"Enter"a basıp içeriğe geçin

Oksident, sana bunu kim hatırlatacak?

İnsanlar da, diğer mahlûklar gibi, kucağında yetiştikleri cemiyetin bazı hassalarını alırlar ve bunları asırlar boyunca muhafaza ederler. Değişik milletlere, kültürlere ve dinlere mensub insanların yabancı muhitlere intibakındaki mutat problemlerin halli belki de bu tesbitte mündemiçtir. Hayvanlar gibi insanlar da çoğu zaman insiyaklarına söz geçiremezler. Alışkanlıkları bir elbise gibi taşırlar üzerlerinde ve çıkardıkları zaman kendilerini çıplak hissederler. Bu hakikate inanmak için dağ ve ova koyunlarını temaşa etmek ve müşahedelerimizi insan kümelerine şümullendirmek kâfidir. Ova koyunları çayırı bol meralarda sıkışık bir halde otlanırken, dağ koyunları otu seyrek olan dağ eteklerine dağınık bir halde yayılırlar. Ova koyunlarını dağlara, dağ koyunlarını ovalara saldığınızda karşılaşacağınız manzara ecdadımızın, “boğaz yediğini, sırt giydiğini ister” darb-ı meselini hangi hikmete dayanarak terennüm ettiği sorusuna bir cevap olacaktır. Dağ koyunları alçak ve otları sık meralara yayılarak otlamaya devam edeceklerdir. Ova koyunları ise otları seyrek dağ eteklerinde de birbirlerinden ayrılamayacaklardır.

 

Kazanılan ya da genetik bir miras olarak soydan soya intikal eden kabiliyet ve alışkanlıkların değişmesi için birçok nesillerin geçmesi lazımdır. Ancak yüzyıllık bir fasıladan sonra belki serkeş bir kuzuda dağcı bir ruh uyandırılabilir yahut yabani bir dağ keçisi evcil bir koyunun halet-i ruhiyesine bürünebilir.

 

 Avrupa bu basit hakikatin cahili midir yoksa bu hakikate uygun, yani mazisinden gelen alışkanlıklarıyla mı hareket etmektedir, anlamak çok zor… Eskiden beri Salip için bir dehşet kaynağıydı İslamiyet. Müslümanların dinleriyle iştigal etmemesi için her türlü tedbiri ve önlemi aldı. 11 Eylül 2001’e kadar Müslümanların gırtlağına binerek batıl’larını anlatamayacağının bilincindeydi ve kah müttefikleri vasıtasıyla, kah maskeli adamlarını salarak, Kırk haramilerin mağarasındaki gizli hazineleri heybesine indirdi ve kendi aşısını mümin damarlara zerketti. Aşılar tutmamış olacak ki artık cebren Müslümanları asırlık libaslarından soyundurmaya çalışıyor Abendland… Abendland, yani karanlıklar ülkesi Batı…

 

İslami Terörizm, Amerika’nın sömürgeleri üzerinde vesayet hakkı kazanmak için uydurduğu bu mahkûmiyet kararı, Amerika’nın kadim kuklaları Avrupalı beyinlerde de şimşekler çaktırdı. Amerika’nın sevk ve denetiminde İslam dünyasını kana bulayan İslamofobi kasırgası, Avrupa’yı yurt edinen Müslümanları da takibe aldı.

 

Biz bu senaryoya ne kadar da aşinayız. Büyük düşünürün ifadesiyle; bu çok eski bir hikâye my Darling… Asya’yı Avrupalılaştırma, İslam’ı Hıristiyanlaştırma hikâyesi… Bu emeli gerçekleştirmek için önce silaha başvuruldu. Müslüman Türk’ün mukabil taarruzu haçlı emellerini akamete uğratınca sıcak savaşın yerini soğuk savaş aldı. Emperyalist Avrupa Asya’yı dostça hulule çalıştı. Yalan, desise, riya… Hiçbiri işe yaramadı. Batı’nın asırlardır uğraştığı lakin teslim almaya bir türlü muvaffak olamadığı tek kaledir İslamiyet. Kıtalar arasında ezeli bir savaş yoktur. Savaş Avrupalının, Amerikalının ruhundadır. Nizamını bir türlü kuramayan bu huzursuz ruh, arzı bir salhaneye çevirmekten hiç imtina etmemiştir, etmez. Amerika ve Avrupa’nın İslam âlemini boyunduruğu altına almak temayülü şimdi bir avuç lakırdıda billurlaşmaktadır: Terörle mücadele, İnsan hakları, Entegrasyon vs… Bir zamanlar bunların hepsi tek kelimeyle özetlenebiliyordu: Avrupalılaşmak.

 

Almanya’da üçüncüsü icra edilen İslam Konferansında, bütün bu fikri ve zikri taarruzlar resmi ağızlardan yükselip imzalı belgelerle kayıt altına alınmak istendi. Müslüman dernek ve kurumların temsilcileriyle aynı masayı paylaşan Alman siyasetçiler; topraklarını yurt edinmiş, çarklarına terlerini akıtmış, tarihlerinde iz bırakmış insanlardan tuhaf taleplerde bulundular. Konferansın mimarı içişleri bakanı Wolfgang Schäuble daha görüşmeler başlamadan verdiği bir mülakatta Müslüman göçmenler hakkındaki tasarılarını faş ediyordu. Mezkûr Röportajında Müslümanlar için; “Ya bize uyum sağlarlar ya da çok daha ağır yaptırımlara kendilerini hazırlarlar“ diyordu Schäuble lakin ne demek istediğini ancak konferanslar başlayıp emri vakiler önümüze sürülünce idrak edebildik. “Bizim “Werteordnung”’umuzu, yani alışkanlıklarımızı, yani örfümüzü töremizi, düğünümüzü derneğimizi, ahlak anlayışımızı benimseyecek, kabul edeceksiniz“ dediler. İslam dersinin devlet okullarında resmi ders olarak okutulması kararının da çıktığı müzakerelerden yüreklerinde buruk bir sevinç ve kafalarında soru işaretleriyle ayrıldı Müslümanlar…

 

Schäuble, “Yobazlara rakip olacağız” cümlesiyle müstakbel İslam derslerinin muhteviyatını mı özetliyordu? Kur-an’daki İslam’ı yoksa Avrupalı Oryantalist ve reformistlerin süzgecinden geçmiş, Alman devletinin mührü ile Anayasa’ya sadakati ibraz edilmiş Euro-İslam mı öğretilecekti çocuklarımıza? Nasıl bir İslam olacaktı bu İslam? Werteordnung; yani değerler tüzüğü ifadesi üzerinde yoğunlaşan münakaşalardaki ayrıntıları da, toplantı sonrasında yöneltilen sorulara alınan muğlâk cevaplar aydınlığa çıkaramadı. Neyi, hangi kriterleri, kimin, hangi sıfatla bizim adımıza onayladığını; bizi temsilen kimin kimlerle ittifak sağladığını ve dolayısı ile bizi Almanya’da nasıl bir geleceğin beklediğini bilmiyoruz.

 

Filhakika, Almanya Müslümanların önüne bir yol haritası koyduğunu iddia ediyor ancak Müslümanlar kendilerini rayların üzerinde gider gibi hissediyor. Rayların, bu cahil ve zavallı güruhu nereye götürdüğü meçhul… Makinisti tanımıyoruz, kondüktörümüz Sayın Schäuble ara sıra görünüp görevlerimizi tebliğ ediyor ve istikametimiz hakkında bölük pörçük malumatlar veriyor. Stern dergisine verilen Röportajda bu beklentilerden en masum ve en vasatı açık seçik ifade ediliyor: „Müslümanlar Almanca öğrenmek, Alman hukukuna ve Alman Anayasa’sındaki Alman değerler tüzüğüne riayet etmek zorundadırlar. Bu değerlere göre kadın erkek eşittir. Müslümanlar kız çocuklarını yüzme derslerine göndermek zorundadırlar çünkü Alman hukukuna göre kadın erkek eşitliği esastır. Kızını yüzme dersine göndermek istemeyen aile bir karar almak zorundadır. Kızını nasıl istiyorsa öyle yetiştirebileceği bir ülkeye gidebilir“ diyor içişleri bakanı, muhafazakâr ailelere kapıyı göstererek… Daha teferruatlı bilgiye ihtiyacımız olduğunu hisseden duyarlı(!)siyasi bünyelerden Christine Haderthauer (CSU) mükemmel bir teklifle düşüyor gündeme. Haderthauer der Spiegel’e verdiği mülakatta „İslam dersleriyle birlikte Müslüman çocuklara Hıristiyan-Batı değerlerini anlatan dersler de verilmeli“ diyor. Ve aklıma İncil’deki „benden yana olmayan bana karşıdır“  sözü geliyor her ne hikmetse…

 

İnsanları da koyun gibi gütmeye talipseniz alışkanlıklarından vazgeçmeleri için onlara zaman tanımalısınız…

 

Koyun olmadığı için güdülmeye rıza göstermeyecekler için yapabilecek hiç bir şeyiniz yok. Onların insan olduklarını artık hatırlamak zorundasınız…

 

Ey Oksident, sana bunu kim hatırlatacak?

 (timeturk.com sitesinde yayınlanmıştır)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir