"Enter"a basıp içeriğe geçin

Avrupalı Harem Kadınları

Bir önceki yazımda dolaylı olarak değindiğim Avrupa tarihindeki „metreslik geleneği“nin iyi anlaşılmadığını düşünüyorum. Bu yazımda biraz daha derinlere inerek, Ortaçağ Avrupasında kadının taşıdığı değeri ve layık görüldüğü muameleyi anlatmaya çalışacağım.

 

„Metres“ fransızca „maitresse” kökünden gelir ve “patroniçe” demektir. Dilimize “evli bir erkeğin gizli ilişki sürdürdüğü ikinci kadın” olarak yerleşen “metres” in Avrupa’dan intikal ettiğini biliriz ancak Avrupa’da, gayri ahlaki ilişkilerdeki kadın kahramanın literatürdeki karşılığının artık “metres” olmadığını, metres’in Avrupa tarihinde yaşanan bir olguya atfen kullanıldığını bilmeyiz.

 

Herhangi bir arama motorunun dil seçeneklerinden Almanca’yı seçip Almanca “metres” yazdığınız zaman, bizdeki harem romanlarını andıran birkaç tarihi roman ve tarih siteleriyle karşılaşırsınız. Aynı şekilde türkçe dil seçeneğini seçip “metres” yazdığınız takdirde ise karşınıza bol miktarda magazin sitelesi çıkacaktır. Kimin kimi “metres” tuttuğunu anlatan paparazi siteleri, Avrupa’nın nasıl karanlığını bize devrederek aydınlığa çıktığına verilebilecek en manidar örneklerdendir. “Abendland” (Karanlık topraklar, Avrupa), “Morgenland” (aydınlık topraklar, Asya)’dan ışığı böyle çalmış olmalı; tarihteki günahlarını anlatan kirli kelimeleri, aydınlık ülkelerin, yani Asya’nın lugatına dercedip unutturarak.

 

“Metres” Ortaçağ Avrupasında kralın ve soylu erkeklerin toplum tarafından bilinen ve eşleri tarafından kabul gören sevgililerine verilen bir sıfattı. Bizi harem kültürümüzden dolayı acımasızca eleştiren, bu tarihi gerçekliği bir kadın hakları ihlali olarak gören, kadına biçtiğimiz rolün atalarımızın bıraktığı mirasla yakından ilişkisi olduğunu düşünen Avrupa, kendi haremini hatırlatan kelimeyi diğer lisanlara şutlayıp, büyük bir problemden ustaca sıyrılmıştır. Bugün bütün İslam ülkelerinde Metres kelimesi bilinir ve kullanılır ancak çok az kişi metresliğin Avrupa tarihindeki yerinden, yani Avrupalı asilzadelerin haremlerinden haberdardır.

 

Çok daha ilginç olanı ise, Avrupa’da ‘metres’ kelimesi yavaş yavaş tarihi bir kavram olarak arşivlere kaldırılırken yerini; geliebte (dost), liebhaberin (sevgili), favoritin (gözde) gibi daha ılımlı, daha sevimli sözcüklere terkediyor. “Kadın hakları” söylevini dilinden düşürmeyen Avrupa, evlilik dışı ilişkileri izah eden çok daha yakışıklı kelimeler icad ederek hem kendi tarihini bir ayıptan temizliyor, hem de bu tür ilişkilere müphem bir cazibe kazandırıyor.

Şimdi, “iyi de metreslik halen yaşanıyor bütün dünyada ve ülkemizde. Avrupa tarihinde de yaşanmış olması gayet mantıklı değil mi?” diye soranlar olacaktır.

 

Metreslik Avrupa tarihinde günümüzde algılandığı şekliyle yaşanmamış, yani yadırganmamış, kabul görmüştür. Oysa bugün bu ilişkiler illegal oldukları için gizli saklı yürütülmektedir.

Ortaçağ Avrupasında metresler kralların ve asilzadelerin sevgilileri olarak herkes tarafından biliniyor ve saygı görüyorlardı. “Die Zeit” gazetesinde Karl N. Nicolnus imzasıyla yayınlanan bir makalede, Ortaçağ’da metresliğe kabul edilen bir kadının, günümüzde olağanüstü bir filimde başrole seçilen bir genç kızla aynı heyecanı paylaştığını ve benzer duygular içinde kutlamaları kabul ettiğini yazıyor. Avrupa tarihinin ünlü metreslerinden Madame de Montespan’dan örnek verilen yazıda; Madame de Montespan’ın Fransa kralı Ludwigs XIV. ‘nin resmi metresi olarak kaydedilmesi üzerine, yasal eşinin babası, yani kayınpederi tarafından nasıl çoşkuyla kutlandığı anlatılıyor. Kayınpeder gelinine yazdığı mektupta duygularını şu cümlelerle dile getiriyor; Tanrı kutsasın; bu, “kutlu talih”in evimizden içeri adım attığının işaretidir.

14 ve 18 yy’lar arasında altın çağını yaşayan metresliğin bütün çabalara rağmen Avrupa tarihinden silinemediği görülüyor. Fransa devrimiyle birlikte ortadan kaldırılan “metreslik müessesi”, sancılı hayat hikayelerinin tarih sayfalarını sızlatmasına da vesile olmuş.

 

 Frengi hastalığı ve metresleriyle tanınan İngiltere kralı Heinrich VIII. iki kız kardeş olan Mary ve Anne Boley’le ilişkiye girer. Anne Boley kralı kendisiyle evlenmeye ikna eder. İlk eşinden ayrılmadan Anne ile evlenen kral bir süre sonra kalbini Jane Saymour’e kaptırır. Jane ile birlikteyken Anne’nin kendisini aldattığına dair söylentileri duyan kral, öfkeye kapılıp genç kadını idam ettirir. Anne’nin masumiyeti sonradan ortaya çıkar ancak kral hiçbir nedamet belirtisi göstermez.

 

13 tane kayıtlı metresi olan Fransa kralı Ludwigs XIV.’nin metreslerinden Marie-Elisabeth de Ludres, ailesi tarafından Karl IV. von Lothringen’le nişanlandırılır. Karl IV. eşinden ve diğer metresinden ayrılmak istemez ve Marie’ye 3. kadın olmasını teklif eder. Bu çirkin teklifi reddeden genç kadın bir süre sonra ailesi tarafından Fransa kralı Ludwigs XIV.’e  sunulur. Marie kralın diğer metresi Madame de Montespan’ın çevirdiği entrikalardan yılar ve saraydan kaçarak manastıra kapanır. Çok zor günler geçiren zavallı kadın yıllar sonra kraldan maddi yardım talep eder. Cüz’i bir miktarla yardım talebi karşılanan Marie 1726’da manastırda sefalet içinde ölür.

 

Kaç tane metresi olduğu tam olarak bilinmeyen Saksonya Polonya kralı August der Starke’nin öldüğünde arkasında 350 çocuk bıraktığı söyleniyor. Metreslerinden on tanesini ve çocuklardan sadece sekizini tanıyan kral, diğerlerini kaderlerine terketmiş…

 

 Bütün bu kötü örneklerin yanısıra metresler, kralların veya soylu erkeklerin seks köleleri olarak, zamanla bir takım ayrıcalıklara kavuşmayı başarırlar. Asilzade ünvanlarına sahip olan kimi metres kadınlar, ülke yönetimiyle ilgili kararların alınmasında dahi etkili olurlar. Dieter Wunderlich “Madame Pompadour. Eine Mätresse greift in die große Politik ein”( Madame Pompadour. Siyasete el atan metres kadın) kitabında, Fransa kralı Ludwigs XIV. ‘nin metresi olan Madame de Pompadour’un, yedi yıl savaşlarında krala, İngiltere ve Prusya’ya karşı Avusturya ile ittifak kurulmasını tavsiye ettiğini ve kralın bu tavsiye doğrultusunda hareket ettiğini yazıyor.

 

Tabi bu örneğin büyük bir istisna olduğu muhakkak. Ortaçağ Avrupasının kadın düşmanlığına gösterilebilecek en bariz delildir metreslik. Osmanlı hanedanındaki harem kadınları birer valide sultan adayı olarak eğitilirken, Batı’daki hemcinsleri; evli, dul veya bekar ayrımı yapılmaksızın kralların ve asilzadelerin beğenisine sunuluyor, sonuna kadar sömürülüyorlardı. Burada “harem” meselesini desteklediğim düşünülmesin ancak “harem kültürü” Batı’daki “metreslik müessesi”ile karşılaştırıldığında, çok daha kadın dostu bir medeniyetin mevcudiyetine  işaret eder.

 (Timeturk.com sitesinde yayınlanmıştır)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir