Mahinur Özdemir’in ilk başörtülü milletvekili olarak Belçika parlamentosuna girmesi, Türkiye’yi ikiye böldü. Bir taraf tribünlerden „Haydi Brüksel’e Cumhuriyet mitingine!“ diye slogan atarken, diğer taraf „Belçika’da irtica yok azizim!“ diye salvo yapıyor.
Ömrünün büyük bir kısmını Avrupa’da geçiren ve Avrupa’nın dengelerini çok iyi bilen biri için ise Mahinur’un milletvekilliği sorularla ve sorunlarla dolu yeni bir sürece atılan ilk adım demektir.
Avrupa kıtasında bulunan hemen her ülkede -minik ayrıntıları saymazsak- aşağı yukarı aynı kriterler, aynı ahlak anlayışı hakimdir. Türkiye’de bulunduğunuz mevkide yükseldikçe işiniz azalır. Müdür memurdan daha az çalışır. Avrupa’da ise mekanizma ters işler. Mesleğinizde yükseldikçe çalışma temponuz artar, artmak zorundadır. Eğer artırmazsanız zarif bir tekme ile aşağı yuvarlanırsınız.
Mahinur’un başörtüsüyle birlikte, yaşı da çok vurgulandı. Genç milletvekilimiz de bu ayrıcalığının ve avantajının ne kadar farkında olduğunu fiziksel yaşını sık sık dile getirerek ortaya koydu ama, Avrupa’da fizik yaşınızdan ziyade kemal yaşınız mühimdir. Eğer yaşınıza uygun bir muhtevayla doluysa beyniniz ve ruhunuz rüşdünü ispatlamış ancak daha ileri gidememişse çok çabuk farkedilirsiniz. Ağır testlere tabi tutulursunuz, kaybetmeniz için herşey yapılır ve kaybettiğiniz zaman amaca ulaşılmış olur. İşte bu yüzden Mahinur’un genç yaşı ne kadar büyük bir avantajsa, bir o kadar da dezavantajdır. Avrupalının mükemmelliyetçi mentalitesine ve İslam’a olan bakışına aşina birinin, başörtülü bir bayanın milletvekili olmasını anlaması zor değil, ancak bu bayanın bu kadar çok genç olmasını anlaması ise işte bu yüzden biraz zordur… Zor çünkü parlamentoya girdiğiniz için değil, o mevkiye geldikten sonra gösterdiğiniz performansla anılır adınız bu coğrafyada ve başörtüsünün çok tartışıldığı bir dönemde başörtülü milletvekili olmanın sorumluluğunu tecrübesiz ve genç bir dimağ kolay kolay kaldıramaz.
Meclis; milletin iradesini konuşturduğu, problemlerine çözüm aradığı bir mekandır. Avrupalı parlamenterler İslamfobi’nin doğumundan beri bu mekanda kendilerine bir muhatap arıyorlar. Ülkelerinde yaşayan huzursuz müslüman azınlıkla konuşabilecekleri ortak bir dilin ve bir köprü atabilecekleri ortak merkezlerin arayışı içindeler. Oryantalistlere islami araştırmalarda bulunmaları ve bu ateşli dini ılıtmaları, modern dünyaya yanaştırmaları için çok büyük paralar teklif ediyor ; uyum çalışmaları kapsamında toplantılar, konferanslar tertipliyor, mevcut bütün müslüman temsilcilerle irtibata geçiyorlar. İslam’ın yıllardır gündemden düşmemesi , İslamfobinin her geçen gün güç kazanması başörtülü bir bayanı meclise taşımıştır ve bu sonuç son derece doğaldır. Mahinur Özdemir İslami meselelerde başvurulacak ilk merciilerden biri olacağı için, görsel bir malzemeden öte, çok mühim bir temsilcidir; müslümanların temsilcisi.
Habertürk’ün gerçekleştirdiği kısa ropörtajda Mahinur, ilk icraatının ne olacağı sorusuna çok ilginç bir cevap verdi; üçüncü nesille birinci nesli barıştıracağım… Bu cevap bana, bir iki dakikalığına Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulan yirmi üç nişan çocuğunun; „kuşak çatışmasını kaldıracağım. Annem benimle evcilik, babam da atçılık oynayacak“ şeklidenki cevabını hatırlattı. Üçüncü nesil birinci nesle kırgın mıydı? Bütün derdimiz buydu demek.
Hayır, böyle bir derdimiz yok. Kaldı ki kimse kimseye kırgın da değil. Avrupa’daki Türklerin derdi denge kuramamaktır. Birinci neslin yegane problemi paraydı. İhtiyaç duyduğu parayı tedarik edip memleketine dönecekti ancak olmadı. Hazırlıksızdılar ve kararsızdılar. Dengesizliği kabullendiler ve onunla yaşamaya alıştılar. İkinci nesil iki kültür arasında bir denge kuramadı. Tahteravallide ayakları yere bastığı zaman kendilerini Avrupalı sandılar ama hiç beklemedikleri bir anda havalandılar. Bu yüzden de hep büyük bir özgüven eksikliği yaşadılar. Üçüncü nesil, yani Mahinur’un nesli Avrupa kültürüyle daha fazla haşır neşir olabildiği için ileri derecede bir özgüvenle hareket etti; hemen her ortamda kendisini göstermekten, fikrini beyan etmekten çekinmedi. Daha ileri gittiler, daha cesur davrandılar hatta çoğu zaman Türk ve müslüman olduklarını unuttular ama içinde yetiştikleri toplum bunu hiçbir zaman unutmadı. Evlerinde aldıkları kültürel eğitimi ve ‚mensup oldukları din‘i ikinci bir ident olarak kalplerine hapsederek karıştılar cemiyete. Özgüvenin dozu aşırıya kaçınca kimlikleri bir tokat gibi çarpıldı suratlarına.
Bundan birkaç yıl önce Alman devlet televizyonu ZDF’de çok izlenen bir programa davet edilen başörtülü avukat kızımızın stüdyoda yaşadığı bunalım, temelsiz ve desteksiz bir ‚kendine güven‘ duygusunun nelere yol açacağını resmediyordu. Kızımız yöneltilen ilk soruya cevap veremeyip terlemeye ve yutkunmaya başlayınca,stüdyodaki misafirlerin asılan suratları karşısında programı terketmek zorunda kalmıştı. Bu hadise Avrupa’da İslam’ı temsil ettiğinin bilincinde olan, sosyalleşmeyi başarmış tüm başörtülü bayanlar açısından büyük bir ayıp olarak tarihe geçti.
Mahinur da başındaki örtünün çok fazla dile getirilmesinden rahatsızlık duyan, üçüncü kuşağın pragmatik karakterini bünyesinde taşıyan, foto sentez bir model gibi duruyor. Başörtüsü konusunda Türkiye’nin duyduğu hassasiyeti fazla abartılı bulan Mahinur kardeşimiz niçin seçildiğini biliyor olsa dahi, nelerle karşılaşacağının çok fazla fevkinde değil.
Onu izlerken hafızam bir diğer Özdemir’e kaydı. Cem Özdemir de ilk seçilen Türk milletvekili olması hasebiyle Türkiye’den büyük bir alaka görmüş lakin bundan pek de memnun olmamış hatta etnik kimliğinin altının fazlaca çizilmesinden dolayı rahatsızlık belirtileri göstermişti. Bir Alman parlamenterin „Siz bir Türksünüz. İsterseniz kendi vatandaşlarınızla, onların dertleriyle daha fazla ilgilenmeyi tercih edin“ şeklindeki çağrısı Özdemir’de deprem etkisi yarattı. Büyük bir değişim geçirdi Özdemir ve zamanla daha kıvrak bir Türkçeyle konuşan, Türkiye’deki siyaseti de yakından takip eden, Türk kökenli Alman siyasetçi profili çizerek zirveye taşındı ve Alman yeşiller partisinin başkanlığına seçildi.
Mahinur Özdemir başörtüsünü bir aksesuar olarak taşımadığının ve bu ayrıntının her daim karşısına çıkarılacağının bilincinde olmalı. Bu konuda kendisine yöneltilen soruları her zaman büyük bir sabırla karşılamalı ve daha derinlikli cevaplar hazırlamalı. İlk meselesi nesiller arası çatışmayı(!) önlemek değil, Avrupa’daki İslamfobinin zihinlerden kaldırılması için çaba göstermek olmalı çünkü o; müslüman başörtülü bir bayan olduğu için seçilmiş olmasa bile, bu vasfıyla sığaya çekilecektir. İslam’ı çok iyi bilmeli, İslami ilimleri eğer tahsil etmemişse bundan sonra telafi etmeli. Etmeli, çünkü siyaset hayatı boyunca en çok İslam’la alakalı sorularla karşılaşacaktır ve tabi daha da önemlisi; derhal türkçesini düzeltmeli. Türkiye’yi çok önemsemeli ve Türkiye’yi çok iyi tanımalı.
Türkiye’deki reaksiyonlara gelince… Unutmayalım ki Türkiye’den farklı olarak Avrupa’da seçilmek değil, icraat önem taşır. Muhafazakarlarımız yine, bir zamanların ezilmişliği ve o rezil aşağılık kompleksinin etkisiyle büyük laflar etmemeli ve Mahinur’un zaferini kendilerine mal etmeye kalkışmamalı. Bir zamanlar başörtüsü konusunda Avrupa’da gösterilen hoşgörüden dem vurduklarını, sürekli Avrupa’yı işaret ettiklerini ancak Avrupa insan hakları mahkemesinin kararıyla nasıl yıkıldıklarını unutmamalılar. Avrupa’da bugün yasal olan birşey ertesi gün küllün yasak olarak karşımıza çıkabilir. Avrupa İslami ve hukuki meselelerde asla bizim örneğimiz değildir, olamaz.
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Avrupa’daki üçüncü kuşak bizim lehimize olabilecek köklü değişimleri gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip değil. Bu güce sahip birkaç istisna kimliği ise Avrupa zaten çok iyi tanıyor ve fırsat vermiyor. Ne bizim gençlerimiz o büyük reformları gerçekleştirebilecek kültüre, birikime, azme ve celadete sahip ne de Avrupa‘nın bu değişimleri hazmedebilecek kadar büyük bir gırtlağı var. Bizim rüyalarımızın gerçekleşmesi için daha çok kuşağın eskimesi gerekiyor.
İlk Yorumu Siz Yapın