"Enter"a basıp içeriğe geçin

Estergonda Osmanlı Camii

Kulağımıza çalındığı zaman kanımızı coşturan, içimize yiğit acılar dolduran bir türkümüz vardır ki, hemen hepimiz aşinasıyızdır mısralarının ve gayri ihtiyari eşlik ederiz Hasan Mutlucan’ın o meşhur davudi sesine:

Estergon kal’ası bre dilber aman subaşı durak
Yakıyor sinemi bre dilber aman bir sinsi firak

Gönül yâr peşinde bre dilber aman
Yâr ondan ırak aman

Akma Tuna akma bre Şahin aman
Ben bir dertliyim
Yâr peşinde aman da gezer koşar
Yandım kara bahtlıyım

Ah Estergon, Estergon!

 

Osmanlı tarihinin hem şanlı hem de acılı bir safhasının bu ihtişamlı sembolünün burçlarından Tuna nehrinin ayırdığı Slovakya kıyılarını seyrederken, biz de içimizden bu türküyü mırıldandık ve 140 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan abidenin yükseldiği topraklarda ecdadımızı hatırlatacak bir ize rastlayamamış olmanın ızdırabıyla sessiz ağıtlar yaktık. Artık çoğunlukla Avrupalı turistlerin uğrak mekanı olan Estergon, Avusturya’lıların bütün tahribatına rağmen tarihten gelen vakar ve asaletini Macarların vefalı ve mütevazı gayretleriyle muhafaza etmeye çalışan şirin bir Macar kenti.

 

Kent,  Karpat dağlarından inen Gran nehrinin Tuna’nın serin sularıyla buluştuğu bir noktada, Budin’in 45 km kuzeybatısında yer alıyor. Tarihte bir sınır karakolu görevi yapan, Vaç dirseğinin kuzeyinde bulunan şehir, Estergon kalesiyle meşhur ve çevresine hakim statüsüyle başlıbaşına bir efsane, tarihi bir vesika niteliğinde. Yukarı Tuna havzasındaki konumu onu Avusturya, Macaristan ve Slovakya topraklarının kesiştiği noktalarda kilit bir merkeze taşımış. 10.-12. yy’da Macar Arpad Hanedanı döneminde kazandığı ehemmiyete binaen devlet merkezi payesini hak etmiş ve bu payeyle birlikte Katolik Kilisesinin merkezi olma ayrıcalığını da, Cengiz Han’ın ordularını ağırlamak zorunda kalıncaya kadar korumuş. 12. yy ortalarında Dördüncü Kral Bela’nın Budin’i başkent yapması dahi Estergon’un itibarını sarsmamış ve taç giyme törenleri burada icra edilmeye devam edilmiş. Şehrin dini bir merkez olma hüviyetine de hiç dokunulmadığını görüyoruz.

 

Sultan Süleyman’ın Estergon sevdası

 

Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç zaferinden sonra Macar tahtına geçirilen Zapolyai Janus’u tanımayan Habsburg Hanedanı Estergon’u ele geçirir. Doğu’nun sultanı Kanuni 1529‘da Batı’ya açılmak üzere Budin’i fethedip gözlerini Viyana’ya diktiği zaman Semendire Sancakbeyi Yahya Paşazâde Mehmed Beye, „haydi ileri!“ emrini verir ve Paşa, hazır yoldan geçerken kaleye de söyle bir uğrayalım der. Karşılarında Osmanlı askerlerini gören Kale muhafızlarının etekleri tutuşur. Aman dileyip cengaverlerden, tek kurşun atmadan teslim ederler Kaleyi. Lakin bu vuslat uzun sürmez. Estergon 1531’de yeniden düşmanın olur.

Tarih 1543, Nisan ayının sonları… Sultan Süleyman Estergon Sefer-i Hümayûnu adıyla meşhur onuncu seferini gerçekleştirmek üzere Edirne’den yola çıkıyor. Sefer çetin, hedef Estergon. Budin’i kaybeden Avusturya’lıların Estergon’u da kaybetmeye hiç niyetleri yok. Kalede güclü bir tahkimle karşılıyorlar Sultanı ama Osmanlı askerleri için aşılamayacak set, düşürülemeyecek Kale, fethedilemeyecek memleket yok. Kale ne kadar muhkem olursa olsun bu güçlü imanın karşısında 12 günden fazla dayanamıyor ve 10 Ağustos 1543’de teslim oluyor. Şimdi yerini yine büyük bir Katedrale bırakan Kiliseyi Cami‘ye çeviren Sultan ilk Cuma namazını burada kılıyor. Estergon sancakbeyliği hâline getirilerek, Budin Beylerbeyliğine bağlanıyor. Ne yazık ki bu vuslat da en fazla 50 yıl sürecektir.

Estergon’da yine bir tarih yazılıyor

Koca Sinan Paşa Vezir-i Azam ve Serdar-ı Ekrem’dir. Kendisi Eflâk cephesinde görevliyken, oğlu Mehmed Paşa’yı Macar serdarlığına tayin eder. Mehmed Paşa’nın, muhasara edilen Estergon’a koşup Prens Mansfeld’in 70 bin kişilik ordusunu püskürtmesi bekleniyor ancak Paşa ödlek ve sarhoş. Hikâyesi şöyle:”O sırada Mihalıçlı Ahmed Paşa ile Sofu Sinan Paşa da üst taraftaki tabyalara saldırırken «Serdarı bî ar» Müneccimbaşı’nın tabiriyle «bilâ sebep» Kâtip Çelebi’ye göre «iki asker birbirine karışmaya karıb olup top ve tüfek atulurken serdarı bedkâr askeri sındı sanıp» ve Edirneli Mehmed’e göre de «Avret gibi şaşup Budin’e doğru kaçmaya başladı.” Askeri savaş meydanında yüz üstü bırakarak Budin’e kaçan ve İslam ordularına büyük bir bozgun yaşatan Paşa hakkında İsmail Hami Danişmend’in öfke içinde terennüm ettiği hakaretler, sıfat olup yapışıyor isminin önüne ve Paşa şu sıfatlarla geçiyor tarih sayfalarına: cebîn, menhûs ve muhannes. Kalede kumandayı Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa alır.

Estergon Kalesi, Kerbelâ gibidir

Surların etrafında dolaşırken, Peçevi İbrahim Efendi’nin yazdıklarını düşünüyor ve 28 gün süren bu muhasaraya insan üstü bir gayretle karşı koyan ecdadımızın çilesini canlandırıyoruz gözümüzün önünde. Dışkale gitmiş. Barut ve su düşman eline geçmiş, içerde “bir yudum su” diye inleyen askerlerin seslerini duyar gibi oluyoruz. Olayın birebir şahidlerinden olan ünlü tarihçi Peçevi İbrahim Efendi kaledeki durumu tasvir ederken gözyaşlarını tutamamış: Asker kavrulmuş buğday yiyor, yanıyor. İçecek su bulamıyor. Serinlemek için “sarnıç çevresindeki mermerleri yalayan ve bir damla su diye can verip can alan elsiz ve ayaksız, bitkin ve yaralı, humbaradan haşlanıp gözü kapanmış ve yüzü şişmiş, pis kokulardan halkın genzi dolmuş çaresiz dertlilerin çığlıkları ve iniltileri, gönülleri çıldırtır, umutsuzluğa düşürürdü”. Lala Mehmed Paşa kahramanca mücadele eder ve Prens Mansfeld’in bütün tekliflerini geri çevirir ama askerin daha fazla dayanacak gücü kalmamıştır. Etrafındaki kumandanların „Kaleyi vermenin mağlubiyet sayılmıyacağını, hem Allah‘ın inayeti ile emanetin kısa sürede geri alınabileceğini” söylemeleri üzerine, Mansfeld’in vire teklifini kabul eder Paşa. Lala Mehmed Paşa’nın katipliğini yapan Peçevi İbrahim Efendi Prens Mansfeld’le yaptığı vire görüşmesinin akabinde Paşa ile aralarında geçen ilginç diyaloğu aktarıyor. Mansfeld’le vire konusunda anlaşan ve bu haberi Mehmed Paşa’ya nasıl vereceğini düşünen Peçevi İbrahim Efendi endişelidir. Allah’dan yardım dileyerek döner Kaleye: Paşa, beylerle, beyoğlularla oturuyor, gözleri yaşlıdır. Beni görünce nerede olduğumu sordu. Ben de, “Sultanım, şanı yüce Allah’tan dileyelim, inşaallah yine Estergon’u aldığımız zaman vireyi söyleşecek bendeniz olayım” dedim. Gözleri yaşla doldu ve ağladı. Meğerse bu sözü tam vaktinde ve yerinde söylemişim. 10 sene sonra dilek gerçekleşti.”

Peçevi’nin de söylediği gibi Lala Mehmed Paşa ahdına sadık kalır ve 10 yıl sonra Sultan I. Ahmed Han’ın tevdi ettiği görevi büyük bir zaferle taçlandırır.

Estergon yeniden fethediliyor

Tarih 21 Mayıs 1605. Davut Paşa sahrasından hareket eden Ordu-yu Hümayun yine Estergon önlerinde. Ve tarih 29 Ağustos… Kale kuşatılmış. Avusturya hesabına çarpışan Dampier Kontu Ordu-yu Hümayun yaklaşırken, kaledeki bütün Macar askerlerini dışarı çıkarıyor. Kont, 4 yıl önceki Kanije kuşatmasını hatırlamıştır. O gün Macar askerleri, Osmanlı ordusuna tek kurşun atmamışlardır. Macarların kumandanıyla, Lala Mehmed Paşa‘nin yaptigi istisareyi aktariyor Pecevi:

Mehmed Pasa: Kal’ayı niçin terkettiniz General, ümidiniz mi tükendi?

Macar Kumandan: Ümit, Osmanlı adaletindedir, Devletlû Vezir…

Mehmed Pasa: Estergon’da ne kadar asker kalmıştır?

Macar Kumandan: On bine varmaz, Büyük Vezir.

Mehmed Pasa: Kontun maneviyatı nasıldır?

Macar Kumandan: Sadece etraftaki kalelerden alacağı yardıma güvenmektedir.

Istediği malumatı alan Serdar, son bir sual daha sorar: Memleketinize mi gideceksiniz, yoksa başka bir orduda parayla mı dövüşmek istersiniz? Macar Kumandan, „Bizler de askeriz koca Vezirimiz. Şayet izin verirseniz, bu defa dünyanın en büyük ordusuna katılmak niyetindeyiz. Hiçbir ücret de istemiyoruz!“ diye cevap verir. Lala Mehmed Paşa gülümseyerek, „Düşmanlarımızın düşmanı, dostumuzdur“ der. Ordu-yu Hümayuna böylece, Macar asilzadeleri de katılırlar. Kuşatma bir ay sürer. 29 Eylül 1605 de Türk gazileri, Estergon’un burçlarına şanlı sancaklarını çekmiş, on yıl evvel bıraktıkları emaneti geri almışlardır. Başpiskopos’un oturduğu en büyük Kilise Cami’ye çevrilir ve Ayasofya Vaizi Nureddin Efendi ilk Cuma namazını burada kıldırır. I. Sultan Ahmed
Vişgrad İle Estergon zaferlerini bir gazelle ebedileştirir:

Bihamdeillâh ki kılmış dini islâmı Hûda mensûr
Vişgrad ile Estergonu almışlar olub mesrûr
Guzatı müslimine irişüb avni o kahhar’ın
Urup küffâre topu kahrı kılmışlar yine makhur
İtiat eyleyüb Serdâre can ile çalışmışlar
Düam oldur ki indelallah olalar cümlesi me’cûr
Çün irdi müfdei fethi bu iki kal’anın Bahtî
Acep mi ehli islâmın şebi Hader olsa rûzi sûr
 

 

Osmanlı’nın bu son sevinci de uzun sürmez. 1683 yılında Osmanlı ordusunun II. Viyana kuşatmasında başarısızlığa uğramasından sonra Avrupa devletlerinin kutsal ittifak’ı oluşturarak Macaristan’ı Osmanlıların elinden alması, Estergon kalesini de Osmanlılardan ayırır.

Bir zamanlar Estergon

Evliya Çelebi Estergon’u ziyaretinde şehirde 16 mahalle, 2900 ev, 4 Camii, 2 medrese ve bir çok mektep gördüğünü yazar. Büyük seyyah, asker aileleri için yapılmış özel evlerden de bahseder. „En büyük Camii “Mahkeme Camisi” idi ve kapısında şu mısralar yazılıydı“ diyor Çelebi:
Adı belli şehidler var yanında,
Kimisi sağında, kimi solunda.
Salâ oldu, namaza başlanıldı,
Muhammed Mustafa’ya vakfolundu.
Şehadet eyledi hep hâsı âmı bittamam.
Bu cami oldu şehidler makamı,
Kabul ola namazlar bittamam.
Hûda makbul ede ânı yapanı.

Bu Cami 1850’li yıllarda Avusturyalılar tarafından yıktırılarak yerine büyük bir kilise inşa edilmiş. Söylenildiğine göre Macarlar; “Bu kilisenin kubbesi Roma’daki Sen Piyer Kilisesi kubbesinden sonra en büyük kubbedir” diye övünürlermiş.
Yine Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, Estergon’da Mimar Sinan’ın eseri olan Kızıl Elma Camii de bulunmaktaymış. Bu Câmii içinde bunan hâlis altın sıvanmış bir dolap kapısı üzerinde Evliya Çelebi’nin babası Dergâh- ı Âli Kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zilli Baba tarafından kaleme alınmış şu beyit yazılı imiş:


Hüsnünün esbâbını hıfzetmeye ey gühertab
Oldular didelerim iki kapaklı dolap.

Bize bu Camii’leri görmek ne yazik ki nasip olmadı. Kiliseye çevrilen Camii‘lerde de Osmanlıya ait bir işarete tesadüf edemedik.

Osman Yavuz Saral’ın ‚Kaybettiğimiz Rumeli‘ kitabında yer alan bilgilere göre; ‚Kalenin 50 tane balyemez topu vardı. Kale Beyi, Dizdarağaları ve Yeniçeriler Macarlar gibi giyinirlerdi ve gören onları Macar zannederdi. Macarcayı da çok güzel konuşurlardı. Estergon’daki Türk askerleri çok cesur olmakla ün yapmışlardı. Oralarda birisine beddua edilmek istendiği zaman “Estergonlu belâsına uğrayasın!” derlerdi. Kalede üç mehter takımı vardı. Bunlar günde üç defa sıra ile nöbet vuranda, köslerin sesiyle Macaristan ovaları inlerdi.‘

Dünyadaki Osmanlı eserlerini korumak bizim görevimiz

Kale hisarlarının çevrelediği devasa Katedral Salib’in Hilal‘e karşı kazandığı zaferin gururu içinde şimdi, göğsünü Tuna’ya karşı gererek selamlıyor ziyaretçilerini. Ne kalenin içinde ne de çevresinde, ne hediyelik eşyaların satıldığı pazarlarda ne de şehrin diğer bölgelerinde Osmanlı’yı vurgulayan bir işarete, bir hatıraya, bilgilendirici bir levhaya rastlayamıyoruz. Evliya Çelebi’den, Peçevi İbrahim Efendi‘den edindiğimiz bilgilerimiz, kulaklarımızda çınlayan kahramanlık türkülerimiz olmasa, bir zamanlar Macaristan ovalarının Kalede bulunan üç mehter takımının köslerinin sesiyle günde üç defa inletildiğine inanmamız mümkün değil. Hafızamızdan silmeye muvaffak olamadığımız acı kaybımızı Keçiören’de inşa ettiğimiz bir Estergon kalesi taklidi ile telafi etmeye çalıştığımız ve yabancı ülkelerdeki Osmanlı eserlerine yeniden hayat kazandırılabilmesi adına hiçbirşey yapmadığımız için derin bir mahcubiyet duygusuna kapılıyoruz.

Öziçseli Hacı İbrahim Camii’sinin kıblesi yanlış mı?

İşte bu duygular içinde Tuna nehrinin kıyısında dolaşıp, erik ve akasya ağaçlarının arasından Kaleyi uzaktan uzağa temasa ederken çıkıyor karşımıza Hacı İbrahim Camii‘si. Macarca adıyla: Öziçselli Hacı İbrahim Camii‘si… Camii, han ve bir lokantadan oluşan külliyede yapılan restorasyon çalışmaları umudumuzu artırıyor. Aslına uygun olarak restore edilen Camii‘nin çevresindeki tahta barikatı açıp yavaşça içeri sızıyoruz. Kapı kilitli olduğu için sadece pencerelerden içeri bakabiliyoruz. Duvarlardaki resimler Camii‘nin bundan sonra bir müze olarak hizmet vereceğini fısıldıyor. Sadece temeli kalmış eski kale kalıntılarının üzerine inşa edilen Proje kapsamında tamir edilen Camii‘nin kıblesinin yanlış tesbit edildiği şüphesine kapılıyoruz. Kıblenin yanlış olabileceğine kanaat getirdikten sonra şüphemizi bildirdiğimiz kısa bir notu tahta kapının altından atıp uzaklaşıyoruz. Projeden sorumlu mühendisin cevabı gecikmiyor. Notta bildirdiğimiz Elektronik posta adresimize gönderdiği cevaba Camii‘nin planını da iliştiren Macar mühendis, kıblenin pusulanın gösterdiği istikamete göre tayin edildiğini bildirerek bir yanlışlığın söz konusu olmadığını ifade ediyor.

Estergon’dan Osmanlı kokusu silinmesin

Kıblesi yanlış da olsa, doğru da olsa, Osmanlı’dan kalma bir eserin canlandırılması için gayret sarfeden herkese ve tabi, Estergon belediyesine teşekkürlerimizi iletiyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun Osmanlı’ya ait eserlerin yaşatılmasının o ülkenin inhisarında olduğu düşüncesine sahip yönetim anlayışının değişmesi, bu eserlerin bir parça da bizim ilgimize muhtaç olabileceği inceliğinin ve tarih bilincinin yeşermesi için dua edelim. Edelim ki, ecdadımızın mirasına sonuna kadar sahip çıkabilecek nesiller yetişebilsin ve Estergon’a gelen ziyaretçiler Osmanlı’yı da hatırlayabilsin.

Emine Karahocagil Arslaner

(Özel haber olarak Mayıs 2008’de www.timeturk.com sitesinde yayınlanmıştır)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir