirini kafir sayar ve lanetler. Görüşleri başka başkadır. Şiddetli tartışmalar yüzünden birbirlerine düşman kesilirler, sık sık kan dökülür, mallar tebah olur ama tarikatların sayısı gittikçe artar. Insanlar hırlaşacaklarına, anlaşmak, sevişmek, yardımlaşmak için biraraya gelselerdi, peygamberlerinin emrine uymuş olurlardı.”
Razi
Defalarca hatm-ı şeriflerini yaptığımız Iletişim markalı “bütün eserleri serisi”nden irfanlarimiza serdedilen muhteviyattan biraz daha farklı; daha otantik, daha murakıp mulahazalar yansıyor ekranlara. Peyderpey kendini tekrar ediyor Meriç ama tekrarların az bir kısmı aksi seda. Piyasadaki eserlerinin hiçbirinde olmadığı kadar derinlemesine işlenmiş mevzularla, günümüzün problemlerinin idrakini mümkün kılacak bedialar da nisar etmesi, ustadın paletindeki boyaları tüketmediğini teyid ediyor. Şiddet doktrinleri: Terörizm, Siyasi suç, Ihtilaller bunların en önde gidenleri. Şiddet doktrinlerini Abdulaziz ve Abdulhamit dönemine, yani Osmanlı imparatorluğunun son demlerine ışık tutacak malumatlar izliyor. Meriç kitabını, Ali paşanın 40 sayfalık vasiyetnamesinden bölümler aktarıp yorumladıktan sonra, vasiyetnamenin ehemmiyetini deklare eden cümlelerle bitiriyor (bu vesikaya Umrandan Uygarlığa kitabında rastlamak mümkün).
Bir Facianın Hikayesi millenyum çağının potansiyel münevverlerini teyakkuza geçirecek vecdler telkin edebilecek cevahirlerle yüklü bir hazine. Bu hazinenin, taşıdığı isimle müsemma makus talihini değiştirebilme imkanımız yok. Beşeri nizam tarafından varislerinin inhisarına bırakıldığı için mahrum bırakıldığımız bu vahadan gelecek nesillerin nasiplenebilmeleri için elimizden gelen her türlü gayreti göstermemiz zinhar gereklidir. Bu Ülke`nin çocuklarının Bir Facianın Hikayesini dinlemeye, Altın Gözlü Kiz`i seyretmeye, Batı`yı Büyüleyen Islam`la şereflenmeye hakkı vardır. Bazı kitapları, ya da koca bir Külliyati daha insicamlı, daha şumullu hale getirebilmek uğruna, bir parçasını kırpa kırpa kuşa çevirmek ve kafasını koparıp katletmek tam bir faciadır. Bu güncel facianın hikayesini haykırmak da her serbaz Meriç şakirdinin boynunun borcudur. Inşallah bir “Huz ma sefa, da`ma keder” (hoşuna gideni al, gitmeyeni bırak) zihniyetiyle karşı karşıya değilizdir.
Külliyatı daha cazip kılmanın başka hal yolları -üstelik daha dürüst, hiç tepki uyandırmayacağı gibi takdir kazandıracak- var. Kitapların sonlarına Meriç`in kullandığı yabancı sözcüklerin anlam karşılıklarını verecek sözlükler iliştirmek, eserlerin fahiş fiyatlarının aşağı çekilmesini sağlayacak önlemler almak bunlardan bazıları.
Hasılı kelam, bizim nazarımızda Cemil Meriç imzalı her satır kıymetlidir. Meriç`in kaleme aldığı her kelimenin bu ülkenin insanlarının mahkeme-i irfanlarına sunulması zaruridir.
Emine Karahocagil Arslaner
(13 Haziran 2006 tarihli Yeni Şafak gazetesinin yorum sayfasında yayınlanmıştır)
Tek Yorum
‘Bir Facianın Hikayesi’ kitabı hakkında getirdiğiniz yorumlar ve bu konuda gösterdiğiniz duyarlılık için teşekkür ediyoruz. bir cevap, bir açıklama geldi mi bilmiyorum. bu kitap, diğer eserlerle kaynaştırıldıysa o zaman hala ne diye Cemil Meriç’in eserleri arasında sayılıp ismi zikrediliyor? Üstad’la ilgili yapmakta olduğum çalışmada, bu konuda sizden söz ettiğimi bilmenizi isterim. umarım bu duyarlı sesinize kulak verilir. şayet bir açıklama lütfedilirse, bilmeyi çok isterim. saygıyla.