Ferhat`ın gürzüyle sarsılan dağların delik deşik ettiği masmavi gökyüzünü yeşil ırmak bir anne şefkatiyle sarıp sarmalıyordu yine. Yine bir kuş yuvası masumluğuyla dağların böğrüne yaslanmış ve öğle uykusuna yatmıştı kral kaya mezarları… Bimarhane yine eski mekanında vakur ve heybetli… Herşey ilk bakışta ne kadar da aynı, ne kadar da eskisi gibiydi…
Değişiklikleri müşahede edebilmek için tabloya biraz daha yakından bakmak gerekiyormuş. Örneğin Bimarhane artık virane ve tek başına değildi. Dünyanın bu ilk akıl hastanesi kuruluş amacına yakışır bir mükellefiyeti asırlar sonra yeniden göğüslemiş, bu güzide mimarinin ud, ney, darbuka seslerine aşina duvarlarının 800 asırlık hasreti, binanın konservatuar olarak yeniden kullanıma açılmasıyla birlikte sona ermişti. Ne yazık ki, Bimarhanenin talihini güldüren değişiklikler, içinde dünyaya geldiğim ve bir parçası olduğumu hissettiğim bu asil şehrin her sayfasına böylesine anlamlı ve yüz güldücü surette yansımamışlardı. Senelik iznimi geçirmek üzere geldiğim bu; asırların, depremlerin, istilaların yok edemediği kadim enkaz arasında kimi zaman gülerek, kimi zaman da hüzünlenerek dolaştım…
Işte gözlemlerim:
Rastgele çizilen ve dik, bükey, göbekten ya da tam da en olmaması gereken noktalarda kesişen sokaklar… Caddelerin en imkansız, en kuytu, en akla gelmeyen kısımlarına yerleştirilen, adeta „arabaların canına en sinsi surette nasıl okunur?“ diye düşünülerek dizayn edilen tümsekler. Sadece iki büyük caddesi olan bu sempatik şehrin bir büyük caddesinin, senenin en yoğun trafiğinin yaşandığı bir dönemde, yani tatil sezonunda yol yapım çalışmaları nedeniyle kapatıldığını da hesaba katarsanız, hasret gidermek ve biraz olsun nefeslenmek için sınırlar aşıp, kilometreler devşirerek geldiğiniz bu cennet mekanın sizin için nasıl bir temerküz kampına çevrildiğini tahayyül etmeniz zor olmaz. Birileri acaba Amasya`ya özel arabamızla gelmemizi mi istemiyordu? Birileri, bu nadide şehri, gerekçesi son derece meçhul bir şekilde ve tek kelimeyle ’yaşanmaz’ kılmaya mı çalışıyordu? Ama neden?
Neden bizim aziz iktidarlarımızın çok cefalı ve vefalı belediye erkanlarının akıllarına, „hizmet“ denilince salt şehir dekoru, süsleme, püsleme, bol ve luzumsuz miktarda eğlence, dinlence, çekirdek çitleyip müzik dinleme, tabiri caizse vakit öldürme merkezleri türetme; ırmak boyu plastik palmiye dikme; dağı taşı, börtü böceği cicili bicili, rengarenk ışıklarla bezeme dışında, daha faideli ve daha insani icraatlarda bulunmak gelmiyordu? Ehli keyfe hizmet de hizmettir amenna ama, bu milletin cem-i cümlesi ehli keyf değil ki! Yoksa öyle mi?
Herşeyden önce, Amasya halkı bu kadar ehli keyf muamelesi görmeyi hak ediyor muydu? Amasya halkını, şehrin güya en göze batan, bana kalırsa en absürt köşesine iliştirilen yapay şelaleden ziyade, yeşil ırmağa oluk oluk akan ölü balıkların daha çok ilgilendirdiğine inanmak istiyorum. Peki ya, yazın en sıcak günlerinde yeterince klorlanmayan çeşme sularından dolayı bebesi ateşli ishale tutulan bir Amasya`lı anneyi plastik palmiyelerin cezbedici(!) estetiğiyle ne zamana kadar oyalayabilirsiniz, bilemiyorum…
„A(h)masya sen böyle değildin!” diyorum son tahlilde… Sen vakur osmanlı kadını… Şu halinle şöhret sevdasıyla köyden şehre kaçan bir taşralı dilbere ne kadar da benziyorsun. Bir zamanlar iktidardaki bir azınlıktan çok, müreffeh bir topluluk için inşa edilen zarif ve mütevazi evlerin de olmasa, bu abartılı makyajın altına saklanmış o osmanlı çehre hiç seçilmeyecek.
İlk Yorumu Siz Yapın