"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hakikatin Karsi Cephesinden Görülen Manzara

Sayın Dücane Cündioğlu kadın konulu iki ayrı kitap yazmış… Öncelikle, Islami basında köşe sahibi, dolayısı ile söz sahibi olan kalemşörlerin itinayla uzak durmaya gayret sarfettikleri böyle hassas bir mevzuda kelam etme cüretini gösterdikleri için kendilerini tebrik ediyorum. Kitapları henüz okumadım ama, sayın Cündioğlu`nu gazete yazılarından ve ‘çok kadınla evlilik’ gibi kadınları yakından ilgilendiren mevzularda serdettiği sıra dışı ve oldukça humorvoll bulduğum yorumlarından tanıyorum. Hatırı sayılır bir geçmişi olan bu okur yazar ilişkisinin bahşettiği aşınalığa itimat ederek az çok ne yazmış olabileceğini – konuyla ilgili köşe yazılarından ve kendisiyle yapılan bir röportajın da yardımlarıyla- tahmin edebiliyorum. Muhterem mütefekkirimizin dolaylı bir uslupla bizleri (müslüman kadınları), halipürmelalimiz konusundaki izlenimleri karşısında cevapsız kalmaya, kendi ifadesiyle ‘sukunet’ e davet etmesinin sebebini, yıllardır bir türlü üzerinden atamadığı tenkidler karşısında cevapsız kalma fobisine bağlıyorum. Kendisiyle yapılan röportajlarda hemcinslerim hakkında peyderbey sarfedilen haksız suçlamalar ve isabetsiz tesbitler, sayın Cündioğlu`nun şimdiye kadar ki suskunluğumuzdan payına sadece tasdik mesajı çıkardığını, devam edecek bir suskunluğun güçlü egoları tarafından kesin surette destek kabul edileceğini teyid eder niteliktedirler. Böyle bir tehlike karşısında susmak sadece duyarsızlık ya da gafletle açıklanabilir, zerafetle falan değil!

Kitaplar bir başka yazımızın konusu olur inşallah. Burada muhteremin bir röportajını cevaplamaya çalışacağım. Aslında Kadın sorunu, hangi durumlarda niceliksel bir problem haline dönüşür? başlıklı yazısına da bir cevap yazmayı arzuladım ama, iki satıra sığdırılabilecek gayet sıradan bir cümleyi derleyip toparlayıp bir araya getirebilmek için, Kepler`in integral hesaplarından tutun da Newton teorisi, Quantum fiziği, rudolf cetvelleri ve Scrödinger`in dalga denkleminden medet umulması beni hayrete düşürdü ve fuzuli harcanmış emeğe karşı harcanacak emeğin de fuzuli olacağını düşündüğümden vazgeçtim.

Aslına bakarsanız, Cündioğlu kadını sahici bir düşünmenin konusu yapayım derken sancılı düşüncenin müsebbibi haline getirmiş ve çözümlediğini vehmettiği kadın sorunlarını tatlıya, tuzluya, reçele, tel kadayıfa indirgeyerek bir anlamda kendini çözümlemiş diyebiliriz. şöyle ki, sayin Cündioğlu`na göre günümüz islamci kadinların sorunu müslüman olmalarından değıl modern olmalarından ya da modern olmayı istemelerinden kaynaklanmaktadır. Modern olmaya çalışan kadın reçel yapmayı bılmemektedır. ışte mesele budur.. Evet, evet ışte bulduuuummm! dıye basıyor çığlığı çakırkeyif, derbeder bir uslup; şımarık, atak, serazat bir zeka; islamcı kadınların sorunu reçel yapmayı bilmemeleridir!

Karşınızda bir yazar mı var, yoksa düşünce yumağı ile oynayan bir kedi yavrusumu şaşırıyorsunuz. Koşuyor, zıplıyor, kah Olemp`e tırmanıp Bilge Kral Platon`un etekleriyle oynaşıyor, kah `kadim dönemler`e saklanıp reçel yapan anneannelerin hatıralarını yad ederek nostalji yaşıyor. Sonra tekrar fırlıyor bir köşeden. Yumak bir açılıp bir düğümleniyor. Bütün sorunlarımızı çözümleyip, sorularımıza cevap olacak diye ümitlendiğiniz bir anda ip kopuveriyor.

Isterseniz röportajı satır satır cevaplayalım:

Daha ilk soruya verilen ilk cevapta, yani kitabın içeriği hakkında bilgi verilirken çok ilginç bir cümle kullanılıyor:

Kadın göze, yani nazara el verecekse, zevzekliğin anacaddelerinde salına salına gezinmek yerine, asıl düşünmenin arasokaklarında yaşamayı tercih eden nazarın önüne çıkmalı.
Bu düşünce biçimi, başörtüsü yasağından dolayı eğitimini devam ettiremeyen, mesleğini icra edemeyen mağdurların yıllardır süregelen dramlarının sebebini reçel yapmayı bilmemekle tarife yeltenecek kadar engin ve derin olunca insanın nutku tutuluyor tabi. Derken arasokaklar arka sokaklarla yer değiştiriyor, meçhulleşiyor, muğlaklaşıyor, esrarengizleşiyor. Sayın Cündioğlu arka sokaklarda pardon arasokaklarda salına salına gezen(!) mütesettir bayanlarımı nazarı dikkate almıştır acaba, yoksa?
Geçelim,
Röporterin islamcı kadınların bir eleştirisini iletmesi üzerine yazar abimizin verdiği cevabı okurken atomun parçalanmasına benzer bir hadiseye şahit oluyorsunuz.. Cündioğlu zincirleme gafları ardarda patlatıyor.

Bu kadınları anlıyorum. Çünkü onlar mutsuz kadınlar. Mutsuz bir kadının erkek deyince, sadece tanıdığı erkeklerin zaaflarını aklına getirmesi gayet tabii.
Iyi bir yazar olmak için, titiz bir gözlemci olmak ve içtenlikten uzaklaşmamak yeter. Kitaplarında basmakalıp bilgilere yer vermek istemeyen hiçbir yazar isyandan korkmaz. PhioloSophiaLoren`in müellifi gördüklerini nakleden değil, sadece bazı intibaları üzerinden garip senaryolar uyduran, bunlara iman eden, sonra da kendi elleriyle inşa ettiği bu dünyayı mağrur mağrur seyreden bir yazar. Intibalarının büyük bir yekünü şuuruna intikal edememiş. Edenler de, şuuraltında önceden beri uyuyan bazı ihsas ve intibalar yığınıyla baş edememiş ve savaşı kaybetmiş. Inşa ettiği dünyanın sıhhati, eskimiş ve eksik materyallerden dolayı oldukça şüpheli. Yerli yersiz bir isyan, bir çığlık bu kartondan binayı anında alt üst edebilir. O halde potansiyel çığlık sahiplerine verilecek cevap önceden hazırlanmalı, en minik bir kaş çatış karşısında yapıştırılacak sıfat yeter derecede rahatsız edici ve men edici olmalıdır. Mutsuz kadın, yani kocasından dayak yiyen kadın, yani zavallı kadın, yani problemli kadın, yani, yani. Bu tür muhtemel nitelemeler karşısında hangi kadın kalkıp sayın Dücane Cündioğlu`nun tavuğuna kışş diyebilir, kitabındaki hakikatlere(!) burun kıvırabilir?

Patlamalar devam ediyor,

İslâmcı kadınlar kadın meselesini kendi kişisel sorunlarından bağımsız bir biçimde ele almayı beceremiyorlar ve tıpkı çocuk dendiğinde sadece kendi çocuğunu aklına getiren anneler gibi meseleyi kişiselleştiriyorlar. Oysa bilmek bilmeyi bilmek demektir. Bir tabloyu bütün unsurlarıyla görmek isteyen kişi, burnunu tabloya dayamamalı, bilakis arada biraz mesafe bırakıp tabloya öyle bakmalı. Mutsuz bir kadın, nesnesiyle arasına mesafe koymayı başaramaz.
Islamcı kadınların kadın meselesi diye bir meseleleri yoktur. Başörtüsü yasağından kaynaklanan eğitimsiz kalma, akademik kariyer yapamama, iş yeri bulamama meseleleri vardır. Cündioğlu`na tablodan biraz uzaklaşıp önce meselenin ne olduğunu tesbit etmesini tavsiye edelim.

Yukarıdaki cümlenin akabinde gelen, “Mutsuz bir kadın, nesnesiyle arasına mesafe koymayı başaramaz.” cümlesi, bütün bu söylenenler arasında içinde doğruluk payı barındıran yegane cümledir. Islamcı kadın değil, Türk kadını mutsuzdur. Mutsuzdur, çünkü o bir nesnedir. Nesne, yani eşya muamelesi gören bir insan çevresindekilere de eşya muamelesi yapacaktır. Türk kadını için kendisi de, esi de eşyadır. Hala, esir pazarlarında satılan dişinin bütün ruh komplekslerini yaşamaktadır. Iyi niyetli ve vicdan sahibi bir erkeğe düşen görev kadınını komplekslerinden arındırmak, kaybettiği öz güvenini yeniden kazandırmaktır. Bittabi, dolaylı ifadelerle senin yerin mutfak tezgahıdır. Sen mutfaktan uzaklaştırıldığın için mutsuzsun. Hadi simdi bana reçel yap diyen bir erkeğin bunu anlaması neredeyse imkansızdır.

Geçelim,

Cündioğlu`nun aynı konuyla ilgilenen diger meslekdaşları hakkındaki düşüncelerini hulasa edersek tek kelimedir: yalakadırlar. Cündioğlu’ na göre kadınlar hakkında olumsuz birşey yazmamış olan bütün erkekler kadınlara yalakalık yapan lafazanlardır. Cündioğlu`na gelince, o objektif ve realisttir.Zaten bütün köşe yazarları realisttir. Siz hiç; soyutum, göz boyuyorum, hayal peşindeyim, yalancıyım diyen bir yazar gördünüzmü? Gerçek şu ki realizm açık seçik tarif edilebilen bir nazariye değildir. Ona dayanarak falan yazar yalancıdır, filanca lafazandır, fişmekan göz boyayıcıdır diyemeyiz. Günümüz yazarlarının hemen hepsinin altına koştukları bayrak realizmdir. Yalan söylemez hiçbiri. Onları ilgilendiren tek şey vardır: hakikat. Hepsi birer hakikat yolcusudur.

Yalnız aynı bayrağın altında toplanmaları ortak bir kavga vermek için değil, birbirini parçalamak içindir. Objektivite ya da realizm her yazarın meslekdaşını haklamak için sarıldığı ideoloiji, yalnızca kendinde bulduğu bir meziyettir. Hepsi gördüklerini aktardıklarını söylerler. Hepsi aynı dünyada yaşadıkları halde anlattıkları dünyalar hep taban tabana zıt estanteler arz eder. Zıttır, çünki ne görülen dünya aynı dünyadır, ne de dünya herkese aynı kostümle görünür. Dünya da bakımlı bir kadın gibidir. Kendini sürekli yeniler..

Ve Cündioğlu devam ediyor:

Kadınlığını kaybedip salt bir dişi haline gelen kadın, anne olmaktan da vazgeçmiş oluyor. Özünü terkedince, kadınlığına geri dönmesi gerekirken tam aksi uca yerleşiyor. Sözümona erkeği yenmek için erkekleşiyor, hatta erkeğin dişileşmesinden de memnuniyet duyuyor.
Kadın annedir. Annelik şefkattir, fedakarlıktır. Kadın annedir, dolayısı ile fedakardır, şefkatlidir. Kadının fıtratı icabi sahip olduğu bu özellikler onu her daim kavgadan, savaştan, yakmaktan yıkmaktan uzak tutmuştur. Savaşan taraf, sürekli galibiyet aşkıyla tutuşan taraf; tahakküme şerefli vazife payesi kazandırdıktan sonra, tarih boyu onu elinde tutabilmek namına en rezil cinayetleri işleyen taraf erkektir, kadın değil. Islamcı kadınların haklı mücadelesini erkeklere karşı başkaldırı olarak telakki eden bir erkek eğer islamcı cenaha mensupsa ya ödipalindeki hasarları açığa vurmaktadır ya da sadece saçmalamaktadır. Erkeğin dişileşmesinden ne kasdedildiğini daha iyi anlamak için Cündioğlu`nun aynı konuda vaktiyle kelam eylemiş diğer meslekdaşları hakkındaki söylemlerine bakmak yeterli olacaktır.

Cündioğlu`dan incilere devam ediyoruz:
Erkekler gezek (kazak) olunca, erlik de ister istemez kadınlara düştü ve onlar da kelimenin tam anlamıyla erkek gibi mücadele ettiler. Ben şahsen, bu kadınları başarılarından dolayı alkışlayan erkeklerin eteklikle dolaşmaları halinde ancak ciddiye alınabileceklerini düşünüyorum. Bu mücadele adam olanı sevindirmez, hüzünlendirir sadece.
Acaba sayin Cündioğlu, burada erkeklerin -aslında- ne yapması gerektiğini vurgulamak istemiş olabilir? Buradaki ifadeleri diğer akıl yürütmelerle bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan sonuç pek de kadınların lehine görünmemektedir. Cündioğlu`na göre kadın evinden uzaklaştırılmıştır. Evinden uzaklaşan kadın yeni arayışlara girmiş ve yasaklardan dolayi cevap alamamıştır. Yasağın legalliği ya da illegalliğini meseleye bulaştırmadan aslında ne denmek istendiğini kavramaya çalışıyoruz. Cündioğlu başörtüsü mücadelesi veren islamcı kadınları destekleyen erkeklere, kadınları evlerinden uzaklaştırdıkları, deyim yerinde işe evlerine kapatmadıkları için mi kızıyor, yoksa pankartları onlara taşıttıkları için mi?

Dücane Cündioğlu diyor ki:

Bu yazılar vesilesiyle de olsa reçel yapmak ile kadın olmak arasındaki farkı farkedecek birileri çıkarsa, artık onların anneleri gibi, babaanneleri gibi olmaktan utanmak yerine belki de kadın olmanın asaletini önemseyebileceklerini umabiliriz diye düşünüyorum
Sayın Cündioğlu eğer kitaplarını rastgele bir ilhama, taraflı bir anketin sonuçlarına borçlu olmasaydı, bahsettiği kadınların anneannelerine benzemekten dolayı değil, ancak ve ancak anneannelerinden daha iyi, daha eğitimli, daha cesur, daha üretken olamadıkları için hicap duyabileceklerini yazacaktı. çamuru çömleğe, elyafı dokumaya, ağacı meyvaya dönüştüren anneannelerimizin aziz hatıralarını yad ederken, günlerini kahve köşelerinde kah siyasi nutuklar atarak, kah atanları dinleyerek öldüren dedelerimizi de ihmal etmiyoruz. Sizin anneannenizi anımsatacak bir kadının özlemini çekmeniz kadar bizim de dedelerimizi anımsatan erkeklerden uzak durmamız gayet normal değil mi?

Gerçek şu ki, kadın anlı şanlı tarihimizin hiçbir döneminde gerçek anlamda mesud olmadı, olamadı. Evinden alıkondugu, sokaklara taşındığı için hüzünlü olduğu sanılan kadının, sokağı evinin penceresinden dahi temaşa etmesine müsade edilmediği günlerde de gözlerinin nemli, yüreğinin buruk olduğu neden unutuluyor?

Türk kadının dramı evinden çıkarılması değildir. Türk kadınının dramı hazırlıksız olduğu bir anda cebren sokakla tanıştırılmasında yatmaktadır. Batı`da kadın rönesanstan beri erkeğinin yanındadır, sanatla uğraşır; şiir yazar, piyano çalar. Yuvasıyla dış dünya arasında demir parmaklıklar konulmadığı için bir mahkum psikozuyla evine yaklaşmaz ve kocasına hücresindeki hasır iskemle muamelesi yapmaz. Ve nihayet birgün, güneşle karşılaştığı birgün gözleri kamaşmaz, altüst olmaz, dengeyi kaybetmez. Cündioğlu’nun hasretini çektiği osmanlı kadınının -kendilerinin iddia ettikleri üzere- mutlu olup olmadığını öğrenebilme imkanimız bile yok aslında. Kime, hangi kadına soracaksınız… Kadın yok ki cemiyette.

Muhterem mütefekkirimize uzattığımız bu aynanın görevini bihakkin icra edebileceğine inanabilmeyi isterdim lakin, hakikatin topluca aranilir birşey olmadığına inanacak derecede düşünce dünyasında yalnızlığı benimsemiş ve bizzat kitabına konu yaptığı kitle ile arasına kesif çizgiler çekmis bir yazar olması durumu ziyadesi ile güçleştiriyor. Oysa “Hakikat bin bir cepheli, binbir görünüşlüdür” der ustad Cemil Meriç. Göremediğinizi gösterecek yol arkadaşlarına ihticaniz vardır. Eğer yoksa son durağınız araf olacaktır. Ve arafta havalar hep açık ve güneşli değildir…

Reçel yapmanın keyfini çok iyi bilen ve çevresinde türk komşusu olmadığı için, pişirdiği aşureyi alman komşularıyla paylaşan gurbetçi bir kadından
Saygılarla

Emine Karahocagil Arslaner

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir