Alman Şansölye Angela Merkel’in Türkiye ziyareti „Türk okulları“ konusunu yeniden gündeme getirdi. Başbakan Erdoğan’ın daha Merkel ülkeye gelmeden başlattığı salvolar Alman politikacılar tarafından ustaca bertaraf edildiler. Başbakanın tecrübeli bir siyasetçi olarak, Türk okulları(!) konusunu Türkiye’deki güncel açılım politikasına tahvil edebilmek için kullanmaya çalışmasını anlayabiliyoruz ancak takdir edemiyoruz.
Erdoğan’ın 2008’de Kölnarena’da yaptığı konuşmasında sarfettiği yanlış kelimeler Almanya konusunda sağlam danışmanları olmadığı kanaatini uyandırmıştı. Bugün hala, „Türk okulları“ kavramını kullanmaya devam eden Başbakanımızın sevimli ısrarının altında başka planlar yattığını düşünmekten kendimi alamıyorum.
Dilerseniz önce Almanya’daki mevcut eğitim sistemine bir göz atalım ve „Türk okulları“ kavramının niçin yanlış olduğuna bakalım.
Almanya’daki eğitim sistemi çöküşün eşiğindedir. Sistem Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, eğitimle ilgili birçok uluslararası kuruluş tarafından -her vesile ile- en ağır eleştirilere tabi tutulmakta ancak hiçbirinden nasibini almamaktadır.
Alman eğitim sistemi hantaldır.
Bu hantallıkta yaşı geçkin eğitim kadrosuyla birlikte, pedegoji fakültelerinde verilen teori ağırlıklı, pratikten uzak ve miadını doldurmuş eğitim anlayışının büyük payı vardır. „Kendini yenileyemeyen sistem“ diyemiyoruz çünkü Almanya, eğitim sistemini bilinçli olarak yenilememektedir. Bu sistemde sağcı Alman partilerin savundukları siyasi ve ideolojik ayrıntılarla ilgili nice fayda saklıdır. Almanya yürürlükteki sistemle ülkedeki azınlıkları kontrol altında tutmaya ve yükselmelerini, göze çarpmalarını önlemeye çalışmaktadır.
Başbakan Erdoğan „Türk okulları“ kavramını kullanarak ve ardından ülkedeki Alman liselerini örnek göstererek sağcı Alman parti liderlerinin eline büyük koz vermektedir. „Türk okulları“ tamlamasının açılımını zihninde otomatikman „Türkçe eğitim veren okullar“ olarak yapan Almanlar için bu teklif asla kabul edilebilir değildir çünkü Almanya içinde ‘paralel toplumlar’ oluşmasına zemin hazırlayacaktır. Durumun aslında hiç de böyle olmadığını bilen kurnaz Alman politikacılar için halkın kafasındaki bu yanlış kurgu özde iyi bir fırsattır. O kurgunun üzerinden politikalarını icra ederek hem oy toplar hem de ülkedeki mevcut hantal eğitim sisteminin eliyle alt tabaka üzerinde kurdukları otoriteyi devam ettirmeye muvaffak olurlar.
‘Alt tabaka’ diyorum cünkü Almanya’daki berbat sistem sadece Türk çocuklarının değil, yoksul ve göçmen kökenli tüm çocukların istikballerini karartmaktadır.
Almanya’da gayet üstü kapalı bir kast tipi yapılanma mevcuttur. Üst tabaka salt Almanlardan müteşekkildir. Bunlara burjuva, yanı elit tabaka diyebiliriz. Çok fazla ortalıkta görünmezler çünkü sürekli tatildedirler. Orta tabaka akademisyenlerden oluşur. Çok bariz farkedilmeyebilir ama toplum içinde dehşetengiz itibarları vardır. Sizin çocuğunuzu müslüman olduğunuz için kabul etmeyen protestan anaokulu yönetimi, müslüman ama doktor bir annenin çocuğunu pekala kabul edebilir. Kimse de bu duruma ve ortadaki haksızlığa isyan etmez. Alt tabaka; proleterya, yani Türkler’den ve diğer yabancılardan oluşur. Onların arasında da bir başka yapılanma söz konusudur. Örneğin bir Yunan işçiyle bir Türk işçi aynı kategoride değerlendirilmez ama bunun detaylarına girmeyelim şimdi…
Sosyal devlet nizamında ve hukuk bazında kendini çok fazla hissettirmeyen, hayatın içinde veya insanların bir takım doğal reflekslerinde ansızın ortaya çıkabilen kast sistemi en çok okullarda kendini gösterir. Almanya’da yaşadıkça ve yaşlandıkça çocuğunuzun son derece profesyonel yöntemlerle dışlandığını, önünün kapatıldığını, daha anaokulundan başlamak üzere parça parça kendine güven duygusunun benliğinden koparıldığını farkedersiniz. Bu ülkede ilkokula başlama yaşının, geçtiğimiz yıl çıkarılan yeni bir kanunla altıdan beşe çekilmesinde iyi niyet aramak mümkün değildir. Almancayı yalnızca anaokulunda öğrenme imkanı olan yabancı çocuklar için bunun anlamı okul hayatına bir sıfır yenik başlamak demektir.
Zorluklar devam eder…
Daha ilkokul 4. sınıfta çocuklar aynı eleğin içine atılıp bir güzel çalkalanırlar. Şuurun henüz gözlerini araladığı çağlarda, Almancayı yeni yeni kıvırmaya başlayan göçmen çocuklarına „sen üniversite falan okuyamazsın“ denir. Bu çocuklar „Hauptschule“ denilen ve bitirenlerin kalifiye eleman eğitimi alarak -eğer şansları yaver giderse- bir fabrikaya işçi olarak girecekleri atıl okullara gönderilirler. Bu okullardan diğer okullara geçebilme, yani ilerleyebilme imkanı vardır aslında ama, çoğunlukla lafta kalır. Okullardaki; kıyıcı, ötekileştirici, ezici atmosfer çocukları „devasa bir vucudun gereksiz bir hücresi“ olduklarına inandırır, yeteneklerini keşfetmelerine izin vermez.
Okul, toplum ve kültürel dokudan oluşan bermuda şeytan üçgeninden çocuklarını kurtarmak isteyen aileler için Fethullah hoca cemaatinin açtığı okullar bir umut olmuştur ancak bu okullar Başbakanımızın sıkça kullandığı „Türk okulları“ başlığı altında cem edilemeyecek kadar multikülti bir eğitim tedrisatına sahiptirler. Okullarda eğitim dili Almancadır ve Türkçe seçmeli ders olarak sunulur. Almanya’nın „özel okul“ statüsünde değerlendirerek maddi destek sağladığı ve sayıları 20’ye ulaşan okullarda din eğitimi de verilmemektedir. Başbakanımız eğer bu okulların devlet tarafından tanınmasını ve sayılarının artırılmasını murad ederek „Türk okulları“ kavramını kullanıyorsa büyük bir yanılgı içindedir, çünkü bu okullar sadece Türklere yönelik eğitim vermezler. „Türk okulları“ derken, Türkçe eğitim veren okullar açılmasını teklif ediyorsa, yine bir yanlışın içindedir çünkü Almanya’da yaşayan Türklerin durumunu daha da güçleştirecek bir modelden bahsetmektedir.
Başbakanımız Almanya’dan beklentilerini asgariye indirmeli ve artık Türkiye’nin bu konuda neler yapabileceğini düşünmelidir. Düşünmeli ve Almanya’daki mevcut okullara çok güvenmemelidir. Fethullah hoca cemaatinin açtığı okullar misyoner bir yapılanma içinde oldukları için, gurbetçi çocukların dertlerine derman olmaktan uzaktırlar. Bu okullara giriş şartları çok ağırdır. Almanya’da en iyi okul sayılan Gymnasium’a kabul belgesinin yanısıra, başka bir sınava daha tabi tutulduktan sonra kabul edilen çocuklardan bir de aylık ücret alınmaktadır. Çok yüksek rakamlar talep eden okullar, kendi yağıyla kavrulan gurbetçi aileler için tatlı bir hayalden öteye gidememektedirler ve sadece; IQ’su tavan yapmış, haddızatında eğitim fedailerini de çok yormayacak çocuklara sahip ve tabi ‘zengin’ Türk ailelere hitap edebilmektedirler. Ne yazık ki cemaatin önde gelenleri, Almanya’daki gurbetçinin mağduriyetini gidermek ve el uzatmak yerine, onu kalın bir cüzdan sanarak, Afrika’daki okulların masraflarını karşılamak için kullanmaktadırlar.
Bir gurbetçi anne olarak Türkiye’den, burada telef olan çocuklarımız için özel, yatılı liseler açmasını talep ediyorum. Kendi topraklarımızda veya Almanya’da; Almanca eğitim verecek liselerin çocuklarımızın her iki ülkeye intibakını kolaylaştıracağına ve onlara daha parlak bir gelecek sunacağına inanıyorum. Sesimi duyan olur mu, bilmiyorum ama kimbilir, belki bir duyarlı yüreği titretir umuduyla eklemek istiyorum;
Lütfen elinizi çabuk tutun. Burada bir nesil daha yok oluyor!
İlk Yorumu Siz Yapın