"Enter"a basıp içeriğe geçin

Avrupa’da İslam Düşüncesi (1)

Muhammed Sven Kalisch

çev. :Emine Karahocagil Arslaner

Avrupa’da islam düşüncesinin  perspektifleri hakkında yazılacak bir makale ancak mevcut potansiyellerle alakalı olabilir. Avrupa’da İslam’ın ve islam düşüncesinin nasıl şekilleneceğini hiç kimse isabetli olarak kestiremez. Zira bu konu insanların sahip oldukları potansiyelleri kullanıp kullanmayacaklarına ve nasıl kullanacaklarına bağlıdır. Bu durum hakkında önceden birşey söylemek mümkün değildir. Hangi potansiyellere sahip oldukları sorusu ise gerekli inceleme ve araştırmalar yapıldıktan sonra cevaplanabilir.

Konuya,  İslam’ın Avrupa’daki mazisi ve bıraktığı mirasla ilgili yapılacak bir incelemeyle adım atılabilir. İlk adımda bu mirasın mahiyeti, Avrupalı müslümanlar nezdinde istikbale yönelik taşıdığı anlam ve İslam’ın bu mirasın üzerinde nasıl bir surette inşa edilebileceği araştırılabilir. İkinci adım, istikbal hakkında yapılacak bir analizle ilgili olabilir. Örneğin; Avrupa’da müslümanlar arasında hangi manevi akımlar mevcut ve bu cereyanlar hangi teolojik ve felsefi yorumlara kapı aralıyor veya Avrupa’daki islam düşüncesi hangi entelektüel itirazlarla yüzleşmektedir? Bu ilk iki adımdan hareketle; islam düşüncesinin gelecekteki muhtemel perspektifleriyle ilgili, eldeki mirasın ve geçmişteki eleştirilerin hareket noktalarının, istikbaldeki muhtemel inkişaflar için hangi potansiyellere sahip olduklarının araştırılacağı üçüncü bir adım atılabilir.

  1. 1. Geçmişin Mirası-Avrupa’da İslam

İslam, Avrupa’da hiçbir zaman hakim bir din olmamıştır ama her zaman Avrupa’nın bir parçası olmuştur.  Miladi takvime göre 8.yy’dan beri Avrupa topraklarında mevcuttur İslam. Üstelik Avrupa dışındaki işgal kuvvetlerinin dini olarak değil sadece, bizzat yerli halkın dini olarak. İslam’ın Avrupa’daki mevcudiyetine dair, toplumsal hafızada genel olarak yer etmiş en meşhur örnek, kültürel zenginliğe sahip ve farklı dinlerin bir arada barış içinde yaşayabildiği Endülüs islamıdır. Müslüman İspanya’nın idealize edildiğini, aslında bu ülkede hayatın hıristiyanlar ve yahudiler için tahammül edilemez olduğunu; esasında, müslümanların hakimiyetlerindeki dini azınlıklara genellikle kötü davrandıklarını öne süren iddialara sıklıkla rastlanır.

Bu iddia reddedilmelidir. Bittabi İspanya’da müslümanlar tarafından müslüman olmayan azınlıklara karşı bir takım haksızlıklar yapılmıştır ve “Ehl-i Zimme” modern hukukla yönetilen ülkelerde yaşayan halkın durumuna uygun düşmez. Ancak, Ortaçağ’da hıristiyanların yahudi azınlıklara karşı sergiledikleri tutum karşısında, aynı çağlarda islam ülkelerinde yaşayan azınlıkların genel durumu oldukça iyi gözükmektedir. Bu noktada, tutucu islam düşüncesinin temel problemlerine dair çok güzel bir örnek karşımıza çıkmaktadır. Büyük bir gururla ve haklı olarak, anlı ve şanlı bir tarihe göndermeler yapılırken, Ortaçağ’da ilerleme sayılan birşeyin aynı zamanda gerileme sayıldığı gerçeği gözden kaçırılmaktadır. İslam’ın genel kabulleri ile ilgili problemler ve islam hukukunun esnekliği ve inkişaf kabiliyeti bu çalışmanın sonunda teferruatıyla izah edilecektir.

Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanlar‘da Avrupalı gruplardan bazıları Türkleşmeden İslam’a geçiş yapmışlardır. Balkanlara yerleşen Türkler‘in yanısıra; Bosnalılar, Arnavutlar ve Bulgarlar‘ın bir kısmı anadillerini koruyarak müslüman olmuşlardır. Volga’daki bazı Volga Bulgarları islam devletlerinin askeri müdahalesine veya tehdidine maruz kalmadan, Ruslar’ın Hıristiyanlığı seçmesinden çok önce İslam’ı seçmiş ve müslüman olmuşlardır. Volga Bulgarları’nın yurtları daha sonraları Moğollar’ın işgaline uğramış, Türk-Moğol halklarından oluşan ve kısa bir süre sonra İslam’ı seçecek olan Altınordu Devletine dahil edilmiştir. Bugün Avrupa’nın bu bölgesinde müslüman Kırım Tatarlar‘i (Ukrayna), Kazan Tatarlar‘i (Volga-Ural bölgesi), Astragan Tatarlar‘i (Volga bölgesi), Nogaylar ( Güney Rusya stepleri), Başkurtlar (Volga-Ural bölgesi) yaşamaktadırlar. Tatar müslümanları sonraları Avrupa’nın diğer bölgelerine de yerleşmişlerdir. Polonya’da küçük bir Tatar azınlık, Tatarca’yı unutmuş olmalarına rağmen, müslüman olmalarından dolayı Polonyalılar‘dan ayrılmaktadırlar. Sonuçta Kafkas müslümanlar da Avrupa’nın bir parçasıdırlar.

Yukarıda değinildiği üzere, Endülüs’de günümüzde islam aleminde halen yaygın olan ve okutulan eserlerin sahibi olan, bir takım tanınmış müslüman alimlerin vücuda getirdikleri, gelişmiş bir islami kültür mevcuttu. Maliki mezhebi fakihlerinden İmam Ebû Abdullah el- Kurtubî’nin 20 ciltlik Câmiu li-Ahkâmi’il-Kur’an isimli eseri fıkıh alanında en iyiler arasında yer alır. Endülüs, İbn Hazm el-Endülüsi’nin de yurdudur. Bu alim, bugün yok olmuş Zahiri mezhebinin de (aşırı irrasyonel bir durusu olan mezhep) temsilcilerindendir. İbn Hazm’ın eserleri bugün halen okutulmaktadır ve özellikle Selefiler arasında çok popülerdir. Ünlü Mutasavvıf Muhyiddin ibn Arabi’de Endülüslü’dür. İbn Arabi en büyük islam tasavvufcusu sayılmaktadır. İki büyük eserleri, Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri’l-Mahkiyye ve’l Mülkiye ve Fusûsu’l-Hikem’in yanısıra birçok esere de imza atmıştır. Müslümanlar arasında sıklıkla tartışılan “Vahdet-i vucut” (varlığın birliği) felsefesi çoğu mutasavvıf tarafından savunulmuş ve doktrini islam mistisizmine yol göstermiştir.  Avrupa’da “Averroes” adıyla tanınan müslüman filozof İbn Rüşd de müslüman İspanya topraklarında dünyaya gelmiştir. Bu filozof hıristiyan Batı’yı, islam dünyasından daha çok etkilemiştir. İslam dünyasında ne taraftar bulabilmiştir ne de düşüncelerini çürütecek kadar kendisiyle yakından ilgilenebilecek birilerini. Müslümanlar daha yeni yeni İbn Rüyd’ü keşfetmeye başlamışlardır.

Adı geçen isimlerin hepsi Endülüs’ün en tanınmış islam alimleridir. Bu isimlerin yanısıra anılması gereken daha birçok mutasavvıf, mütefekkir var tabi… Endülüs, coğrafi yapısı itibariyle Avrupa’nın bir parçasıdır. Bu bölge 1492 yılına kadar ise islam dünyasına aitti.

Rusya ve Kafkasya’da yasayan müslümanların durumu daha değişiktir. Buradaki yerli halk daha sonradan ihtida etmiş, müslüman olmuştur. Türk boylarından olan Bulgarlar, Kağan Asparuh’un komutasında 7.yy’da günümüzün Bulgaristan topraklarına inmiş ve yerleşmişlerdir. Burada zamanla Slavlar’a karışan ve hıristiyan olan bu insanlardan şimdiki Bulgar halkı doğmuştur. Diğer başka bir Bulgar grup, Volga Bulgar İmparatorluğu’nu kuracakları, günümüzün Tataristan topraklarına doğru yürümüştür. Bu grup kendi anadillerine, yani Türkçe’ye sadık kalmış ve İslam’ı seçmişlerdir. Volga bölgesinde İslam, Altınordu Devleti’nin kuruluşundan çok önce ve tabi, Ruslar hıristiyan olmadan çok daha önce sesini duyurmuştur.

Tatarlar ve Başkurtlar Altınordu Devleti’nden zuhur eden halklardır. Altınordu Devleti’nin devamı niteliğindeki devletlerin müslüman halklarının islam dünyasıyla yakın ilişkileri vardı ve bu durum renkli bir islami yaşam anlayışının gelişmesine zemin hazırladı. “Kazan”  şehri islami eğitimin merkezi haline geldi. Kırım Tatarları Osmanlı İmparatorluğuna sıkı sıkıya bağlıyken, Volga müslümanları daha çok İslam’ın Orta Asya’daki merkezleriyle –Buhara gibi- ilişki içindeydiler. “Car”lar 16.yy’dan itibaren Altınordu Devleti’nin devamı olan müslüman devletleri işgal etmeye başladılar. Azınlık olmanın etkileri ve Avrupa’da başlayan modern atılımların yansımaları, 19.yy’da Tatar müslümanlarının arasında, Hindistan’daki müslümanları hatırlatan reform hareketlerinin başlamasına neden oldu. Bu reform hareketleri Şihabeddin Mercani gibi, Musa Carullah Bigiyef gibi, şöhretleri Tataristan sınırlarını aşan, oldukça enteresan düşünürlerin doğmasını sağladı. Ancak bu islam kültürü, tıpkı hıristiyan ve budist kültür gibi, Sovyet Rusya zamanında, Rus İmparatorluğu, özellikle Stalin tarafından en ağır şekilde bastırıldı ve bazı Tatar Reformistlerin başlattığı yenilenme hareketlerinin önü kesildi. Büyük bir avrupalı müslüman azınlık olan Kırım Tatarlar’ı Stalin’in emriyle, Almanlar’la işbirliği ettikleri gerekçesiyle Orta Asya’ya sürüldü. Kırım Tatarlar’ı ancak Rus İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra şimdiki Ukrayna sınırlarında yer alan anavatanlarına geri dönebildiler.

Kafkasya’da farklı bir durum söz konusuydu. Dağlık bir araziye sahip olan Kafkasya hiçbir zaman mektep ve medreselerin, kütüphanelerin meskeni olmadı. Kafkas müslümanları ( Kafkas ve Türk soyları) Volga müslümanları veya Endülüs müslümanlarıyla kıyaslanabilecek entelektüel çalışmalar ortaya çıkaramadılar. Buna rağmen islami eğitime her zaman açık oldular ve islam dünyasıyla, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’yla ilişkilerini hep devam ettirdiler. Kafkasya’daki islam da, tıpkı Orta Asya’daki islam gibi, daha ziyade mistisizm ağırlıklıdır ve tarikatlara sıkı sıkıya bağlıdır. Günümüzdeki Çeçenistan ihtilafının kökleri, Kafkasya’nın Rus işgaline karşı verdiği mücadelede yatar.

Balkan müslümanlarına gelince… Balkan müslümanları Osmanlı İmparatorluğu zamanında İslam’ı kabul etmişlerdir. Buradaki müslümanlar, Osmanlı hakimiyeti sırasında bu topraklara yerleşen Balkan Türkleri’yle birlikte,  İslam’ı kabul eden ancak Türkleşmeyen ve etnik kökenlerine sadık kalan yerli halktan oluşur. Balkan müslümanları, Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde uzun sure kaldıkları için ve bu dönemde çok önemli görevler üstlendikleri için, Osmanlı mizanpajlı bir islam anlayışına sahiptirler ve Türkiye ile sıkı ilişki içindedirler. Türkiye’de de birçok Balkan müslümanı, Kafkas müslümanı, Kırım Tatar’ı, Kazan Tatar’ı ve Nogay yaşamaktadır. Sovyet Rusya’da yaşanan dramlar burada da yaşanmış, Balkan müslümanları da komünist yönetim tarafından ağır baskılara maruz bırakılmış, gelişmeleri engellenmiştir.

Avrupa’da İslam’ın çok eski bir tarihi vardır. Avrupa’da İslam her zaman islam dünyasıyla sıkı ilişkiler içinde olmuştur ve Avrupa düşünce sistematiğine boyanmamış bir tefekkür geleneğini islam düşüncesine kazandırmıştır. Avrupalı müslümanların, islami bir anlayış içinde yaşamlarını sürdürdükleri mutat yerleşim merkezleri Batı’nın hep kıyısında yer aldığı için, zamanla arka plana itilmişler, görülmemişlerdir. Bugün oldukça genç bir müslüman azınlık; Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın en gelişmiş sanayi devletlerinde ön planda yer almakta ve tartışmaların merkezine oturmaktadırlar.

  1. 2. Avrupa’daki İslam Düşüncesinin Geleceği

Avrupa’da İslam konulu tartışmalar hep Batı Avrupa devletlerinde yaşayan müslüman azınlıkların üzerinden yapılmaktadır. Geçmişte İslam, Avrupa için, kenar bölgelerinde yerleşmiş, özellikle de Doğu Avrupa’yı kendisine merkez seçmiş bir fenomendi. Batı Avrupalılar’ın İslam diniyle direk bir temasları hiç olmamıştı. Ancak şimdi bu din, sömürgeci geçmişleri veya -Almanya’da olduğu gibi- ülkelerine gelen yabancı misafir işçiler vasıtasıyla birden bire kendilerine çok yakınlaşmış oldu. İslam’ın Avrupa’daki geleceği ile ilgili tartışmaların iki öznesi var; Yüzyıllardır Avrupa topraklarında yasayan Avrupalı müslümanlar ve büyük bir kısmı 20yy.’da olmak üzere, oldukça erken tarihlerde Asya’dan, Afrika’dan gelen göçmen müslümanlar. Bu genç müslüman azınlığın geleceği, gelişimi ve çok kültürlü toplumlarla ilişkisi Avrupa ülkeleri tarafından, tahrip gücü yüksek bir problem olarak algılanmaktadır.

Ancak, en az Avrupa devletlerindeki müslüman azınlık kadar, Rusya ve Balkanlar’daki müslümanların değişimleri de tahrip edicidir. Çeçenistan ve Balkanlar’da süregelen ihtilaflarda silaha başvurulması da bunun bir ispatıdır. İslam’ın Avrupa’daki inkişafında, müslüman ve gayrimüslimler arasındaki bu gergin hava da belirleyici bir rol oynayacaktır.

Avrupa’daki müslümanlar, bütün islam dünyasının aynaya yansıyan resmi gibidirler. Avrupa’da üç ayrı kıtadan müslüman yaşar; Avrupa, Afrika ve Asya. Bugün Avrupa’da İslam’ın içeriği ile ilgili yapılan müzakerelerde, islam ülkelerinde de dillendirilen bütün görüş açıları yer alır. İslam dünyasında hangi konu tartışılıyorsa, Avrupa’daki müslümanlar arasında da o konu tartışılır. Avrupa’da yaşayan müslümanlar arasında; tarikat ehlinden reformistine, islami meselelerle ilgilenmeyen ancak içinde yaşadığı cemiyetten öğrendiği şekliyle geleneksel islami yaşayan ve meselelerin arka planına veya Teolojik argümanlara fazla kafa yormayan iman sahiplerine kadar, her türlü mezhepten, görüş ve düşünceden insanları bulmak mümkündür. Bazı ülkelerde, tarihi seyirlerine binaen bir takım konular ağırlık taşısa da, genel olarak Avrupa’daki İslam oldukça heterojendir. Müslüman halkın eskiden beri var olduğu yerlerde (örneğin Rusya veya Balkanlar) doğal olarak geçmişte etkin ve etkili olan teolojik akımlar belirleyici olacaktır. Ancak modern ilerlemeler, islam dünyasının bütün bölgelerinde ses getiren fikirlerin buralarda da yankılanmalarını sağladı. Örneğin; Suudi Arabistan, Vahhabiliği buralarda yaymaya çalıştı. Göçmen ülkelerinde ise ön planda olan grubun ağırlığı söz konusudur. Fransa’da Kuzey Afrika İslam’ı etkindir. İngiltere’ye daha çok Hindu-Pakistan İslam’ı hakimdir. Almanya’da ise ağırlıklı olarak Türk İslam’ı yaşanır. Bununla birlikte adı geçen ülkelerde de, gelecekte İslam’la ilgili yeni tartışmalarda sıkça anılacak, farklı  islami akımlar mevcuttur. Avrupa’daki müslümanların birçoğunun, bir azınlık olmaları hasebiyle ve Avrupa’nın düşünce geleneği ile temasa geçmeleriyle birlikte, kendi geleneksel algılarına tenkitçi bir bakış açısıyla yaklaşmaya başlamaları çok dikkat çekicidir. Buna mukabil, bazı müslümanların nezdinde gelenekçi ve hatta radikal islami akımlar gün geçtikçe cazibelerini artırmaktadırlar.

  1. 3. İstikbale Dair Perspektifler – Avrupa’da İslam Teolojisi

Yukarıdaki envanterden hangi perspektiflere ulaşılabilir? Bu soru iki ayrı noktadan hareketle incelenmelidir:

a)    İslam Hukuku

b)   İslam Teolojisi

Şimdi bu iki hareket noktası üzerinde kısaca duralım

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir