"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yeniden Anadolu, yeniden Kibele

Ben işte burdayım . Herşeyin anası tabiat benim.
Bütün unsurların hakimesi, bütün başlangıçların başlangıcı,
uluhiyetlerin en yükseği, gölgelerin kraliçesi,
göktekilerin birincisi… Birçok şekiller altında
bütün dünyada tebcil edilen biricik uluhiyetim.
(Apuleıus, Metamorphoses XI.5.)

Toprakları Ataerkil Olimpus`un öfkeli ve entrikacı tanrıları tarafından talan edilinceye kadar, Kibele‘nin tebessümü silinmez yüzünden ve bebelerini emzirmeye devam eder. Onun ne erkte gözü vardır, ne hükümranlıkta. Ne baştan çıkarıcılığı vardır, ne de cinsel bir cazibesi. Kibele masum bir Anadolu kadını, bir ana… Üreten, emek veren, erkeğiyle yan yana duran bu „ana“ bizim on bin yıllık mirasımız.

Helen`in tahakkümü ve sömürüsüyle tanışana kadar Kibele kültürünün merkezi olan İzmir`de insanlar, „bereket ana“nın kollarında huzur içinde yaşarlar.  Sardes`ten Milet`e kadar Kibele kültürünün hakimiyeti altında kalan bölge insanlık tarihi boyunca Anaerkil Anadolu ile Ataerkil Avrupa`nın çarpışmasına şahitlik eder. M.Ö birinci bin sularına kadar bölge Kibele merkezidir. Bu tarihten sonra İon kolonizatörleri Artemis`i getirir ama kültü değiştiremezler. Hıristiyanlık dahi Anadolu insanına anasını unutturamaz. Efes`teki Artemis kültü Meryem ana sunağına çevrilerek yine bir ana adına hizmet vermeye devam eder. Yunan`ın bütün zorbalıklarına direnen Anaerkil Anadolu`nun ana tanrıçası Kibele, inatla kendisini unutturmaz. Cevat Şakir`e göre Kibele`nin adı Hübel(Kabe)`e kalbedilerek Mekke`ye götürülür ve Kabe`ye dikilir. Son din İslam`ın inişiyle birlikte heykel kaldırılır ama isim baki kalır.

Kıble sözü Tanrıçanın adından gelir.
Anadolu`da Anaerkil Kültürün İzleri

Kadim anaerki kalesi olan Anadolu`da hala uzlaştırıcı anaerkil kültürle, tahakkümcü ataerkil kültürün savaşı halen sürmektedir. Azimle ataerkil dayatmaya direnen anaerkil Anadolu kültürü; felsefede, mitolojide, sembol ve fayda ilişkilerinde peyderbey kendini hatırlatarak toplum hafızasında ne kadar derinlere kazındığını ispat eder. Dilimizde ana-anne sözcüğü, büyük oranda anaerkil olduğu bilinen Hitit devlet dininde tüm tanrıların annesi olan Hanna-hanna`nın ta kendisidir. Hitit mitolojisinde bu Ana Tanrıçanın, ortalardan kaybolarak bereketin ölümüne yol açan Tellipinu`yu bir arının yardımıyla nasıl bulduğu anlatılır. Artemis`in de simgelerinden biri olan arı, ana-erkil bir yaratıktır. Anadolu aleviliğinde hala eski bir efsane olarak yaşamaya devam eden « Sarı kız », adına düzenlenen semahlarda arı ile sembolize edilir. « Sarı kız » da, Hanna ve Artemis gibi bir kraliçe arı ve Anadolu Alevileri arasında kalmış ve unutulmaya yüz tutmuş bir Anadolu piridir. Ida (Kaz) dağını yurt edinen Tahtalı Alevileri arasında yaygın olan Sarı kız semahında, Sarı kızı oynayan genç kızın giydiği üç etekten ikisi sırt kısmına gelecek şekilde katlanarak kraliçe arının kanatları resmedilir.
Anaerkil kültürden intikal ettiği sanılan bir başka inanç sembolü kutsal 3 sayısıdır. Anadolu`da binlerce yıldır tüm motiflere, heykellere ve simgelere benzer şekillerde akseden kutsal üçgenle yakından ilişkisi olduğu aşikardır. Kutsal üçgen kadınsal üreme organına vurgu yapar. Anaerkide ; kutsal ve bereketli üçgen, venüs deltası ve iki ırmak arasında kalan bereket havzası diye isimler alan bu inancın farklı varyantlarıyla halen karşılaşabilmek mümkündür. Alfa; erkek, yani bir boğa başıyla, kadın; delta, yani üçgenle sembolleştirilmiştir. Teferruata girmeden, basit bir soruyla bu mevzuyu aydınlığa kavuşturmak mümkün:
Askerin boynuna anası tarafından asılan muska neden üçgendir?
Bir Anadolu Çocuğu Kadın Antipatizanlığı Yapamaz

Anadolu`yu yurt yapan ve kadın meselesine kafa yoran Ademoğlunun, uzaklara yelken açmadan, ekmeğini yiyip suyunu içtiği toprakların geçmişine uzanması ve nereden geldiğini sorgulaması, iştigal ettiği konuda kendine bol miktarda malzeme teminatı sağlayacaktır. Anadolu`nun havasını soluyup, mayasıyla mayalanamayanlar, şark ağzıyla konuştuğunu vehmedip garp mantığını bayraklaştırmaktan öteye gidemezler. İki büyük tek Tanrılı dinin, baskın Yunan mitinin etkisi altında ataerkil anlayışa hizmete amade tutulması, son din İslam`ın da aynı tehlikeye maruz kalmasına yol açmıştır. Kısmen ataerkilleştirilen din, ilahiliğini muhafaza eden bir kutsal kitabın koruması sayesinde, tüm hellenistik çabalara rağmen kadın düşmanlığında ileri gidilmesine müsade etmemiştir. Kur-an`ın „Kadınlar sizin tarlalarınızdır“ teşbihi üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Biz aynı tonda çağrışım yapan bir cümleye Brahmanizm`in kutsal metinlerinde rastlıyoruz. Vedalar‘da geçen metinde bir evlenme töreni sırasında rahibin okuduğu ilahiden mısralara yer verilir. Cemil Meriç’in muhteşem çevirisiyle dilimize kazandırılan metinde  (Bir Dünyanın Eşiğinde, Cemil Meriç)) gelin kocasının evine gelince rahip şöyle seslenir: “Bu kadın canlı bir tarla, ona tohum ekeceksin. Çocuklar verecek sana”.
Kadının tarlaya benzetilmesi, toprağı anayla özdeşleştiren anaerkil söylemin bariz bir uzantısıdır.

Cinsiyetler arasında adaleti esas alan vicdanlı uslubuyla, ilahi adaleti beşerin üzerinde hakim kılmaya çalışan kutsal kitap Kur-an, kadın meselesinde diğer iki büyük dinin malum referanslarını çok gerilerde bırakacak düzeyde bir tutarlılık sergilemiştir. Grek kültürünün egemenliği altında kadın düşmanlığını şiar edinen ataerkil Avrupa medeniyeti, dünya çapında hakim olduğu iktidar sayesinde, kökten anaerkil şark kültürünü de büyük oranda kendine benzetmeye muktedir olmuştur.
Bize düşen vazife ise kutsal kitabımızı okumak, anlamaya gayret sarfetmek ve aslımıza, Anadolu‘ya dönmektir.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir