“Düşünmek keçi yollarında dolanmaktır” der bir büyük bilge. Uçurumlardan yuvarlanma tehlikesi şahikalara tırmanmaktan alıkoyar insanları. Bu yüzden düşünmekten korkarız oysa “tefekkür” ilahi mesaja ulaşmak için kutlu makama iletilen bir talep. Talep olmadığı takdirde “arz” sunulmaz veya karşılıksız kalır. Ve eğer tefekkür yoksa, bilfiil şehadete dayalı hakikatlerin yeri kulaktan dolma bilgilerle istila edilir.
İnsanların büyük kısmı “yuvayı dişi kuş yapar” sözüne gönülden iman etmiştir örneğin. “Acaba öyle midir?” sorusunu sormak ve kafalarını doğaya çevirmek akıllarına gelmez.
Belki de işlerine gelmez…
Eğer doğayı kendi aklımızla okumaya cesaret edebilirsek göreceğiz ki, hayvanlar aleminde -en azından yavruların hayatlarına tek başlarına devam edebilecekleri güne kadar- eşler arasında eşit iş bölümüne dayalı adil bir ilişki söz konusudur. Yuvayı dişi ve erkek kuşlar birlikte kurarlar ve kuluçkaya dahi sırayla otururlar. Bu durum yalnızca evcil hayvanlarda farklılık gösterir, çünkü insanoğlu onların da doğasını bozmuştur. Diğer bazı hayvan cinslerinde ise anne yeterince güçlü olduğu için erkeği yanında istemez.
“İnsan”a gelince…
“İnsan” sadece üremez. Aynı zamanda üretir ve üleşir. İşte bu noktada insan ilişkileri kaçınılmazdır ve doğrudan “ahlak” kavramını doğurur. Ahlakın merkezinde ise “hak” vardır.
Üreme içgüdüsü ölüme karşı biyojik bir savunmadır. Bedeninden kopan bir varlıkla yeniden doğma ve geleceğe taşınma insiyakı üremeyi tetikleyen doğal reflekslerden biridir ancak erkek burada kadının sahip olduğu bir fıtri imtiyazdan mahrumdur. Kadın çocuğun kendisine ait olduğunu bilir. Erkek emin değildir ve kendinden olup olmadığı meçhul olan bir üremeyi taahhüt etmek istemez. Üreme ihtiyacının karşılıklı rızaya bağlanması sonucu ortaya çıkan “hak” meselesi bir akidle (nikah) çözülür.
Nesilden nesile taşınan tecrübeler ve bu tecrübelerin paylaşımında eksik bırakılan detaylar neyin niçin yasaklandığı konusunda düşünmemizi engeller. Toplumsal baskı çok şiddetlidir ve bizler, kanunlarla güçlendirilen birçok kurala gerekçesini bilmeden tabi oluruz. Nikah ve zina kavramları da bu sığlıklardan nasibini alır.
Kişisel gelişim kitaplarında, seminerlerde çok sık anlatılan bir deney vardır. Bir kafes, bir hevenk muz ve yedi maymun deneyi.
Araştırmacılar, tavanı basınçlı soğuk su fışkırtan fıskiyelerle donatılmış geniş bir kafesin ortasına bir merdiven yerleştirirler. Merdivenin tepesinden de bir hevenk muz asılır. Kafese konulan yedi maymundan biri merdivenlere hamle yapıp muza ulaşmak istediği an fıskiyelerden maymunların üzerine soğuk su fışkırtılır. Bir süre sonra bir başka maymun az önce yaşanılanları unutup muzlara yönelmek istediğinde yeniden tüm maymunlara soğuk duş şoku yaşatılır. Artık maymunlardan hiçbiri merdivenlere yaklaşmaz. Araştırmacılar olayı kavrayan maymunlardan birini alıp acemi bir maymunu kafese koyarlar. Yeni maymun muzu farkedince merdivenlere hamle yapar ancak daha soğuk duş sensörleri devreye girmeden diğer maymunların hışmına uğrar. Maymun terbiye edilmiştir ve merdivenlerden uzak durur. Daha sonra sırasıyla eski maymunlar yeni bir maymunla değiştirilir ancak kafese gelen her yeni konuk merdivenlere yaklaştığı sırada diğer maymunlar tarafından cezalandırılır. Soğuk duş fıskiyeleri kaldırılmıştır aslında ve kafeste artık böyle kötü bir tecrübeyi yaşayan maymun da kalmamıştır ama merdivene maymunlardan hiçbiri yaklaşmaz.
Nedenini ve niçinini tam olarak bilmediğimiz halde, akıl sahibi varlıklar olduğumuz ve mantıklı bir açıklamaya ihtiyaç duyduğumuz için kendimize göre gerekçelendirdiğimiz kurallarla çevrilidir etrafımız.
Minareler ezan sesinin her taraftan duyulmasını sağlamak amacıyla inşa edilmişlerdir ancak biz onları dinin bir gereği addeder ve adeta kutsarız.
Aynı şekilde, neslin devamını sağlayan doğal bir birlikteliği haz aracı yapmayı engellemek ve bu birliktelikten doğan sonuçların paylaşımında dengeyi ve adaleti sağlamak amacıyla konulan “nikah” kuralı zamanla asıl gayesinden saptırılmış ve erk’in toplum üzerindeki kontrol silahı haline getirilmiştir. İki insan eğer devlete, yani mevcut otoriteye bildirmeden bir araya gelmeye ve yuva kurmaya kalkışırlarsa zina yapmış olmakla suçlanırlar ancak otoriteyi haberdar ettikten sonra bir yuva kuran adamın karısına şiddet uygulaması, evin tüm sorumluluğunu eşinin omuzlarına yüklemesi, çocuklarıyla ilgilenmemesi zina sayılmaz.
Eğer bir birliktelikte egemen anlayışın anladığı şekilde bir “zina” yoksa, toplum diğer tüm rezaletleri tolere etmeye yatkındır. Bu anlayış o kadar uç sapmalara yol açar ki, üremedeki baş faktör olan kadının klasik anlamdaki zinası, yani eşini aldatması hastalıklı bir “namus” felsefesi ile ölüme kadar varan ağır cezalarla karşılık bulur ancak geneleve uğrayan erkek hoşgörülür. “Yuvayı dişi kuş yapar” mantığıyla kurulan bir yuvada erkek bütün sorumluluğunu eve ekmek getirmekle sınırlandırabilirken, kadından beklentiler azalmaz. Kadın tarlada çalışır ama erkek evdeki bulaşığı yıkamaz. Ahlak ise doğal olanın içinde kalmaktır. Doğaya, dolayısı ile doğal olana ters bu birliktelikler sağlıksız ve mutsuz nesiller olarak bize geri döner.
Günümüzde, “üreme” amacı silinip sadece “haz” aracı olarak tanımlanan ve kapitalizmin kışkırtıcılığı ile bir sektör haline dönüşen “cinsellik”, birleşen tarafların da birbirlerini metalaştırmalarını zorunlu kılıyor. Saygı ve sevgi gibi kavramları dillerinden düşürmeyenler, üremeyi değil de üreme güdüsünü amaçladıkları için partnerlerini de araç veya eşya olarak görmeye devam ediyorlar.
Şunu net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor: zina, namus ve iffet gibi kavramlar yüksek ahlak anlayışı ile yeniden yorumlanmadıkları sürece kadın cinayetleri artarak devam edecektir. Karısını kendisine ait bir eşya gibi telakki eden adam onun üzerindeki tüm tasarruflarını meşru sayacak ve bunu yaparken toplumsal kabulleri, dinin vicdanı yok sayan erk eksenli yorumlarını baz aldığı için ne halk nezdinde ne de kanun nezdinde tam anlamıyla suçlanamayacaktır. Arkaik akılla yoğrulan kadın da “eşya” olduğu düşüncesi ile, uğradığı şiddeti bir sahiplenme işareti sayacak, köle psikolojisi ile eşine tabi olacak, madden eşini sömürecek ve çocuklarına eşya muamelesi yapacaktır.
Zinanın aslında ne olduğunu ve İslami boyutunu gelecek yazıya bırakalım
İlk Yorumu Siz Yapın