"Enter"a basıp içeriğe geçin

Uyumsuz Türkler ve uykusuz geceler

Uykusuz gecelerde, zaman gemisinin ardında bıraktığı anaforlar arasında yorgun düşer zihnimiz. Uzun ve şifalı bir dinlenme umuduyla söndürürüz lambayı. Ama karmakarışık düşünceler içinde zihnimiz, uykuya ulaşabilecek huzurlu yolu ararken gecenin sağaltım haznesi harcanıp gider ve yorgun göz kapaklarımızın altından son görüntüyü de kovduğumuzda biliriz ki çok geçtir artık, az sonra sabah namazı için doğrulacağızdır yatağımızdan.Uyanık saatlerimizde gazete başlıklarından bilinç altımıza saldıran haberler, uyumayı başarabildiğimiz gecelerimizden birine tesadüf etmiş sürreal düşlerimizden tanıdığımız sessiz gürültülere ne kadar çok benzerler.

 

Geçtiğimiz hafta Alman gazeteleri, Almanya’da yaşayan bilinçli Türklerin gecelerini uykusuz, gündüzlerini huzursuz bırakan gürültülerden birini manşet yaptı. Almanya Türk Toplumu (TGD),  Alman Sendikalar Birliği (DGB), Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Türk Vatandaşları Konseyi (RTS) ve Almanya Türk Veliler Birliği Federasyonu (FÖTED),  Federal Meclis (Bundestag) ve Federal Eyalet Temsilciler Meclisi (Bundesrat) tarafından kabul edilen sertleştirilmiş Göç Yasası nedeniyle uykusuz kalan Türklerin sesini, 12 Ağustos tarihinde Berlin’de toplanan 2. uyum zirvesine katılmayarak duyurdular. Bu haklı boykot Alman Şansölye Angela Merkel tarafından “Hükümete ultimatom verilemez!” gibi gayet veciz(!), uyumu hedefleyen zirvenin gayesine cuk diye oturan, uyumlu(!) ve uygun(!) bir cevapla karşılık bulurken, yine Merkel’in “biz artık göçmenler hakkında değil, bizzat göçmenlerle konuşuyoruz” iddiasını da yerle yeksan etmeye yetti.

 

Bir kucak kibir, iki arşın ön yargı, üç çay kaşığı itidalden mücessem Alman hükümet erbabının kalbur üstü yorumlarını okurken Theodor W. Adorno’nun bir sözü yankılanıyor hafızamda:

 

“Bir Alman, söylediği yalana inanma zorunluluğunu duyan kişidir.”

 

Bazı yalanlar uzun bacaklı olurlar, kendi zamanlarının önünde giderler. Arkalarından ne kadar koşarsanız koşun onları  yakalayıp imha edemezsiniz. Özellikle kurnaz politikacıların dillerine pelesenk ettikleri bu habis yalanlar, hızlı oldukları için halkı yanıltmakta da pek mahirdirler. Akıllı vatandaşları ve mağdurlarını peşlerinde koşturup yorgun düşürdükleri için, cin fikirli yönetici zekalara zaman kazandırırlar. Alman politikacıları diğer Avrupalı meslekdaşlarından ayıran yegane vasıfları yalanlarına inanmalarıdır. İnanırlar, çünkü inanmadıkları zaman faaliyete geçemez, hiçbir iş yapamaz hale gelirler. En berbat olanı da, kendinizi paramparça etseniz; yabancıların leylekler tarafından Kaf dağından getirilmediğini, kötü kaderlerinden kaçanların onların ülkesinde Bremen müzik topluluğunu kurabilecek kabiliyete sahip olabileceklerini, cam bir tabut icinde derin uykulara gömülen prensesin en doğal haliyle ülkelerindeki Türkler olabileceğini, bu garibanların bir gün sihirli bir buse vasıtasıyla gözlerini aralayabileceklerini anlatamaz, asla inandıramazsınız… Bahçesini düzenleyen bir Almanın ruh hali içinde ülkelerindeki bütün yabancıları ayrık otu gibi algılar,  temizleyebildiklerini temizler; köklerini derinlere salanları, entegration, uyum adı altında kendi peyzajlarına inatla uydurmaya azmederler. Almanya’yı alınlarının teriyle sulayarak vahalaştıran bu insanların ayrık otu olduklarına inanmışlardır bir kere; en az onlar kadar insan olduklarını, kendilerine özgü bir mentaliteleri, kültürleri, yaşama biçimleri olduğunu hatırlatmak fuzulidir. Birleşmiş Milletlerin, mevcut eğitim sistemlerinin göçmen çocukları  ezip geçtiğini söylemesi de, Avrupa Konseyinin yeni göç yasasını tenkid etmesi de, aynadaki resimlerine aşık bu narsist bünyeleri silkeleyemez.

 

Yeni göç yasasıyla ülkelerinde yaşayan yabancılara, „bana ya uyacaksın yahut da çekip gideceksin“ emrini veren Alman hükümeti, Türklere özel yeni bir madde ile hodgamlığın zirvesine çıkıyor. Evlilik akdi ile Almanya’ ya gelmeyi düşünen Türkler bundan sonra Almanca bildiklerini ispat etmeden sınırdan içeri sokulmayacaklar. Mezkur maddeyi, zorunlu evliliklere ve dil yetersizliğinden dolayı karşılaşılabilecek zorluklara karşı alınmış masum bir tedbir diye savunan, yani Almanca bilen her bireyin evleneceği insanı özgür iradesi ile seçeceğini, Almanca bilmeden Almanya’ya hicret edenlerden sadece Türklerin türlü belalara düçar olacaklarını düşünen bu bedenleşmiş demokrasileri, adalet ve merhamet timsallerini kutlamak vazifemizdir. Uyum zirvesine katılmayarak bu vazifelerini ifa etmeyen gafil ve cahil ve hatta sefil Türkler, derhal Sauerkraut’ları kıtır kıtır mideye indirdikten ve Alman birasıyla kafayı demledikten sonra, soluğu bayan Merkel’in huzurunda almalı ve çatır çatır Almancalarıyla özür beyanında bulunmalıdırlar. Aksi halde bu zihniyet bizi yakın bir gelecekte “uyumsuzlar” diye fişleyip kıtır kıtır doğrar. Bizim gönüllü eğitim fedailerimiz, 15 kişilik sınıflarda haftada iki saatlik Almanca dersi için aylık 60 euro talep etmeye; Gymnasiumlara gitsinler, Üniversitelerde okusunlar diye bayıldığımız bu paralarla Mogadişulu bebelere İstiklal Marşı’nı ezberletmeye o zaman da devam ederler mi, bilemiyorum. Ederler vallahi! Zira, Almanya’daki Türk gençler Almanya’da “potansiyel terörist”, Türkiye’de “Almancı zibidi” diye oradan buraya, buradan oraya dehlenirken, Mozambikli çocuğun okuduğu türkülerle duygusal patlamalar yaşayanların çoğunluğu oluşturduğunu biliyoruz. Yurdum insanının milliyetçi duygularını harekete geçirip şovenist ruhunu şaha kaldırmak için, Gambiyalı çocuğun Türkçe şiir okuması, Türk çocuğun ise Türkçe’yi unutması gerektiğini de biliyoruz. Türkler aşağılık komplekslerini tedavi etmeyecekler ve öldü mü kaçtı mı, ne olduğu bilinmeyen Hitler, Almanların beyinlerinin bir yerinde sonsuza kadar yaşamaya devam edecek. Bütün bunlar malumumuz.

 

Malumumuz olan başka birşey daha var: Almanya Cumhurbaşkanı Köhler yeni göç yasasını onaylarsa, önümüzde uykusuz geçireceğimiz daha çok gecemiz olacak.

(dunyabulteni.net sitesinde yayinlanmistir)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir