“Evrim“, Yiğit Bulut’un derin dondurucusunda kötü gün için sakladığı hazır pişmiş temcit pilavı. Gündemin durgunlaştığı, dumanı üstünde yemek servisi yapamadığı günlerde yalap şalap ısıtıp sürüyor önümüze. Aslında zekice bir buluş. Evrim konusu çetrefilli bir mevzu ve televizyona çıkıp aleyhinde atıp tutmak, yerin dibine batırmak için can atan çok sayıda düşmanı var. Yiğit Bulut herşeyden önce konuk sıkıntısı yaşamıyor. Ekranlarda horoz dövüşünden hoşlanan halkımızın aksiyon ihtiyacını gidermek maksadıyla tartışma formatında tasarlanan bu programlarda, karşı fikri savunacak konuklar bulmak kolay olmayabilir ama tecrübeli gazetecimiz bu sorunu da sadece evrime aşina ama dini tanımayan genç ve idealist doçentelerle; olmadı, mevcut şartlardan dolayı işsiz güçsüz kalmış ve oyalanacak meşgaleler arayan biyologlarla çözüveriyor. Kendisi de zaten; dinin bu mevzudaki beyanlarına vakıf, az çok evrimi de tanıyan, sorunu kökünden halledip evrim düşmanlarının cemaat ehlinden elemanlarını tek çelmede devirecek beyni dolu insanları istemiyor. Zayıf bir ihtimalle bu insanlar da savaşmak zorunda bırakılacakları kitlenin etik zaaflarını bildikleri için risk alamıyorlar veya saçma sapan tartışmalarla sinirlerini linç ettirmek istemiyorlar. Bir ihtimal daha var; malum cemaate tartışacakları elemanları seçme şansı tanınıyor. Onlar da bilgileriyle olmasa da, şirretlikleriyle susturabilecekleri isimlere evet diyorlar. Her halukarda hemen her evrim tartışması evrim karşıtlarının yeni bir „yalancı zafer“i olarak arşivdeki yerini alıyor.
Bulut’un henüz eline geçirdiği bir can simidi de değil evrim. 2009 yılından beri yanında taşıyor ve ne zaman dara düşse can havliyle sarılıyor. Önceleri evrimi bilmediğini ama merak ettiğini ve öğrenmek için yola çıktığını düşünüyordum. Zaman geçtikçe iyi niyetinden şüphe etmeye başladığımı üzülerek ifade etmeliyim…
Eğer yüzbinlerin okuduğu bir gazetede yazıyorsanız, yüzbinlerin izlediği bir televizyon kanalında program yapıyorsanız, eğer kendinizi “araştırmacı gazeteci” olarak vasıflandırıyorsanız, evrim konusuna tek taraflı yaklaşabilmeniz mümkün değildir. İnsanların bilgilenmek için Çin’e gitmek zorunda kalmadığı, bilginin insanların ayağına geldiği bir çağda, Avrupa’nın evrimi reddettiğini ileri sürenlere hak vermek gafletle değil, cehaletle değil ancak ve ancak art niyetle açıklanabilir. Bunun ne büyük bir yalan olduğunu anlamak için derme çatma bir ingilizce bilgisi ve İnternet bağlantısı kafidir. Bu yalanı utanmadan, her fırsatta yumurtlayan adamların kimlerin maşası olduklarını anlamak için de iki dakikalık bir google araştırması yapmak, Avrupa gazetelerinde haklarında çıkan makalelere göz atmak yeterlidir. Vaktinin olmadığını veya gözden kaçırdığını düşünelim; iki yıl önce İngiliz kilisesinin, geçen sene de Vatikan’ın resmi olarak Darwin’den özürdilediklerini de duymamış olabilir mi?
Darwin’in ve evrim teorisinin en büyük düşmanları özürdilerken, sözde bizden birilerinin “İslam mücahidi” kisvesi altında evrim düsmanlığına devam etmeye çalışmaları İslam’ın mı hayrınadır, yoksa İslam düşmanlarının mı? Kilise yıllardır büyük bir iştiyak ve azimle, tamamen evrime uzak teolojisini evrimle barıştırmaya çalışırken, ülkemizde aynı şiddette bir iştiyakın, bizzat ayetlerin saptırılması suretiyle evrim aleyhinde harcanması sizce de garip değil mi?
Kiliseler aşağı yukarı 20 yıl önce eski ve yeni ahit’in millenium editionlarında tahrifatlar yaparak evrimle dinlerini barıştırmaya başladılar. Bu sonuç bize, evrimin gücü karşısında Hıristiyanlığın ve Museviliğin zayıf düşeceği tehlikesini çok daha önceden farkettiklerini gösteriyor. İslam aleminde Evrim karşıtlığının tarihi ise topu topu 60 yıldır. Ne olmuştur da birden bire İslam aleminde katı bir evrim düşmanlığı filizlenmiştir?
Avrupa‘nın Ortaçağ‘dan nasıl kurtulduğunu, bu kurtuluşun İslam alemine nasıl yansıdığını veya yansıtıldığını bilirsek bilmeceyi de daha kolay çözebiliriz.
Çok uzağa gitmeden basit örneklerle izah edelim; recm cezası Kur‘an’da yoktur ama Tevrat’da vardır. Buna rağmen İsrail’de değil, İslam aleminde ‚taşlayarak infaz‘ cezasının ilahiliğine iman edilir ve kısmen uygulanır. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı inancı Kur’an’da yer almaz ama Tevrat’da vardır. Buna rağmen bu inanç, saptırılan ve israiliştirilen İslam inancında daha çok yer aldığı ve dillendirildiği için müslümanlar tarafından daha büyük bir ilgiyle sahiplenilir. Havva Kur’an’da isim olarak da, cisim olarak da geçmez ama Tevrat’da vardır. Buna rağmen müslümanlar Havva’nın Adem’i kandırıp cennetten kovdurduğuna yürekten iman ederler.
Örnekleri artırmak mümkün ama bu kadarı bile bize Hıristiyan temeller üzerine inşaa edilen Avrupa medeniyetinin karanlığını bize devretmekteki maharetini göstermek açısından kafidir. Avrupalı’nın kullanıp attığı her fikri ve nesneyi yerden kaldırıp sahiplenmek gibi kadim bir alışkanlığımız olduğunu da inkar edemeyiz. Evrim konusunda da benzer bir sürecin yaşandığını görüyoruz. Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar asla teolojileri ile barıştıramayacakları bir teorinin İslam dünyasında kabul görmesi herşeyden önce Hıristiyanlığın ve tabi, Museviliğin çöküşü demektir. Öyleyse bu suni çelişkiyi islam’a monte ederek ve kendi dinleriyle bilim arasında yine „suni“ bir sulh ilan ederek hiç değilse yakın geleceklerini kurtarmanın telaşı içindeler.
Peki evrim neden İncil’e ve Tevrat’a ters düşer de, Kur‘an’a ters düşmez?
Tevrat’ın Tekvin bölümünün, 2. babı 7 ve 8’de Adem’in yeryüzünde yaratıldığı ifade edilir. Tevrat’a göre cennet yeryüzündeydi ve ilk yaratılış da yine yeryüzünde vuku bulmuştur. Allah’a yeryüzünde bir mekan tahsis etmek onu maddeye kalbetmek demektir. Yeryüzünde geçerli olan fiziki şartlar dahilinde bir ilk oluşu tarife kalkışmak tutarsızdır ve akıl dışıdır. Bilimle çelişki iste bu noktada açığa çıkar. Yoktan var etmeyi bilimsel verilerle izaha ve ispata zorlanır ki, tamamen imkansızdır. Bilim beşeridir ve yerküremizin sunduğu imkanlar ve koyduğu kurallar çerçevesinde iş ve oluşları araştırmak için vardır. Din ise aklın ulaşamadığı yerlerde insanoğluna yardımcı olmaya ve onu zihni ve vicdani bir huzura kavuşturmaya gayret eder. Fizik bilimin, metafizik ise dinin uzmanlık alanıdır. Fizik alemde metafizik bir oluşumun gerçekleştiğini iddia edersek bilimi dinle karşı karşıya getirmiş oluruz.
Kur’an’a gelince;
Bizim iman ettiğimiz ilahi kelama göre ‚cennet‘ Allah katında; gaybın anahtarının ve Levhi Mahfuz’un bulunduğu bir mekandır:
„De ki: “Eğer Allah katındaki ahiret yurdu diğer insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!” (Bakara,94)
“Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır“ (ÂLİ IMRÂN, 15)
„Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah katından bir konaklama yeri olarak, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler vardır.“ (ÂLİ IMRÂN suresi 198. ayet)
„Rableri katında onlara esenlik yurdu (cennet) vardır“ (EN’ÂM suresi 127. ayet)
„Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.“ (KALEM suresi 34. ayet)
„Onların mükafatı, Rableri katında altından ırmaklar akar Adn cennetleridir“ (BEYYİNE suresi 8. ayet)
Adem de bu metafizik alemde bir tasarım halinde yaratılmış ve şeytanın kurduğu tuzağa düşene kadar da burada yaşamış, daha sonra yeryüzüne (Kur’an’da arz olarak geçer) indirilmiştir:
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (A’RAF suresi 19. ayet)
„Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.“ (BAKARA suresi 36. ayet)
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Adem yeryüzünde yaratılmamış, yeryüzüne gönderilmiştir. Kur’an’da ilk oluş anlatılmaz; bir tekamülden, yani evrimden bahsedilir. Evrim ilahi kelama göre bir yaratılma sürecidir ve Allah katında haddızatında yaratılmış bir varlığın yeryüzüne gönderildikten sonra geçirdiği aşamalardır. İlk oluşma kainatta vuku bulmadığı için, mevcut kainat ve fizik kurallarının geçerli olmadığı tahayyül ötesi bir evrende gerçekleştiği için bilimin değil, dinin konusudur. İşte bu yüzden bilimin bulguladığı, ileri sürdüğü hiçbir tez veya antitez Kur’an’ın beyanlarına ters düşmez. Bilim ahiretle, öteki dünyayla, cennet veya cehennem gibi dini sembol veya anlatımlarla ilgilenmez, ilgilenemez.
Burada değinilmesi zaruri olan bir başka husus ise yaratılışla ilgili ayetlerde geçen ilginç bir diyalogdur:
„Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.“ (BAKARA suresi 30. ayet)
Meleklerin ifadesinden anlaşıldığına göre yeryüzünde daha önceden yaşamış veya yaşamaya devam eden bir takım ilkel ve vahşi yaratıklar mevcuttu. Allah’ın Adem’den „Halife“ olarak bahsetmesinden de anlıyoruz ki, Adem’in yaratılış gayesi „Allah’i temsil etmekti“. İlk insan olan Adem kime karşı Allah’ı temsil edecekti? Bütün bu parçalar bir araya getirildiğinde Adem’in Allah’ın vahyi ile donatılmış; akıl ve iradeyle süslenmiş ve kendisine belli bir sorumluluk tevdi edilmiş ilk medeni insan, yani peygamber olduğunu anlıyoruz. Adem yaratıldı, cennete konuldu ve bir imtihana tabi tutuldu. İmtihanı kaybedince, Allah’ın halifesi sıfatıyla; Allah’ı tesbih etmeyi unutmuş, şiddeti benimsemiş bazı yaratıkları ihya ve ıslah etme misyonuyla kainata gönderildi.
Kur’an Adem’i ilk insan kabul ediyor. Bu durumda bilimin ilk insan olarak ortaya çıkardığı veya çıkaracağı canlı nasıl bir canlı olursa olsun Kur’an’la çelişmez. Çünkü Kur’an‘da Adem’den önce de yeryüzünde bir canlı hayat olduğuna dair işaretler mevcuttur.
İlk Yorumu Siz Yapın