11 Haziran Kızılay’ın kuruluşunun 140. yıldönümüydü. Kızılay kurucusunu unuturken, Medya da Kızılay’ı unuttu. Kızılay’ı ve kurucusu Abdullah Bey’i bir Avusturya gazetesi hatırladı.
Kızılhaç yardım kuruluşuna kardeş kuruluş olarak 11 Haziran 1868 yılında Miralay Dr. Abdullah Bey’in girişimleriyle kurulan Kızılay, halkımızın ilgisizliği ve kurum çalışanlarının kayıtsızlığı yüzünden uluslararası platformda hak ettiği yerlere gelemedi. Deprem kuşağında yer aldığı için yardım kuruluşlarına diğer birçok dünya ülkesinden daha çok ilgi ve alaka göstermesi gereken Türkiye, kendi yardım teşkilatı olan Kızılay’ın kurucusunu 140. yıldönümünde de unuttu.
Avusturya Gazetesi Dr. Abdullah Bey’i hatırladı
Ulusal gazetelerimizin hiçbirinde adı anılmayan Kızılay, kuruluşunun 140. yıldönümünde kurucusu olan Macar asıllı bilim adamı Miralay Dr. Abdullah Bey’le (Karl Eduard Hammerschmidt ) birlikte, bir Avusturya gazetesinde tanıtıldı. Wiener Zeitung’un “Aktüel Portre” kösesinde Hukuk ve Doğa bilimleri uzmanı olarak tanıtılan, Kızılay’ın kurucusu Dr. Abdullah Bey, “eter anestezi”nin de mucidi olarak anlatıldı.
Dr. Abdullah Bey kimdir?
Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya gelen Miralay Dr. Abdullah Bey, Transilvanya (Macaristan) doğumlu bir maliye memuru olan Anton Hammerschmidt’in oğludur. 20′li yaşların sonunda Viyana üniversitesinde Felsefe tahsili yapar, akabinde tıbba ve doğa bilimlerine merak sarar ve 1837 yılında tıp doktoru olur. Viyana üniversitesinde hem Zooloji okutmanı, hem de cerrah olarak çalışan Dr. Abdullah Bey, 1847-1848 yılları arasında Diş hekimi Dr. J. Weigner ile “Eter Anestezi” üzerine çalışır. Bu deneyler dünyada bilimsel anesteziyoloji’nin öncü çalışmaları kabul edilmektedir.
Doğa bilimlerinden, entomoloji (böcek bilim) alanında ün kazanan ve dönemin önemli bilimsel dergilerinden “Gazette Agronomique”te yazarlık yapan bilim adamının Entomolojideki uzmanlık alanı ‘böceklerin metamorfozu’ üzerinedir. 1830-1832 yılları arasında Breslav ve Viyana’da, dünya genelinde her sınıftan Bin’den fazla böceğin metamorfozunu sergiler ve bu başarısından dolayı Breslav Leopaldina-Carolina İmparatorluk Akademisi tarafından ödüllendirilir. Bu koleksiyon, o devirde, Dünya’da bulunan her sınıftaki böceklerin metamorfozunu gösteren en büyük koleksiyondur. Dr. Abdullah Bey, böcek metamorfozuyla uğraşırken, bir yandan da böcek parazitolojisi alanında bilimsel makalelere imza atmış ve yeni parazit türleri tanımlamıştır.
Osmanlı’ya sığındılar
6 Ekim 1848’ de “Viyana Ayaklanması” nın liderleri arasına katılan Dr. Abdullah Bey, 31 Ekim’de Viyana ayaklanması kanlı bir şekilde bastırılınca, Polonyalı Józef Bem ve bazı arkadaşlarıyla birlikte, Viyana’ya yaklaşan Macar ordusuna sığınır. Bem’e Macaristan’ın savunması verilince, onunla beraber kalır ve burada birçok askeri başarılara imza atar. Ancak bir süre sonra Ruslar’ın, Avusturyalılar’ın yardımına yetişmesi Bem’i ve çevresindekileri yenilgiye uğratacaktır. Temmuz sonunda orduları yok olur ve 9 Ağustos’ta Józef Bem yaralanır. Macarlar’ın kitleler halinde öldürülmesi ve korkunç işkenceler dönemi başlar. Diğer ülkelere iltica etmek isteyenleri hükümetler Rus ve Avusturya’dan korktukları için reddederler. Macarlar son olarak Türkler’den yardım isterler. Bu olayın neticesini, Prof. Dr. Ekrem Kadri şu cümlelerle dile getirir; “Bab-ı Ali, Türk ulusuna layık bir mertlikle sığınacak mültecileri geri vermeyeceğini bildirdi. Mülteciler böylece canlarını kurtardılar…”
Müslüman oldu ve Osmanlı’ya hizmet etti
Macar mültecilerden bazıları İslam dinini kabul ederler. General Józef Bem, “Murat (Paşa)” adını alır. Murat Paşa Halep valiliğine tayin edilir ve 1850′de orada ölür. Kemikleri 1929′da Halep’ten, Polonya’ya götürülür ve doğum yeri olan Tarnów’da adına yaptırılan anıt mezara gömülür.
Dr. Abdullah Bey İstanbul’a gelince Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane’ye atanır, fakat Avusturya sefaretinden gelen yoğun baskılar nedeniyle, bu kez Şam’daki bir askeri hastaneye Miralay rütbesiyle tayin edilir, oradan da Kırım’a geçer. Müslüman olup, Abdullah ismini alması bu döneme denk gelmektedir. 1855’te Kırım Savaşının bitmesine doğru İstanbul’a çağrılır. Önce Gülhane, ardından da Haydarpaşa hastanesinde hizmet verir. 1862’de Tıbbiye’de ‘İlm-ül’arz vel Maadin’ (Jeoloji ve Mineraloji) derslerini verir ve ülkemizde jeoloji öğretiminin öncüsü olur. Bu ders asistanı İbrahim Lütfi Bey tarafından daha da geliştirilir ve böylece, Dr. Abdullah Bey’in vefatından sonra da, jeoloji öğretiminde süreklilik sağlanmış olur. Ülkemizin bilim tarihi incelendiğinde Dr. Abdullah Beyin jeoloji, paleontoloji ve entomolojinin kurucusu olduğu anlaşılır.
Dr. Abdullah Bey aynı zamanda önemli bir kolleksiyoncudur. İstanbul civarında topladığı 1200 kadar fosil ve taş koleksiyonunu Paris Doğa Tarihi müzesine hediye eder. Rus jeolog Platon de Tchihatcheff bu fosilleri tür tayini için paleontoloji uzmanı De Verneuil’e verir ve tanımlanan fosiller arasında bulunan yeni türlerden birine “Cryphaeus abdullahi” adı verilir. Paris uluslararası Sergisinde kendisine jüri tarafından altın madalya verilmesine sebep olan değerli böcek koleksiyonu, beraberinde birçok bilgi ve belgelerle beraber, 1867′de Innsbruck’ta doğa bilimleri kongresindeyken çıkan bir yangında yok olur.
Doğa Tarihi Müzesi’nin Kuruluşu
Aldığı en önemli görevlerden bir tanesi de, 1870 senesinde Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane bünyesinde bir “Doğa Tarihi Müzesi” kurmaya memur edilmesidir. Bu fikrin henüz tasarı aşamasında olduğu 1867′de, Dr. Abdullah bey, Fransız Jeoloji Derneği’nde yaptığı bir konuşmasında; “Doğa Tarihi Müzesi” fikrinin dönemin padişahı Sultan Abdülaziz tarafından çok olumlu karşılandığını, Paris’e geliş nedenlerinden bir tanesinin de ileride kurulacak bu müze için altyapı çalışması yapmak olduğunu dile getirir. Nitekim 1870 senesinde ülkemizin öğrencilere ve halka açık ilk “Doğa Tarihi Müzesi (Le Musée d’histoire naturelle d’école Imperiale de Medicine a Constantinople)” Dr. Abdullah bey tarafından kurulur. 1290 (1873) salnamelerinde adı “Numunehane Müdürü” olarak geçer. Bu müze, 1900 yılında Darülfünun kurulunca “Fen Fakültesi Jeoloji Enstitüsü” ne verilmiştir. Daha sonraları, toplanan yeni malzeme ve Abdülhamit’in sarayda bulunan çok güzel ve kıymetli maden ve fosil koleksiyonu ile birleştirilip zenginleştirildikten sonra Vefa’da Jeoloji Enstitüsü olarak kullanılan Abdülkerim Paşa konağına taşınır. 28 Ağustos 1918′de meydana gelen Vefa yangınında enstitünün bütün kitap ve koleksiyonları yanmış ve bu müzeden geriye hiç bir şey kurtarılamamıştır.
Dr. Abdullah Bey; Leopoldino-Carolina İmparatorluk Akademisi (Academia Caesarea Leopoldino-Carolina), Padouene’deki Bilim ve Sanat Akademisi, Rovigo Bilim Akademisi, Erfurt Krallık Akademisi, Erlangen Tıp ve Fizik Derneği ile Altenbourg, Leipzig, Dresden, Moskova, Freiburg, Pesth, Breslev, Regensburg Doğacılar Derneği, Münih Politeknik Derneği, Paris ve Londra Entomoloji Dernekleri üyesi olmuş; III. Joseph ve Avusturya liyakat madalyaları ile ödüllendirilmiştir. Aynı zamanda Kızılay’ın kurulmasında da büyük çabalar sarf etmiş olup, Kızılay’ın kuruculuk şerefi kendisine tanınmıştır.
75 yaşında çalışırken öldü
Dr. Abdullah Bey, 1874 yılının Ağustos ayında Üsküdar-İzmit arasında yaptığı bir arazi çalışması sırasında, bütün gün güneş altında çalıştıktan sonra, Apopleksiye bağlı bilinç kaybı geçirir. Bu olaydan bir kaç gün sonra, 30 Ağustos 1874’de, İstanbul’da Kalyoncu Kulluğu karşısındaki kiralık evinde hayata gözlerini yumar ve Defterdar camisinin kabristanında defnedilir. Dr. Mustafa Münif Paşa bu acı kaybı not defterinde şöyle dile getirir; “Anadolu Şimendüfer hattı hadidinin güzergahında arazinin tetkikatı jeolojisininde bulunduğu esnada meşaku tabu ve firden terki hayat etmiştir…”
Mezarı kayıp, ismini cismini bilen yok
Hayatı savaşlar, sürgünler, sarsıntılar içinde geçen ve ömrünü insanlığın bekasına vakfeden bu çalışkan Bilim insanı Osmanlı’ya olan sadakatini ve şükran duygularını da Müslüman olduktan sonra, başındaki fesi hiçbir zaman çıkarmayarak gösterir. Batı’da çok büyük bir tanınırlığı ve yüksek bir itibarı olan eski adını Müslüman olduktan sonra -menfaat icabı dahi olsa- hiç kullanmayan Dr. Abdullah Bey’e Türk insanı ve hatta Kızılay derneği ne yazık ki sahip çıkmamıştır ve çıkmamaya devam etmektedir.
Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat (1975)’ın, “Macarlı Miralay Dr. Abdullah Bey’in Hayatı ve Türk Tıp Zoolojisindeki Yeri” (Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Dergisi. Cilt:5, Sayı:1-2, Sf:7-18) isimli makalesinde verdiği bilgilere göre; 1975 yılının Mart ayında mezarını aramak için adı geçen mezarlığa gitmiş ve karayolları tarafından yol genişletme çalışmaları sırasınsa birçok mezarın kaybolmuş olduğunu öğrenmiştir. Bu durum karşısında derin bir üzüntüye kapılan Prof. Dr. Unat şu satırları düşmüştür; “Umudum, kurucusu olduğu Türkiye Kızılay Derneği’nin ona bu caminin geri kalan kabristanında sembolik bir mezar yaptıracağıdır.”
Dogatarihi.net sitesinde, Dr. Abdullah Bey’le ilgili makalede, site sahibi Kadir Boğac Bunt şu acı gerçekleri dile getiriyor:
Şahsen Kızılay’ın böyle bir teşebbüste bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Lakin kurucusu olmasına rağmen şu an Kızılay’ın web sayfasının tarihçe bölümünde Dr. Abdullah Bey’in ismi ve resmi bulunmamaktadır. Yine eski kaynaklarda Ankara’da, Kızılay meydanında Dr. Abdullah Bey’in bir büstünün olduğundan bahsedilmektedir. Ben 1990 yılından beri Ankara’da olmama rağmen böyle bir büst görmedim.
Tıp tarihçisi Prof. Arslan Terzioğlu’nun verdiği bilgilere göre, Dr. Abdullah Bey öldüğünde Eyüp Defterdar Camii haziresine gömülüyor. Ancak Menderes döneminde hazire yol yapımı nedeniyle küçültülürken mezar başka bir yere naklediliyor. 1994 yılında tarihçiler Abdullah Bey’in ölümünün 120. yılı nedeniyle bir toplantı düzenliyor ve alınan kararla Eyüp’teki mezarını yeniden inşa ediyorlar. Kemikleri eski yerine koyup, mezar taşını yeniliyorlar. İki yıl sonra belediyeler yine rahat bırakmıyorlar ve Dr. Abdullah Bey’in kemiklerini Eyüp’ten alıp başka yere taşıyorlar, kabrini dümdüz ediyorlar. Kızılay’ın bânisi bu büyük bilim insanının kemiklerinin nereye defnedildiği ise bilinmiyor.
Dr. Abdullah Bey Avusturya’da Türkiye’de olduğundan daha iyi tanınıyor. Unutmaya ve unutturmaya çalıştığımız medar-ı iftiharlarımızı ne zaman hatırlayıp af dileyeceğimiz meçhul ancak mimarına sahip çıkmayan bir kuruluşun ihtiyaç duyduğu güvene de ilelebet kavuşamayacağı malumumuzdur.
Emine Karahocagil Arslaner
(Not: Bu makale özel haber olarak 12 Haziran 2008’tarihinde www.dunyabulteni.net sitesinde yayınlanmıştır. Bu yazının yayınlanmasından dört yıl sonra, 2012 Eylül ayında Kızılay, Dr. Abdullah Bey’in anısına bir anıt mezar yaptırmıştır. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat’ın umudu böylece gerçekleşirken, Kızılay’ın resmi İnternet sitesine de bir Tarih köşesi açılmış ve Abdullah Bey’e vefa borcu geç de olsa ödenmeye çalışılmıştır. )
İlk Yorumu Siz Yapın