Geert Wilders’in İsrail Ajanı olduğu iddiaları güç kazanıyor. Hollanda’da da açık seçik Wilders’in İsrail ajanı olup olmadığı tartışılıyor.
Wilders gerçekten İsrail ajanı olabilir mi?
Hollanda „Hürriyet Partisi“ milletvekilinin biyografisinde dört yıl İsrail’de yaşadığı ve İsrail’e kırktan fazla ziyaret gerçekleştirdiği yazıyor.
Bir din savaşı kimin işine yarar?
44 yaşındaki Wilders’in İslam aleyhtarlığını siyaset malzemesi yapmasının ve dünya çapında bir şova dönüştürmesinin arkasındaki neden kafalarda bir soru işareti olarak yatıyor. Wilders dünya basınını aylardır meşgul eden “Fitne” filmine neden bu kadar yatırım yaptı? Kur-an’ın yasaklanması talebinin ardında hangi planlar yatıyor? Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili müzakerelerin önü İslam’ı karalamakla tıkanamazdı. Wilders’in bir başka, üzerinde titizlikle durduğu konu da mülteciler. Göçün dünyada oluşmuş İslamfobi’yi körükleyerek değil de, her insanın doğduğu ülkede huzur ve refah içinde yaşamasını sağlamakla engellenebileceği, her akıl sahibinin idrak etmekte zorlanmayacağı bir gerçek. O halde Wilders’in siyaset felsefesi neden İslam düşmanlığı üzerine oturuyor? Bu sarı saçlı, kırmızı suratlı fanatik politikacının asıl hedefi ne?
İsrail arkasında durduğumuz herşeydir
İsrail gazetesi Haaretz’in 11 Ocak 2008 tarihli baskısı, Wilders’in Tel Aviv Ben-Gurion Hava alanında yaptığı açıklamaları haber yaptı. Wilders İsrail’e gerçekleştirdiği bu son ziyaretinde de İsrail’e olan sevgisini, bağlılığını coşkulu cümlelerle ifade etmeyi ihmal etmedi. Hollandalı Parlamenter İsrail’i anavatanı olarak anıyor, „Burada kendimi halkımın, değerlerimin arasında, vatanımda hissediyorum. Bütün diğer Avrupa ülkelerinden ziyade, İsrail’de kendimi evimde gibi hissediyorum. İsrail demokrasidir, İsrail savunduğumuz, arkasında durduğumuz herşeydir“ dedi. Gazete Wilders’in bu yıl içinde İsrailli güvenlik uzmanları, Politikacılar ve eski dostlarıyla buluşmak için defalarca İsrail’e geldiğine işaret ediyor. Belçika’lı Flamen sağcı parti ‚Vlaams Belang’la partisinin zihniyetinin karıştırılmamasını isteyen Wilders, bu ayrımın nedenini de sadece Vlaams Belang’ın antisemitik geçmişine bağlıyor. 2007’nin Kasım ayında Annapolis zirvesiyle İsrail ile Filistin arasında başlatılan barış sürecini de reddeden Wilders, „İsrail tehdit altındadır“ dedi.
İsrail’e gidebilmek için turşu fabrikasında iş buldu
Hollanda gazetesinin 10 Nisan tarihli bir haberinde, Fas asıllı Hollanda milletvekili Hatice Arıb’ı, çifte vatandaşlığına vurgu yaparak „çifte sadakat“ sahibi olmakla suçlayan Wilders’i „tek pasaportla da bir başka ülkenin menfaatleri savunulabiliyor. Wilders her fırsatta İsrail sevgisinin nasıl başladığını anlatıyor. 18 yaşında Alman sınırında bir turşu fabrikasında, sırf Avusturya’ya yada İsrail’e gidebilmek için bir iş bulduğunu anlatıyor” cümleleriyle tenkid etmişti.
Havlayan Almanlar ve Moshov’da* geçen günler
Gazetenin verdiği bilgilere göre Wilders en çok Avusturya’ya gitmek istiyordu ancak yeterli parayı biriktirebilmek için Wilders’in ifadesiyle “Gri ceketli havlayan Almanlar” ın arasında daha uzun süre kavanozlara salata doldurmak zorundaydı. Sonunda Avusturya’dan vazgeçerek İsrail’de karar kıldı. İki yıllık bir oturma müsadesiyle önce bir ekmek fabrikasında, sonra da Moshav’da* çalıştı.
Wilders İsrail aşkının nedenini “Orta Doğu’daki yegane demokratik ülke” cümlesiyle özetliyor. Şimdiye kadar Yahudi topraklara kırkın üzerinde ziyarette bulunduğunu belirten Radikal sağcı milletvekili, bu ziyaretlerin bir çoğunun masrafını kendi cebinden karşıladığını, bir kısmının da Hollanda’nın en etkili Avam Kamarası olan ikinci Kamara tarafından ödendiğini söylüyor. 2004 yılına kadar mensubu bulunduğu “Hürriyetçi ve Demokratçı Halk Partisi” adına da İsrail’e gittiğini ve oradaki Hollandalı göçmenlerden oy istediğini bildiriyor. Gazete 2003 yılında Wilders’in Tel Aviv’de yaptığı seçim konuşmasından bir alıntı yapıyor: Ben-Gurion Havaalanından İsrail topraklarına adımımı attığımda hissettiğim o çok özel bağlılık duygusunu dünyanın hiçbiryerinde hissedemiyorum…
Ariel Sharon’u örnek alıyor
“Wilders’in son 25 yılda İsrail devletleriyle kurduğu bağ çok etkileyici” diye yazıyor Holanda gazetesi ve Milletvekilinin 2001 ve 2006 yılları arasında defalarca görüştüğü Ariel Sharon’u bir model olarak benimsediğine vurgu yapıyor. Margret Thatcher’le birlikte Sharon’un Wilders’in siyasi örnekleri olduğunu ifade eden gazete, milletvekilinin Ehud Olmert’i de çok yakından tanıdığına dikkat çekiyor.
Wilders’in eski Ekonomi Bakanı Gerrit Zalm için düzenlenen „Scopus Award“ ödülü töreninde başından geçen bir hadiseyi naklederken duyduğu övgüden imayla bahsediyor gazete. Wilders bu olayı anlatırken kompleksli bir gururla, “ödülü alan bakan Zalm müsteşarın yanına otururken ben Sharon’un yanına oturdum” diyormuş.
Canla başla İsrail için çalışıyor
2005 yılında Wilders İsrail’in yargı sistemini Hollanda’ya getirmek için meclise bir yasa tasarısı sundu. Şikayetin ve tutuklamanın olmadığı, herşeyin idari yollarla gerçekleştirildiği bu sistemi Wilders, İsrail’e yaptığı bir ziyaretinde Terörizm uzmanlarıyla yaptığı görüşmelerden esinlenerek Hollanda’ya taşımak istemiş. Wilders’in İsrail hayranlığıyla yaptığı çalışmaları “Jerusalem Center for Public Affairs (JCPA)”’den Manfred Gerstenfeld memnuniyetle karşılamış ve “Wilders İsrail’i parlak bir örnek olarak görüyor” demiş..
Mossad’ın ana karargahında müzakereler
İsrail dışişleri bakanlığı olsun, Mossad olsun, İsrail’de bütün kapıların kendisi için açık olduğunu gururla naklediyor fanatik İslam aleyhtarı milletvekili. Wilders gazeteye verdiği demeçte, teşkilatın ana karargahlarında önemli görevlilerle 2004 yılında yaptığı görüşmelerde Mossad’ın, Hollanda İstihbarat teşkilatı AIVD’i Benelüks ülkelerinde faaliyet gösteren Terörist odakların kimyasal silah barındırdıkları konusunda uyardığını ileri sürüyor.
Wilders 1998’de Parlamentoda ikinci Kamaraya atandığı günden itibaren İsrail’in menfaatlerini savunan sayısız girişimlerde bulundu. İsrail’in Lübnan’a yaptığı ve bir milyon insanı göçe zorlayan tecavüzlerden beş gün sonra, 20 Haziran 2006’da Hollanda dışişleri bakanlığını Hollanda hükümeti adına dünyaya, „Terörizme karşı İsrail’le dayanışma ve işbirliği içinde olunacağı“ mesajını vermeye çağırdı. Aynı günlerde İsviçre dışişleri bakanı Calmy-Rey “İsviçre’nin, Uluslararası Cenevre Anlaşması’na göre sivil halka yapılan bu saldırılarla ilgili suskun kalamayacağı”nı açıklayarak İsrail’i açık ve net bir şekilde eleştirmekten çekinmiyordu.
Yakın bir elemanı İsrail Büyükelçiliğinde görevli
Milletvekili arkadaşları da Wilders’i, İsrail’in arkadaşı olmaktan öte, bu ülkenin avukatı olarak tarif ediyorlar. Hatta Wilders’in eski Partisi VVD, milletvekilinin meclise sunduğu tasarıların bir kısmının İsrail Büyükelçiliğinde hazırlandığını ileri sürmüş ancak Wilders bu iddiayı yalanlamıştı. Kesin olan birşey var ki, uzun süre VVD Milletvekili olarak görev yapan Wilders’in yakın elemanlarından biri İsrail Büyükelçiliğinde görevli: Elliott Wagschal. 2002-2006 yıllarında milletvekilliği yapan Frans Weisglas’da Wilders’in İsrail’e sırtını dayadığını söylüyordu.
İsrail Ajanı mısınız?
2007’nin Eylül ayında bir Hollanda radyosuna verdiği röportajda, İsrail aşkını dile getirerek, „İsrail’i Uzak Doğu’nun tek Demokratik ülkesi“ olarak tarif etmesi üzerine spiker İsrail hayranı milletvekiline, „Sizin İsrail ajanı olduğunuz doğrultusunda söylentiler dolaşıyor, doğru mu?“ sorusunu yöneltti. Soruyu „çok saçma“ olarak karşılayan Wilders, kaypak bir cevapla geçiştirdi, „ben informasyonlarımı sadece İsrail’den almıyorum. Hatta ben Kur’an’ı 15 kere okudum“…
Jürgen Todenhöfer: Wilders korkunç cahil
Wilders’in bu kendinden emin tavrına rağmen, yıllarını İslam ülkeleriyle ilgili araştırmalara vakfetmiş, Afganistan ve Irak savaşlarında bulunmuş, İslam’ı ve Kur’an’ı çok iyi tanıdığı kesin olan araştırmacı yazar, eski Milletvekili Jürgen Todenhöfer Wilders’in İslam ve Kur’an’la ilgili açıklamalarını, „en basit olgularda korkunç bir cehalet“ olarak tarif etti. Wilders’in en sert tenkidçisi olan Todenhöfer, Tevrat’ın Kur-an’dan çok daha agresif bir kitap olduğunu belirterek Wilders’i savunduğu insanların kitabını, Tevrat’ı dahi doğru dürüst tanımamakla suçladı. Todenhöfer’e göre, „Batı’nın İslam dünyası üzerinde asırlardır sürdürdüğü kanlı politikalar müslüman teröristlerin doğmasına neden olmuş. Ancak bu talihsiz sonucu İslam’la açıklamaya kalkışmak basiretsizliktir“.
Todenhöfer gibi İslam konusunda uzman bir münekkidin yanında, Wilders hayranlarının sadece siyonistler arasından çıkması da ayrıca düşündürücü. Siyonist yazar Henryk M. Broder Fanatik İslam düşmanını „belgelerle konuşan, gerçeğin peşinde olan ancak Appeasement Politikaların* sunaklarında kurban edilen“ biri olarak tarif ediyor. „Peace“ ve „Paix“ gibi barışı anlatan kelimelerle yakın akraba olan „Appeasement“ kelimesi burada bir küfür gibi duruyor. Wilders’in ve yahudi dostlarının barış istemediği yalın bir gerçek olarak ortada duruyor. 1,2 Milyon Müslümanla savaşmak için yanıp tutuşanlara İlahi gücün nasıl bir cevap vereceğini bekleyip, göreceğiz…
Dip Notlar:
*Moshav
İsrail’de kırsal bölgelerde kurulmuş olan köylere verilen addır. Kibbutzlara benzemelerinin yanısıra, birbirlerinden farklılık gösterirler. Moshav’da belli bir seviyeye kadar özel mülkiyet sahibi olunabilmektedir. Genelde tarımsal faaliyetlerde bulunulur. Her aileye eşit büyüklükte bir toprak verilir, aileler gelirlerini bu topraklar üzerinde tarımsal üretimlerinden sağlarlar. Teknolojik gelişmeler ile beraber tarımsal üretimde daha az işgücü gereksinmesi olunca Moshav’larda işsizlik sorunu oluşmaya başlamıştır. Bu noktada Kibbutzlardan ayrılıyorlar, çünkü Kibbutzlar böyle bir durumla karşılaştıklarında imalat sanayiine el atmaktaydılar fakat Moshavlar tarımsal görüntülerini sergilemeyi tercih etmişlerdir. Sonuç olarak şartların azizliğinden tarım dışına açılmaya mecbur kalmışlardır. İsrail’deki toplum iş gücünün yaklaşık %4’ü Moshav adı verilen bu köylerde yaşarlar.
*Yatıştırma politikası
İkinci Dünya Savaşı’na giden dönemde İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’le özdeşleşen politikaya verilen isimdir. Appeasement politikası olarak da adlandırılır.
Chamberlain Hitler’in esas ilgi alanının doğuda olduğuna inandığı için Komünist SSCB’ye karşı kendileriye ittifaka gireceğini, hatta Hitler’i Sovyet topraklarına yöneltebileceğini umut etmiş, Çekoslovak toprağı olan Südetlerin Almanya’ya verilmesinden sonra daha önce Bismarck’ın yaptığı gibi Hitler’in de artık kazandıklarını elinde tutmaya çalışacağını ummuştu. Fakat, Bismarck’dan çok Napoleon’a benzeyen Hitler, durmak bir yana taleplerinde daha da fütursuzlaştı.
Emine Karahocagil Arslaner
(Haziran 2008’de timeturk sitesinde yayınlanmıştır)
İlk Yorumu Siz Yapın