"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hellenistanın Günah Keçisi

Koro: Zeus biz kadınları yüce ameller için ne kadar zayıf yaratmış olsa da, fenalık için, evet hiç olmazsa fenalık için bizden daha ehil yoktur! (Euripides, Medeia)

 

Çocuklar uyusun diye anlatılır masallar…

Kimi masallar ise, uyuyanları uyandırsın diye uydurulmuşlardır.

Egemen güçlerin hoşlarına gitmeyen detaylar masalcı dedeler tarafından bazen korku yüzünden, bazen de baskı uygulanarak sansürletilmiş olsalar da, dikkatli dinleyici farkeder örtülen gerçekleri.

M.Ö 4. yüzyıl… Homer metinleri Atina’da… Bugün toplanan konsüllerde İncil nasıl çağa uyarlanıyorsa, o çağda da Hellenler Homer yazmalarına aynı şeyi yapıyorlardı. Farklı farklı metinler toplatılıyor, gözden geçiriliyor, hoşa gitmeyen yerler alelacele siliniyor veya hoşa gidecek şekilde değiştiriliyor, bir sürü metin tek bir metne indirgeniyordu. Biz buna kısaca “tahrif” diyoruz.

Çağlar değişir ama çoğu zaman zihniyetler değişmez…

Hellenlerin Doğu sendromu ilk, Mikenlerin Anadolu topraklarını kolonileştirme talepleriyle çıkar karşımıza. Hikaye insanlık tarihi boyunca aynı kısır döngü etrafında döner durur. Hellenler Anadolulu olduklarını kabul etmezler. Etmezler ama çaresizdirler, zira Ege’nin karşı kıyısında bir Aşık Veyselos yok, Karacaoğlanos yok, Yunus Emros yok, Pir Sultan Abdalos hiç yok.

İstedikleri kadar çalsın çırpsınlar ve İsa’yı Jesus yapsınlar, filizlenip dünyaya nam salmış tek bir din de yok.

Hellenizm Avrupalı’nın çaresizliğinden doğan bir yalandır. Hristiyanlığın kökenine inip insanlık tarihinde kendisine bir yer edinmeye çalışsa ve onun doğduğu topraklara yönelse, Anadolu ile karşılaşacak. Onu bırakıp Roma’ya çevirse basını, Etrüskler‘e, yine Anadolu’ya çıkacak yolu.

Çok uğraşır, çok yorulur ve sonuçta tarihte “karanlık dönem” diye tabir edilen bir boşluk bulur. “Hellen uygarlığı” diye bir uygarlık icad ederek o boşluğa yamalar ve kültünü, misyonunu, hatta dinini bu yamanın üzerine inşaa eder.

Bu nankörlük, bu inkar Anadolu’yu üzer. Kültür ihanet kabul etmez. Anadolu kendisini yok kabul edene, sansürleyene, hor görene maya vermez. Hele hele bu kültür anaerkil Anadolu’yu, ataerkil Avrupa için malzeme yapmaya çalışan zorba, kaba, hoddam bir kültür olursa.

Anadolulu olan herkese „barbar“ adını veren Hellenlerin eğip bükerek, çalıp çırparak ortaya çıkardıkları ve özünde Anadolulu ozanların metinlerinden oluşan Homeros destanlarında „barbar“ geçmez. Niye geçmediği „barbar“ ın anlam olarak karşılığının ne olduğu ortaya çıkınca anlaşılır. Barbar, toplayıcı avcılıkla geçinen Kuzey Avrupalı indo Germen kabilelerine verilen bir isimdir. Kabile bu ismi üyelerinin sakal renklerinden alır, yani Barbarossa…

Homeros metinlerinde sansürlenen „barbar“, lakab olarak Euripides’in metinlerinde çıkar ortaya ve Hellenler’in kimlere „barbar“ dedikleri anlaşılır. Euripides, her ne kadar ataerkinin taarruzlarıyla eski saygınlığını kaybeden Anadolu kadınının sessiz isyanı olmaya çalışsa da, yer yer yerleşik tahakkümden payını alır. Euripides’de anlatılan hikayelerin bir kısmı, kimi Anadolu mitoslarında görünen farklı varyantlarda aslını haykırır. Bütün bu ikrar ve itiraflarda, ataerkinin nasıl uygar Batı medeniyetinin kodlarına işlendiğini anlarız. Medea mitosu bunlardan yalnızca birisidir.

Yazının başında „bazı masallar milletler uyansın diye anlatılırlar“ demiştik. Uyanmak için, uyanmaya hazır zihin, güçlü idrak, sorgulayan akıl gerekiyor. Uykulu ve uysal bir ruh haliyle dinlenilen hiçbir hikaye uyandırmaz. İşte bu yüzden mitolojiyle ve sanat tarihiyle ilgilenen yazarlarımız tarafından çevrilen, yorumlanan, tiyatrolarımızda oynatılan Medea mitosu Anadolulu bir algıyla ele alınamamış, Batılı yorumcuların perspektifleri ve estetik zevkleriyle Türk okuyucusuna servis edilmiştir.

Neyse ki Batılı feministler veya kadın yazarlar, kadınları ilgilendiren mevzuları rikkatle inceleme hassasiyetini haizler. Bu hassasiyet Hellenlerin kadın aleyhtarı birçok entrikasının su yüzüne çıkmasını sağlıyor. Anadolulu aydınlar da benzer bir refleksle Hellenlerin Anadolu aleyhtarı entrikalarına büyüteçlerini yaklaştırma cüretini gösterebilselerdi, Anadoluyla birlikte Asya ülkelerinde ve İslam topraklarında; emperyalizm, kapitalizm ve maşizm bu kadar büyük bir güç kazanamayabilirdi. Zira bütün bu İzm’lerin babası Hellenizm’dir…

Mevzuya daha yakından bakalım ve Medea mitosunun ne olduğunu anlamaya çalışalım.

Thessalia’nın İolkos şehrinin kralı olan Pelias hile ve hurda ile kardeşi Aison’un hakkını gasbederek oturduğu tahtı kaybetmemek için, Aison’un oğlu olan Jason’u Kolhis’den altın yapağıyı alıp getirmek üzere gönderir. Jason Argo isimli bir gemi yaptırır ve yola çıkar. Kendisine eşlik edecek yol arkadaşlarına da, geminin adından mülhem, „Arganautlar“ adı verilir. Altın yapağının peşine düşen maceracılar önce Lemnos’a, ardından; Çanakkale, Rumeli, Ereğli, Sinop, Yason Burnu, Trabzon’a uğrayıp, Phasis ırmağını takip eder ve nihayet Kolkhis’e, Batı kaynaklarına göre Phasis şehrine, Gürcü kaynaklarına göre ise Aia’ya gelirler. Euripides’de yapılan abartılı Kolkhis tasvirlerinin ışığında, Kafkas dağlarının eteklerindeki bu zengin, bereketli ve büyüleyici Anadolu şehirlerinin Yunanlılar‘ın başını nasıl döndürdüğü anlaşılır. Kolkhis kralı Aietes, ülkesini koruduğuna inanılan Altın yapağının peşine düşmüş bu küstah meczupları başından def etmek için türlü çarelere başvurur ancak hiçbiri ise yaramaz. Son çare olarak Altın yapağı karşılığında Jason’dan; ağzından alevler çıkaran boğalarla vahşi arazileri sürmek, o arazilerden üreyecek devleri ve ejderhaları öldürmek gibi olmayacak görevler talep eder. Bu sınavları veremeyeceğini anlayan Jason, kralın kızı olan Medea’dan yardım ister. Abayı çoktan Jason’a yakmış olan Medea bütün maharetini kullanır ve Jason’un bütün ağır sınavlardan geçmesini sağlar. Altın yapağı’yı da çalan çılgın aşık, yanına erkek kardeşini de alarak soluğu Argo gemisinde Jason’un yanında alır. Kızının altın yapağıyla birlikte, düşman gemisinde enginlere açıldığını anlayan kral, Arganoutlar‘ın peşine düşer. Heredot’a göre aşk Medea’nın aklını başından almıştır ve yolda kardeşini doğrayıp sulara atarak babasını oyalamaya çalışır. Evladının parçalarını aramaya başlayan acılı baba geminin izini kaybeder. Euripides ise erkek kardeşe ne olduğunu anlatmaz.

Hikayenin bundan sonrası daha ilginçtir. İolkos’a dönen aşıklar altın yapağıyı krala teslim ederler ancak hırslı kral sözünde durmaz. Medea bu, bir yolunu bulur ve kralı kızlarına öldürtür. Yıllar geçer ve Medea’dan iki çocuğu olan Jason, Pelias’ın oğlunun saldırılarına karşı koyamaz ve tahtı kaybedip Korinthos’a çekilir. Güç, kudret, servet tutkusu peşini bırakmaz ve çok geçmeden Korinthos kralının kızıyla işi pişirir. Medea, „Kralın kızıyla evleneceğim, fena mı? Çocuklarımız asilzade olacak“ gibi ucuz ve küçük düşürücü ifadelerle kendisini savunabilecek kadar zeka ve ahlak seviyesi düşük bir adam için yaptığı fedakarlıklardan dolayı duyduğu pişmanlığa mı, işlediği cinayetlerden dolayı duyduğu vicdan azabına mı yansın? Kocasının yeni eşini zehirler. Ardından, çocuklarını ikna kozu olarak kullanmaya kalkışan kocasını da çocuklarını boğazlayarak cezalandırır. Tarihe katil anne olarak geçen Medea’nın Euripides yorumu böyledir.

Ancak, Medea mitosunun Euripides’den daha eski varyantlarında çok ciddi farklar var. Bütün bu farklı yorumları bir araya getirip mitosu yeniden okuyan Alman yazar Christa Wolf „Medea, Sesler“ romanında Medea’nın çağdaş bir yorumunu sunar.

„Bana göre Medea „Doğu’dan gelen bir barbar“ dı. Yalnızca Euripides’den tanıdığımız, bilinen metinlerden hareketle böyle düşünüyordum. Daha eski tarihlere dayanan yazılı kaynakları araştırdığımda ve antik dünyadaki kadın profiline tam anlamıyla vakıf olduğumda, Medea’nın katil anne olamayacağına kanaat getirdim“

sözleriyle araştırma sürecinde yaşadığı şoku anlatan yazar için Medea, anaerkiden ataerkiye geçilen antik dönemde Yunanistan’daki bir takım gizli sırlara ulaşan, ülkedeki genel yargıları sarsan ve kalıcı bir zafer kazanmasından endişe edildiği için sınır dışı edilmek istenen bir kadın kahramandır. Jason’a aşık olduğu için değil, babasının tahta varis olduğu için öldürttüğü erkek kardeşinin acısına dayanamadığı ve sistemi protesto etmek istediği için altın postu çalarak Yunanistan’a kaçmıştır. Erkek kardeşini öldüren Medea değil, sistem, yani kraldır. Yunanistan için fazla bilgili, fazla rahat bir kadın olmasının yanısıra bir de “barbar”, yani yabancıdır. Sahip olduğu bilgileri kullanarak, gelin geldiği ülkede kendisini kabul ettirebileceğini sanan bahtsız kadın, iyileştirdiği her hasta, topluma sağladığı her fayda ile birlikte biraz daha şöhret yapar ve göze batar. Korinth kralının tahtını bir kadına bırakmamak için kızını öldürttüğünü öğrenmesi ise hikayedeki asıl kötü sonu hazırlar. Bu sırrı etrafa yaymasından korkan kral Medea’ya iftira atarak, onu kızının katili olmakla suçlar. Korinthliler’i Medea’nın büyücü olduğuna, ülkedeki kuraklık ve salgın hastalıklardan sorumlu olduğuna inandırarak kışkırtmak da zor olmaz, haddizatında o bir “barbar” dır. Günah keçisi ilan edilen anarşist ve bilge kadın aynı zamanda annedir ve vahşi Hellen ruhu bir anneye verilebilecek en güzel cezanın çocuklarını öldürmek olduğuna karar verir. Çocuklar taşlanarak öldürüldükten sonra duyulabilecek muhtemel bir pişmanlığa engel olmak için de asırlara meydan okuyacak yalanlar üretilir ve Medea çocuklarının katili ilan edilir.

Her ne kadar Wolf da diğer bütün Batılı yazarlar gibi meselenin Anadolu ve Avrupa ekseninde tartışılmasına çok yanaşmasa da, satır aralarından şunu okumak mümkündür; Medea tıpkı Amazon kraliçesi Penthesileia gibi ataerkinin damarına basan bir anarkofeministti. Matriyarkal bir toplumdan (Anadolu), patriyarkal bir topluma (Avrupa) gelin gitmişti. İnsanlık tarihinin ilk kadın amirallerinin (Artemis I, Artemis II), ilk kadın ozanlarının (Sappho) yetişdiği bir uygarlıktan, kadının sokağa çıkamadığı bir dünyaya gelmiş, tıpkı Atina’da felsefi toplantılara katılan ilk kadın olan Anadolulu, yani Miletoslu Aspasia gibi ataerkil tabularla, kadın düşmanı yargılarla mücadele etmek zorunda kalmıştı.

Medea’ya duyulan nefretin asırlara meydan okumasının ve Batılı’nın bilinç altında varlığını hala devam ettiriyor olmasının ise izahı güçtür. Medea tıpkı Odysseia’da adı geçen teyzesi Kirke gibi kızıl saçlı, büyücü, yani simyager ve şifacıdır. Bugün Batılı akıl hala tarif edilen kadın tipini „Cadı“ diye anarak lanetler.

Medea öyle bir mitosdur ki, verdiği mesaj asırlar sonra dahi tazeliğini korur. Bunun ne olduğunu anlamak için yıllardır AB kapısından içeri girmeyi uman Türkiye’nin durumuna bakmak yeterlidir. Medea karşılıksız aşkının, yani Batı’nın peşinden koşan, hazinelerini ona peşkeş çekerek sevgisini, vefasını kazanmayı arzulayan ama her seferinde yeniden hüsrana uğrayan Anadolu’dur.

Yazıyı Euripides’den Korinth kralı Kreon ile Medea arasında geçen çarpıcı bir diyalogla noktalayalım:

Medea: Kreon bütün felaketime rağmen beni neden kovuyorsun?

Kreon: Açık konuşmam gerekirse senden korktuğum için. (…) Senin karanlık ilimlerdeki ustalığını bilirim.

Medea: (..) Aklı başında olan hiç kimse çocuğunu sıradan insanlardan daha üstün bir şekilde yetiştirmesin. Cahillere yeni bir bilgi mi getiriyorsun? Senin bir alim değil, boş ve kimseye faydası olmayan biri olduğuna inanmak isterler. Çok zeki dedikleri adamlardan daha üstün olduğunu düşünseler bile işe yaramaz, onların gözünde bir sorun olmaktan öteye gidemezsin. Benim de talihim böyle oldu. Bazıları fazla zeki olduğumu düşünüp kıskandı. (…)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir