Tel tel, ilmek ilmek istikbali dokuduğumuz bir ipliktir zaman… İpliği ziyan
etmeden nakışlarını işleyen, dantellerini ören milletler, medeniyetler inşa
ederler. Makarayla oynayıp ipliğini kördüğüme çeviren ve başka kanaviçelere
iğnelerini saplayıp, başka kasnakları işgal eden kavimler de var.
“İnsanlık Tarihi”
dediğimiz şey bu yüzden kördüğümlerini çözmekten aciz, hazırlopçu barbarların
çıkardığı kördövüşlerinden ibarettir.
Bu yüzden objektif olamaz tarih. Tarih;
dokümantasyona dayandığından yoruma aslen en açık olan bilim dalıdır. Her millet
“insanlık tarihi”ni yazarken bir parça kendi bilinçaltını, söylencelerini,
tecrübelerini ve menfaatlerini baz alır. Kendi tarihinizi bir başka milletin
kaleminden okursanız, kendinizi değil, o milletin aynasındaki resminizi
izlersiniz.
Biz kendimizi Batı’nın
aynasından izliyoruz.
Tarihimizi değil sadece, dinimizi ve
tüm güzel ve özel değerlerimizi de onların kelimeleriyle okuyoruz.
Güzelliklerimizi onların izin verdiği ölçüde temaşa edebiliyoruz. Onların
insafına terkediyoruz irfanımızı ve onların isimleriyle dolduruyoruz
beyinlerimizdeki rafları. Biz, biz olmaktan çıktığımız için, bizden bahsederken
yerli bir oryantalistten başka birşey olmadığımızı farkedemiyoruz artık.
Bu sığ, kabız ve Batı mahreçli ilmi ve
fikri iştigallerden ötürüdür ki, kadın haklarından bahsederken iki ayrı nirengi
noktasından hareket ediyor ve aynı turu atmaya mahkum beygir misali o noktaların
etrafında dönüp duruyoruz.
Bu nirengi noktalarından biri, Batı
karşında duyulan derin aşağılık kompleksinden mütevellit sağlıksız bir savunma
içgüdüsüdür. Bizdeki veya İslam ülkelerindeki kadınların konumunu başka
milletlerdeki veya başka milletlerin tarihlerindeki kadınların konumuyla kıyasa
tabi tutar ve daha iyi noktada olduğumuzu ispata çalışırız. Örneğin, Çinli
kadınların ızdıraplarından örnekler serper ve kadınlarımıza “halinize şükredin”
telkinlerinde bulunuruz.
İkinci nirengi noktasını tercih edenler
ise, feminizmi hedef alır ve feminizmin açmazlarını serdederken batılı
yazarların, düşünürlerin, ilim ve bilim adamlarının sadrına sığınır. Bir
taraftan feminizmin Batı’nın diliyle uydurulan bir yalan olduğunu ileri sürer,
lakin dönüp dolaşıp yine bu iddiayı Batılı isimlerden medet umarak ispatlamaya
kalkışır. Bunun en aktüel ve en cazip örneğini Akif Beki’nin, Oral Çalışlar’a
cevaben yazdığı bir köşe yazısında müşahede etmek mümkündür. “Feminizm
Batı’nın yalanıysa, bu yalanı ifşa etmek için niçin Batılılardan medet umulur
yahu?” diye sormak gelmez kimsenin aklına…
Böyle bir ifşaat ne kadar güvenilir
olabilir ki?
“Biz yalan söyledik” der mi Batı?
Böyle bir itirafta bulunuyorsa, vardır
mutlaka makul bir nedeni, öyle değil mi?
Geçelim…
“Adilmedya gibi ağırlık
noktası, ‘kapitalizmle mücadele’ olan bir sitede biteviye Anadolu’dan,
mitolojiden ve kadın haklarından bahseden birinin ne işi var?” diye
soruyorsunuzdur. “Maşizm, faşizm ve kapitalizm birbirinden bağımsız
meselelerdir” diye düşünürüz nitekim. Böyle düşünmemizi ister muktedirler.
Bunların aynı ahtapotun kolları olduğunu ve bizi ayrı noktalarımızdan kavradığı
için sadece kollara odaklandığımızı, kafayı dikkatlerden kaçırdığımızı bilmeyiz,
bilemeyiz.
Oysa emperyalizm tarih sahnesinde ilk
önce “maşizm” illetiyle başgöstermiştir. İnsanlık tarihinin ilk emperyal
tahakkümü erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakkümdür. Maşizm; faşizmle kolkola
vererek, kapitalizmi icad etmiştir. Birbirine kenetlenen bu halkalar emperyalizm
zincirini oluşturmuştur.
Nasıl mı? Ebetteki sadece kaba kuvvet
kullanarak değil. Beyin ve kalp gücünü de devreye sokarak; yani mitolojiyi,
tarihi, edebiyatı ve sanatı kullanarak.
Mitolojiyi çarpıtmış, tarihi saptırmış,
edebiyat ve sanatı ise çalmıştır.
Maşizm’le
başlayalım…
Çok tanrılı dinler tarihinde küçük
Asya’nın geçmişi M.Ö 13. yüzyıla kadar açık ve net ortadadır ama M.Ö 13. yy ve
M.Ö 8. yy arasında bölgede ne olup bittiği bilinmez. Bu döneme “karanlık dönem”
adı verilir. Hellen tarihinin tam da bu döneme oturtulması hiç şüphesiz sıradan
bir tesadüf değildir. İşte tam da bu yüzden, Hititlerin yıkılışından sonrasını
anlatan belgelerde, bu bölgede yükselen uygarlıkların sahipleri hep Trakya’dan,
Batı’dan gelmiş gibi ele alındılar. Doğu’nun, çok tanrılı dinler geleneğine ve
tarihine soğuk durması gerçeklerin açığa çıkmasını uzun süre engelledi. Doğu’nun
bu boşvermişliği Batı’nın da işine geliyordu nitekim.
Devam eden arkeolojik kazıların
sonuçları daha fazla örtülemedi ve Hellenler’in Anadolu’ya ilk girişlerinin
Truva savaşı ile olduğu ortaya çıktı. Hal böyle olunca tarih yeniden okunmaya
başlandı ve Homeros’daki çelişkiler, Evripides’in tragedyalarındaki kimi müphem
ifadeler aydınlığa kavuştu.
Frigler, Hititlerin devamıydılar ve
Hellenizm Batılıların anaerkil Anadolu’ya alternatif olarak uydurdukları,
Anadolulu dinsel ve kültürel motiflerin çarpıtılmasıyla uyarlanmış ataerkil bir
kültten başka birşey değildi ve bu kült üç büyük dinden biri olan Hıristiyanlığa
temel teşkil edecekti.
Kıtalar arasında bir köprü vazifesi
gören Anadolu, sadece tarım açısından değil, kültürlerin kaynaşması ve
zenginleşmesi açısından da son derece mümbit topraklara sahipti. Koca
yurdun anaç ikliminde kültürler kaynaşır ve yeni medeniyetler doğar, serpilir,
büyürdü. Truva savaşıyla birlikte bu coğrafyaya ilk defa kültür
emperyalizminin tohumlarının serpildiğini görürüz. Hellen emperyalizminin ilk
hedefi ise Anadolulu anatanrıçalardı, çünkü Hellen ataerkildi.
Anadolulu tanrıçalar teker teker
erkekleştirildiler. Bu zorbalığa direnenler ise şirret, çirkef, kıskanç ve
kavgacı gibi bir takım menfi karakter özellikleri ile yeniden
şekillendirildiler. Zeus’un, üremek için kadınlara ihtiyaç duymadığını göstermek
amacıyla kafasından doğurduğu tanrıça Athena; usu, yani aklı temsil eden;
başında miğfer, elinde kalkan taşıyan, erkekleşmiş bir tanrıçaydı. Bir kadının;
zarafet, letafet, şefkat ve merhamet gibi kadına matuf tüm mevhibelerden
sıyrılmadıkça akıllı kadın sayılamayacağı mesajının mitolojik simgesiydi
Athena.
Güzellik ve sevgi tanrıçası Aphrodit
ise sahip olduğu tüm sermayeyi ortaya serip erkeklere görsel şölen vazifesini
icra etmedikçe, yani vücudunu çırıl çıplak sergilemedikçe Olympus’da itibar
görmüyordu. Tüm bu cömertliğine rağmen saçma sapan yakıştırmalardan kurtulamıyor
ve kocası olan emek tanrısı Hephaistos’u aldatan bir sürtük, güzelliğini
kıskandığı Psykhe’nin anasından emdiği sütü burnundan getiren bir haset ve
nefret yumağı olarak mitolojideki yerini alıyordu. Bunların yanısıra Aphrodit,
güya Paris’i Helena’ya aşık ederek Truva savaşının çıkmasına neden olduğu halde
savaşta Truvalıları destekleyen çelişkili ve aptal bir tanrıçaydı.
Hera’nın durumunu bir önceki yazıda ele
almıştık ama kısaca özetleyelim. Hera, Zeus’un karısıydı ama bütün ömrü Zeus ve
Olympuslu tanrılarla mücadeleyle geçmişti. Dırdırcı, kıskanç ve hırçındı.
Hiç şüpheye yer bırakmayacak kadar
Anadolulu olan ve öyle kalmakta ısrar eden Demeter ise Hellenler’in eliyle,
susadığı zaman kendisine su ikram eden bir Anadolulu kadının oğlunu
kertenkeleye çevirerek ona teşekkür edecek kadar zıvanadan çıkarılmış, saçma
sapan bir kadına çevrilmiştir.
Tanrıçaları teker teker erilleştiren,
erilleştiremediklerini ise kirleten veya rezil eden Zeus bu kadarla yetinmez ve
ölümlüler dünyasına da el atar. Sıra insankızı insanlardadır. Ve çanak, çömlek,
çatal, kaşık, ev araba imalatçısı, zanaat ve emek tanrısı Hephaistos’a,
Pandora’yı halketmesi için emir verir. Pandora, yani “kadın” bir eşya olduğuna
göre, ebesi Hephaistos olmayacak da kim olacaktır? Hephaistos, Pandora’yı
yaratır ama eşya olduğu için ona ruh üflenemez. Zeus rüzgara emreder, rüzgar
eser ve Pandora canlanır. Promete’ye ceza olarak yaratılan bu nesnenin eline,
içine tüm kötülüklerin sığdırıldığı acayip bir kutu tutuşturur baba tanrı ve onu
Olemp’e yollar. Pandora’nın en büyük zaafı meraktır. Merakına yenik düşüp kutuyu
açan Pandora; yani “kadın” insanlığın başına musallat olan cümle belaların ve
günahların müsebbibi değil, bizatihi kendisidir. O bir cezadır…
Hellenizm’in Hıristiyanlığın üzerinde
yükseldiği mermer sütunlardan biri olduğunu söylemiştik. İlk kadının
yaratılışını anlatan bu hikayenin Hıristiyanlıkla hiç de alakası olmadığını
düşünenler çok yanılıyorlar. Daha düne kadar Fransa mahkemelerinde kadının
ruhunun olup olmadığı konusunda yapılan hararetli tartışmaları hatırlatalım.
Faşizm ve Kapitalizm konusunu gelecek
yazıya bırakalım…
http://adilmedya.com/makale.php?id=1901
İlk Yorumu Siz Yapın