Dücane Cündioğlu’nun “Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç” Kitabı Üzerine (1)
Bu Ülke’den Turan’a Kaçış[18]
Buraya kadar eksiğiyle gediğiyle, Meriç kronolojisinin bütün versiyonlarını tasnif eden, Üstad’a yapılan atıflara dair ezberleri bozma azmiyle kalemini kuşanan müellifimizin yavaş yavaş onun beyninin kıvrımlarına nüksedeceğini beklerken, yani mütefekkir Cemil Meriç’le buluşturulacağımızı umarken, yine türlü çelişkilerle malul münekkid Meriç’i buluyoruz karşımızda. Cündioğlu’nun hasrettiği mesaiye, verdiği emeğe duyduğumuz saygıdan dolayıdır ki, bir hayli sabırlıyız ve devam ediyoruz yolumuza.
Kitabın ikinci bölümü “Bu Ülke’den Turan’a Kaçış” serlevhalı. Cündioğlu Meriç’e uygulanan talihsiz bir sansür vakasını masaya yatırırken, yine mütenakız(!) Meriç’i didiklemekten geri kalmıyor ve Ziya Gökalp’e yönelttiği tenkitlerdeki zaman ve mekan endeksli çelişkilerin analizlerini yapıyor. Sebebi meçhul bir surette Meriç okurlarının halen mahrum bırakıldıkları “Türkperestlik ve Türkiyat” ve “Türkoloji” isimli iki ayrı makalenin hüzünlü hikâyesiyle başlayan bölüm, bir Türk sosyologu olan Ziya Gökalp’e yöneltilen tenkitlerdeki muhtelif çelişkiler tasrih edildikten sonra, Cemil Meriç’le Necip Fazıl arasında geçen bir sohbet nakledilerek nihayete erdiriliyor. Cündioğlu Meriç’in Ziya Gökalp’e dair, genel itibariyle menfi sayılabilecek tavsiflerini kendi tevilleriyle birlikte uzun uzadıya beyan ettiği bu bölümün sonuna, Gökalp’le yakından ilişkisi olduğunu düşündüğü malum sansüre kurban giden iki ayrı makaleyi iliştirerek Cemil Meriç okuruna iki güzel hediye sunmayı ihmal etmiyor.[19] Bu incelik karsısında şapka çıkarıp, şükranlarımızı sunarken belleğimizde bir sayfa açılıyor. Müellifimizin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki panelde Üstad’ın hâlihazırda eserlerine uygulanan ihtiyari yahut gayri ihtiyari sansürler hakkındaki mülahazaları düşüyor aklımıza.
Eserlerin ikinci bir el tarafından terkip edilmesini ve kimi eserlerin neşredilmemesini şiddetle eleştiren Meriç okurlarına, bu savaştan çekildiğini ilan eden muharrir, ricatını Mahmut Ali Meriç’in malum tartışmalardan dolayı geçirdiği iddia edilen kalp krizine vurguda bulunarak “İnsani olanı ilmi olana tercih ettim” cümlesiyle gerekçelendiriyordu[20]. Bu açıklamanın ardından Meriç’in de eserlerinde değişiklikler yaptığını söyleyerek böyle bir mücadeleyi gereksiz bulduğunu sözlerine ekliyordu. Cündioğlu’na göre Cemil Meriç külliyatına uygulanan muameleye karşı durmak, varislerine kafa tutmak anlamsızdı çünkü bizzat Cemil Meriç kendi eserleri üzerinde oynamış, eserlerini değiştirmiş, yeniden tertip ve tanzime gitmişti. İlm-i neşir kaidelerine sadık, titiz bir yazar olarak tanıdığımız; araştırmacılara Meriç’in sahafların tozlu raflarında -eğer şansları yardım ederse- karsılaşabilecekleri eski eserleriyle yetinmeyip, makalelerinin yayımlandığı dergi ve gazetelere ulaşmalarını tavsiye eden muharririn beyanları Meriç okurlarını hayretlere sevk edecek düzeydeydi.
Yazarların kendi eserleri üzerlerindeki tasarruf haklarını, üçüncü şahısların müdahaleleriyle müsavi tutan Cündioğlu’nun düştüğü kavram karmaşası ve mantık hatasının farkına varamayacak kadar iltifatlardan sarhoş olduğunu düşünüyoruz. Cemil Meriç eserleri üzerinde oynamış, eklemeler yapmış, kesmiş kırpmıştır. Her olgun yazarın yapması gerekeni yapmış, kendisini samimiyetle, titizlikle sansür ederek sanatın, düşüncenin şeref ve itibarını yüceltmiştir. Asıl hüneri; kendisine sınır çizilmediği zamanlarda, ortam ve mekânlarda, kendi iradesiyle kendisine sınır çizerek gösterebilmiş bir yazardır Meriç. Okuruna duyduğu saygının bir nişanesi olarak, eserlerinin kendisini, bir aynanın bir gelini, durgun bir suyun nergisi yansıtması gibi yansıtmasını istemiş, kelimelerini itinayla seçmiş, cümlelerini özenle kurmuştur. Cündioğlu, bir yazarın kendi inisiyatifiyle eserlerini tanzim etmeye kalkışmasını, başkalarının keyfi müdahaleleriyle bir mi tutmuştur? Bu istifhamların zihnimizi daha fazla yormasını istemiyoruz lakin hakli bir takdir uyandıran bir hacim ve kesafete sahip bu üç önemli kitabın müellifinin sürçmeleri bu kadarla bitmiyor…
Meriç’in kitaplarını sevgili mektuplarına benzeterek, “Sevgiliden gelen mektupta eksiklik gediklik aranmaz ve hatta okunmaz, kalbin üzerinde saklanır” diyen Cündioğlu, günün bombasını da tam bu noktada patlatıyor ve Kur’an-ı Kerim’i okuma konusunda da aynı teşbihi kullandığını gururla naklediyordu. Kur’an-ı Kerim’de yapılacak herhangi bir değişikliğin Allah âşıkları tarafından nasıl karşılanacağını sormak elzemdir bu noktada.
Sizi yorma pahasına, şu sansür meselesini irdelememize izin veriniz…
CemilMeric.net sitesi bizi sadece Cemil Meriç’e daha çok yaklaştırmadı, aynı zamanda onun okur kitlesiyle de hemhal kıldı. Site kurulduğu günden bu yana, kendileriyle tanışma şerefine nail olamadığımız duyarlı Meriç okurları mesajlar atarak “bu eserler niçin yayımlanmıyor?” diye sordular. Malumat eksikliğinden ziyade, edindiğimiz malumatların içeriği okurları bilgilendirmemizi engelledi. Cemil Meriç okuru İnternetle birlikte Üstad’ın da hürriyete kavuşturulmasını umuyor, sansürün diri diri gömdüğü mezkûr makalelerle birlikte, intişarı ertelenen eserlerinin, kafataslarıyla mezarlarının taşını kaldırıp alay malay, gürültü patırtıyla sanal dünyaya dağılıvermelerini bekliyordu. Okurun dalgalar halindeki öfkesi, onun balıkçı ağlarına takılan ilim irfan yüklü şişelerinden sadece birini sanal okyanusun tenha bir kumsalına taşıyabildi. “Bir Facianın Hikâyesi” etiketini taşıyan bu şişe Cemil Meriç’e uygulanan ve adı geçen makalelerden çok daha önce sorgulanması gereken bir canlı sansür örneği olarak internetteki mekânında hamiyetperverlerin, kadir kıymet bilenlerin ilgilerini bekliyor. Daha fazla malumatfuruşluk yapmak istemiyor ve meramımızı özetliyoruz: Cemil Meriç’e hala sansür uygulanmaktadır ancak, Cündioğlu gibi cesur bir araştırmacı dahi bu dramla iştigal etmek, acı gerçeği ifşa etmek yerine, ampulü icad etmiş bir Edison coşkusuyla sayfalarını Meriç ile ilgili lügazları çözmeye, merhumun hikmeti kendinden menkul tenakuzlarını şerh etmeye vakfedebiliyor. Cündioğlu’nun veludiyeti, teyakkuza geçmiş genç Meriç okurlarına bu bakımdan bir hayal kırıklığı yaşatmıştır…
Kitabın III. Bölümündeyiz.
Önsözle Geçen Bir Ömür[21]
Konu: Cemil Meriç’in her fırsatı nimet telakki edip faş ettiği lakin kamu vicdanının devlet eliyle örtbas ettiği garip bir intihal vakasının gölgesinde filizlenen, Cündioğlu’nun zaviyesinden bakıldığında da bir hayli kısır görülen İbn Haldun hayranlığı. Cemil Meriç’in, Hilmi Ziya Ülken’in Ziyaeddin Fahri’ile birlikte imzaladığı “İbn Haldun” kitabının kendine ait bölümlerini Gaston Bouthol’un “ İbn Khaldoun et sa philosophie sociale” kitabından tercüme ettiğini ve kendi telifi gibi gösterdiğini ilan eden makalesini tozlanmış mevkutelerin sararmış yapraklarının arasından bulup gün ışığına çıkaran Cündioğlu, halen bir ansiklopedinin “İbn Haldun” maddesinde Bauthoul tercümesinin Hilmi Ziya Ülken’in telifi gibi gösterildiğini de itinayla vurguluyor. [22] Bu intihal vakasını gayet objektif bir duruşla, lüzumlu mehazları zikredip fazla ayrıntıya girmeden nakleden yazar, Hilmi Ziya’nın vefatının akabinde Meriç’in kâğıda döktüğü ve mevtayı acı bir dille zemmettiği taziye yazısını “eleştiri tarihinin en beliğ, en edebi ve fakat hınçla yazılmış en acımasız örneklerinden biri” olarak tarif etmekten kendini alamıyor.[23] Nasuhi Baydar’ın vefatı üzerine yazdığı satırlarda da benzer üslubu kullanan Cemil Meriç’in; taziyelerinde üslup, mekan ve zamanlama yanlışlarına düştüğünü düşünen Cündioğlu, II. bölümde sadede geliyor ve III. bölüme neden bu baslığın seçildiği sorusu nihayet cevap kazanmaya başlıyor.
Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç kitabının müellifine göre Cemil Meriç’in mabedinde tanzim edilen İbn Haldun maddesi “Mahdut, yetersiz ve fakat her halükarda coşku doludur”.[24] İbn Haldun’a 30 yılını vakfeden mütefekkirin bu uzun ve yoğun meşgalesinin semeresini 20 sayfalık bir makaleyle sonuçlandırmasını garip karşılıyor yazar. Ne bekleniyordu diye sormak gerekiyor bu noktada: Bir kitap, belki de yeni bir Mukaddime mi? Yirmi sayfalık bir makale Üstad’ın kifayetsizliğinin mi yoksa titizliğinin mi bir neticesidir? Bu sorular beynimizde çalkalanırken, düşünce dünyasının nice tepesini avucunun içi gibi bilen kartal bir idrakin nasıl beceriksiz bir bıldırcın muamelesine tabi tutulduğuna şahid oluyoruz. Cemil Meriç’in istihsali olan İbn Haldun makalelerini yeni neslin İbn Haldun ilgisini tetikleyen coşku dolu satırlar olarak nitelendiren yazar, Meriç’in İbn Haldun’la ilgili kaleme aldığı bu satırların genç zihinler üzerinde icra ettiği tesiri ikrar ederek teslim ediyor. Buna mukabil, bu satırlardaki hataların hadden efsun olduğunu ileri sürmekten çekinmeyerek, iddiasını Meriç’in makalesinde kullandığı bir pasajda muhtelif tarihlerde yaptığı değişiklikleri örnekleyerek destekliyor.[25] İsterseniz verilen bu örneği biraz yakından inceleyelim:
Cündioğlu 1965’te dikte ettirilip 1969’da yayımlanan pasajı alıntılıyor:
“Herbelot’un Doğu Kütüphanesi’nde (1776) Türkiye, İran, Arabistan var; Mağrip yok: İbn Haldun’suz bir İslam düşüncesi. Mukaddime yazarı dört asır Araf’ta bekler. Neyi? Napolyon’u, yani devleşen Fransız burjuvasını. Tunuslu tarihçiyi Batı’ya ilk tanıtan Sylvestre de Sacy’dir (1758-1838).”
Okurun dikkatini pasajda 1776 tarihli Doğu Kütüphanesi’nde İbn Haldun’dan söz edilmediğini ve bu tarihçiyi Batı’ya ilk tanıtan ismin de “Sylvestre de Sacy” olduğunu söyleyen satırlara çeken Cündioğlu üşenmez ve benzer ifadelerin tekrarlandığı 10 Nisan 1968 tarihli ders notlarını nakleder. Biz de üşenmeyelim:
“Fransa daha çok Müslüman Doğu’yla temastadır. 1810’a kadar IBM Haldun’un ismine rastlanmaz. Keşf’uz-Zünun’da İbn Haldun vardır, ama Herbelot’un eserinde yoktur. Batı İbn Haldun’u ilk defa Sacy’nin bir tahlilinden tanır, sonra Kuzey Afrika’ya koşan Fransız ordularında baş tercüman olan “de Slane” den. (…) 1867’de çıkan Grand Dictionnaire’nin (Büyük Lügat) “İbn Haldun” maddesi hakkındaki makalesinde Baron de Slane’in tercümesinden bahsedilmez. Sacy’nin Mukaddime analizi alınır. 1878 Supplement Iinde, 1882 Supplement Iide (ek ciltler) hiçbir ilave yapılmaz.”
Pasajı yorumlarken Sacy’nin yanı sıra Baron de Slane’in de zikredilmesine dikkatleri çeken Cündioğlu, Üstad’ın Grand Dictionnaire’nin “İbn Haldun” makalesinde Slane’in tercümesinden bahsedilmeyip Sacy’nin Mukaddime analizinin alındığını söylediği satırlara dikkat edilmesi gerektiğini gizemli bir üslupla talep ediyor okuyucusundan. Peki neden? Bilmiyoruz ama belki ilerde anlarız düşüncesiyle okumaya devam ediyoruz. Yazar az önceki pasajdan bir cümleyi yeniden alıntılıyor:
“1810’a kadar İbn Haldun’un ismine rastlanmaz.”
Cümle yazar tarafından yorumlanıyor:
“Ne ilginçtir ki 1968’de bu cümleyi sarf eden Cemil Meriç, 1944’de Hilmi Ziya Ülken’i tenkit ederken şu bilgileri verir.”[26]
Ve ilgili bilgileri alıntılıyor. Biz de konunun daha iyi anlaşılması için alıntılayalım:
“Quadremere Mukaddimeyi 1858’de tâb ettirmiş, birkaç yıl sonra da de Slane bu lâyemut fikir abidesini üç büyük cilt halinde Fransızcaya çevirmiştir. Bu tarihten itibarendir ki İbn Haldun Avrupa’nın birçok ülkesinde takdirkâr okuyucular bulmuş ve muhtelif sosyologlar tarafından Marx’ın, Darwin’in, Auguste Comte’un müjdecisi olarak selamlanmıştır.”
Cündioğlu bu alıntının hemen ardından şöyle ilginç bir yorumda bulunuyor:
“Meriç’in 28 yaşında yazdıklarını 20 yıl sonra unutmuş olmasına takılmayalım”[27]
“Unutulan nedir, acaba gözümüzden bir şey mi kaçtı?” sorularını müteakip yapılan alıntıları yeniden okuyoruz, yeniden karşılaştırıyoruz. Bu gariplik karşısında bir tek his duyuyoruz: Hayret! Cündioğlu’nun Meriç’in İbn Haldun makalelerini yanlış, eksik, noksan aramak için tabiri caizse çimdiklediğine inanmak istemiyor lakin tenkitlerinin müessisi, hamisi ve idarecisi olması hasebiyle iddialarını ispat için anlattığı kurt masallarını incelemeye devam ediyoruz.
Cündioğlu 1969 da yayımlanan pasajın 1972’deki halini naklediyor:
“Herbelot’un Dogu Kütüphanesinde (1776) Türkiye, İran, Arabistan var; Mağrip yok: İbn Haldun’suz bir İslam düşüncesi. Mukaddime yazarı, asırlarca kapitalizmin gelişmesini bekler Araf’ta. Oryantalizm, sömürgeciliğin keşif kolu. Baron de Slane önce Berberiler tarihini çevirir Fransızcaya (1856), sonra Mukaddimeyi (1863). (…) Larousse’un 17 ciltlik kamusu bu tercümeden habersizdir.”
“Görüldüğü gibi aynı iddialar bu pasajda da tekrar ediliyor ve fakat bu sefer tarihçinin ilk tanıtıcısı metinden tayyedilip yerine tek basına “de Slane” kuruluyor”[28] diye heyecanla düşüyor şerhini Cündioğlu. Ancak olaydaki fevkaladeliği halen çözmüş değiliz. Cemil Meriç bir makalesinde Sacy’den bahsetmiş, diğerinde ise de Slane’in çevirisinden söz etmeyi tercih etmiştir. Bütün yazılanları bir araya getirip, karsılaştırma zahmetine girdiğimizde Meriç’in kısaca; Bati’nın İbn Haldun’un adını ilk Sacy’den duyduğunu, bu aşinalığın de Slane’le birlikte İbn Haldun’a okuyucu kazandırdığını söylediğini görüyoruz. İfadeler arasında ne çelişki, ne de iptal vardır. Bir önceki makale yeniden düzenlenmiş ama içeriğinde bir değişiklik yapılmamıştır. Yazarın kitabın ilerleyen satırlarında vuku bulacağını düşündüğümüz muhtemel hücumlarından birine teçhizat sağlamak niyetiyle, Meriç’in; “Larousse’nun 17 ciltlik kamusunun de Slane çevirisinden habersiz olduğu” iddiasını ikinci kez ve usulca kenara kaydetmesini tebessümle izliyor ve devam ediyoruz okumaya… Ve mezkûr pasajın 1974 deki hali çıkarılır sahneye:
“Şarkiyat sömürgeciliğin keşif kolu. Mukaddime yazarı, asırlarca kapitalizmin gelişmesini bekler Araf’ta. Bati irfanına İslam dünyasını tanıtan ilk eser Doğu Kütüphanesi ve Doğu Kütüphanesi’nde Mağrip yok. İbn Haldun’suz bir İslam düşüncesi. “
Meriç susuyor ve Cündioğlu giriyor araya:
“İfadeleri nedense müphem bir hale bürünmüş bu satırlarla fazla meşgul olmadan…”[29]
Satırlardaki müphemliği bulmak umuduyla yeniden okuyoruz alıntıyı: Yok… Son satırdan başlayıp ilk satıra doğru yavaş ve temkinli, yeniden okuyoruz… Yok… Derken yerde para bulmuş yoksul bir çocuğun gözlerindeki umut ışığını yakalıyoruz Cündioğlu’nun satırlarında. Cündioğlu hemen o paragrafın altına düşülen dipnotu okumaya davet ediyor okuyucusunu. Davete icabet ediyoruz:
“Herbelot, Bibliotheque orientale (1697). Mukaddimenin son Fransızca mütercimi Vincent Monteil, İbn Haldun’dan bahseden ilk kitabın Doğu Kütüphanesi olduğunu söyler. Doğru, ama nasıl bahsediş! Herbelot’un İbn Haldun’u Hadramut’da doğmuş, Haleb Kadısı’yken Timurlenk tarafından esir edilip Semerkant’a götürülmüş ve orada rahmet-i Rahmana kavuşmuş. Baslıca eseri: Beyan fi Sırrı Huruf”
Bu dipnotun ardından aynı hızla Cündioğlu’nun düştüğü dipnota gömülüyoruz…[30] Cündioğlu Meriç’i desteklemekte, mezkûr kitabın önce Türkçe sonra Fransızca aslından verdiği paragrafla Herbelot’un İbn Haldun’la ilgili verdiği bilgilerin tamamıyla yanlış olduğunu teyid etmektedir. İbareler o kadar muğlâktır ki, Herbelot’un İbn Haldun’dan değil de başka birinden bahsediyor olması ihtimali yüksektir. Cündioğlu bu beyanatına rağmen Meriç’e suç isnat etmekten, dikkatsizlikle itham etmekten çekinmiyor. Yazara göre Meriç ancak 1974’de Doğu Kütüphanesi’nin 1697 tarihli baskısında İbn Haldun’un adının geçtiğini öğrenebilmiş ve kendisini kısmen tashih etmiştir. Muhatabımızın Cemil Meriç’i tanıyan ancak onunla empati kurmaya bir türlü muvaffak olamayan bir yazar olduğuna yeniden kani oluyoruz. Meriç’in bir tesadüf eseri okuduğu kitabın başka bir baskısında İbn Haldun isminin zikredildiğini öğrenmesinin neresi dikkatsizlikle açıklanabilir? Bilakis; itibar edilmese, kayda değer bulunmasa dahi bu mehazın makalelerden birinde zikredilmesi muharririn ne kadar dikkatli ve özenli olduğunun bariz bir işareti değil midir? Cemil Meriç Herbelot’un İbn Haldun tarifine güvenmemekte, inanmamaktadır. Bunu Cündioğlu da isabetli bulmaktadır. İbn Haldun’la bu kadar haşır neşir olmuş bir yazar, makalelerin tümünde Doğu Kütüphanesi’nde İbn Haldun olmadığını ileri sürmüş olsaydı mühim bir detayı gözden kaçırmış olduğu düşünülebilirdi. Ancak, anlaşıldığı üzere Meriç, mabedinin sütunları arkasında geceleyen bu aykırı muharririn ara sıra hasutlaşan sesine mukabele etmek istemiş ve son makalesinde Herbelot’da gecen İbn Haldun’u tanımadığını ilan etmiştir. Vakıa Cündioğlu’nu bir hayli üzmüşe benziyor ki, ayak izlerini takip ettiğimizde Herbelot’la ilgili bu dipnota hiç rastlamamayı umduğunu düşünüyoruz.
Sıra Larousse ile ilgili iddiaya gelmiştir. Adı geçen dipnotun altına zerk edilen notu alıntılıyor Cündioğlu:
“Pierre Larousse’un 17 ciltlik kamusu, de Slane tercümesinden habersizdir. İbn Haldun’a tahsis edilen iki sütun, Sylvestre de Sacy’nin Mukaddime hulasasını ihtiva eder.”
Ve Cündioğlu’nun hayret çığlığı:
“Tam da burada şaşırtıcı bir durum ortaya çıkıyor; zira bu açıklamanın devamında su ifadeler yer alıyor:
Mukaddime’nin Fransızcaya çevrildiğini Larausse’un de Slane maddesinden öğreniyoruz.”
Cündioğlu hayretini muhafaza ederek soruyor okuyucusuna:
“1968’den itibaren okuduğumuz açıklamalarla çelişen bu son açıklamayı nasıl izah edeceğiz?” [31]
Bektaşi usulüyle değil tabi. “Pierre Larousse’un 17 ciltlik kamusu, de Slane tercümesinden habersizdir” cümlesi tek başına alındığında yanlıştır ve Meriç’i anlatmaz. Cümlelerini kısa tuttuğu için çok fazla genelleme yapmakla tenkit edilen Meriç, genelleme sanılan bu cümlelerinin ardından dikkatli okurları için lüzumlu açıklamaları yapar. Burada da gerekli açıklama yapılmış ve “ İbn Haldun’a tahsis edilen iki sutun, Sylvestre de Sacy’nin Mukaddime hulasasını ihtiva eder” denilmiştir. Cemil Meriç Pierre Larousse’un İbn Haldun maddesinde de Slane çevirisinden bahsedilmediğini söylemektedir, Pierre Larousse’da de Slane maddesinin bulunmadığını iddia etmemektedir, yani Ustad Pierre Larousse’un de Slane’den değil, de Slane’e ait İbn Haldun çevirisinden habersiz olduğunu, İbn Haldun maddesinde bu çeviriden bahsedilmediğini söylemektedir.
Diyalektiğin Osmanlıcası (Cemil Meriç Eleştirisi)[32]
Cündioğlu kitabının son ve en kapsamlı bölümünü Cemil Meriç’in ömrünün geç dönemlerinde iştigal ettiği için tam anlamıyla hakkını veremediğini düşündüğümüz Osmanlı tasavvurunun tetkikine ayırmış. Yazarın, bu kadar yoğun bir mesainin akabinde, bölüme seçtiği başlıkta da (Cemil Meriç Eleştirisi) tasrih ettiği gibi, isabetli bir tercihte bulunarak onun Osmanlı sıfatını masaya yatırmak suretiyle eleştiri hakkını kullanmaya çalışmasını makul karşılıyoruz lakin mütefekkir Meriç’e tahsis edildiği söylenilen kitaba onun beyninin sağ cephesinin en mütevazı bölgesinin aksettirilebildiğini de üzülerek belirtmek istiyoruz. Konyalı genç “Sen bizden değilsin!”[33] serzenişinde bulunmasaydı, kütüphanesini gören Fransız romancısı “Bu mükemmel bir Fransız kütüphanesi. Ama siz Türksünüz. Sizin kütüphaneniz nerede?” [34] diye sormasaydı belki de bugün bir Osmanlı Meriç’ten bahsedilemeyecekti. Cemil Meriç nevi şahsına münhasır uslup silahıyla teveccüh gösterdiği her sahayı bir ehram asaletiyle yüceltebilmiş, esasında olumsuz sayılabilecek Osmanlı düşüncesini parçası olduğu cemiyetin hatırına, sevdiği ve sevildiği insanların hatırına, kendi zaviyesinden son derece haklı bulduğu gerekçelerle müspet gösterebilmeyi başarabilmiştir. Bu, ihtiram icap ettiren ender istidadın hakkının teslim edilmemesine üzülmemek mümkün mü? Bütün bu Osmanlı yorumlarını yaparken samimiyetsizliğe zerre tenezzül etmediği için, en bağnaz, en katî idraklere dahi kendini sonuna kadar okutabilmiştir Meriç.
Ez cümle, Cündioğlu kitabının bu son bölümünde serdettiği tenkillerin büyük bir kisminda haklıdır ancak, Cemil Meriç sadece vasat bir Osmanlı değil aynı zamanda iyi bir solcu, daha iyi bir mistik, mükemmel bir oksidentalisttir. Bütün iyi niyetli, samimi ve fedakarane gayretlerine rağmen Cündioğlu, Meriç’in oryantalist tarafının sadece bir kısmını, Osmanlı tarafını inceleyebilmiş, indiyanizme(Indiaism) ömrünün bir kısmını vakfetmiş düşünürün bu zenginliğinin adını dahi zikretme ihtiyacını hissetmemiştir. Cündioğlu’nun bu ihtiyatsızlığını -bir konuşmasında belirttiği üzere- Üstad’ın kitaplarının hiçbirini dikkate almamasına, sadece dergilerde yayımlanan makalelerinden istifade ederek kitabını ikmale çalışmasına bağlamak mümkün mü? Cündioğlu “Bir Dünyanın Esiğinde (Hint Edebiyatı)”, “Saint Simon” gibi bizzat yazılan; dergilerde, gazetelerde yayımlanmış yazıların terkibinden oluşmayan bu kitapları hakikaten okumamış olabilir mi? Buna ihtimal vermek istemiyoruz ancak Üstad’a uygulanan bu son otopsi işleminin de kısmen eksik bırakıldığı müşahedesi bütün izah teşebbüslerini talihsiz bir iflasa mahkûm ediyor.
Hülasa Edersek
Cemil Meriç’in heybeti, asalet ve kudreti sadece kullandığı lisanda değil; eksiği gediği, artısı eksisi, altını çamuru ile Batı ve Doğu kültürünü ifade edebilmesindedir. Tabiata rakip bir veludiyetle ebediyete armağan ettiği eserler müstakbel tefekkür mimarları için eşsiz tasarılar haznesidir. Eksiklikler gösterilebilir lakin tabiat kadar muhteşem bir dünya yaratan sanatçıdan hendesi bir mükemmeliyet beklemek en mütevazı tabirle haksizliktir. Cemil Meriç’i anlatmak zor, onu anlamak daha zordur. Hakkında esaslı bir görüş sahibi olmak isteyenler neşredilmiş eserlerinden hareketle, eski baskılarına ulaşmak; yayımlanmayan kitaplarının ve çevirilerinin meçhul adreslerine ulaşmak; yazıları silinmiş, sayfaları sararmış dergilerin tozunu yutmak; umrandan uygarlığa bütün tefekkür dünyasını tavaf etmek; saraylardan kulübelere, mabetlerden mahzenlere, Himalayaların eteklerinden Olemp’in zirvelerine kadar mütefekkirin peşine takılmak zorundadırlar.
Dücane Cündioğlu’nun edisyonlarında kanaatlerimizi hırpalayan, zevkimize uygun düşmeyen, sempatilerimizi yaralayan ifadeler, iddialar, imalar, istifhamlar bu yazıda teker teker zikredilememiştir. Kitabı okurken sıkıldığımız yerler oldu, “amma da uzun” dedik; bazen mükerrer ifadelerden yorulduğumuz oldu; “bunu daha önce söylemiştiniz hocam!” dedik, bazen çok kısa bulduğumuz paragraflar oldu “çok yetersiz” dedik. Bazıları çok garipti ve teessürle mırıldandık: “Şimdi bu da neyin nesi?” dedik. Cemil Meriç’in Osmanlı mefkûresinin tenkid edildiği satırları okurken kâh “çok haklı!” dedik, kâh “galat-ı meşhur fasih-i mahcurdan evladır” aforizmasını hatırlayıp tebessüm ettik. Kitabın son bölümlerinde Ustadla bir öğrencisi arasında geçen muhaverata ayrılan sayfaları okurken, yine kitabın ilk bölümlerinde ünlü Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın “Hiçbir şey bir insanla ilgili gerçekleri onun eserlerinden daha iyi sergileyemez” sözüyle desteklenen “Cemil Meriç’in düşüncelerini anlamaya/kavramaya çalışırken, kendi sözlerine bile bütünüyle güvenmeyip onun en sadık aksini eserlerinde bulmayı deneyeceğiz”[35] satırları düştü aklımıza ve Ustadın tenakuzlarından bir hayli müşteki olduğunu bildiğimiz Dücane Cündioğlu’nun bariz bir tenakuzuna şahit olmaktan duyduğumuz huzursuzluğu bastırmaya çalıştık içimizde. Biz, kitabın ilk bölümlerinde beyan edilen minvalden uzak, Ustadın eserlerinden ziyade, kitap boyunca onun ders notlarının, eş dost muhabbetlerinin, kişisel mektuplarının Cündioğlu’nun penceresinden yansımasını izledik. Derken, Buffon’un “Deha uzun bir sabırdan ibarettir” sözü yankılandı zihnimizde. Bütün eksiklerine ragmen, meşakkatli ve hünerli gayretler sarf edilerek yapılmış itinalı bir tasnifin hâsılasını, bu tasniften yaratılan derin ve lojik bütünü ve bu dehayı takdirle selamlıyoruz.
Evet, Cemil Meriç’in diksiyoner okurunun dikkate alınarak beliğ bir dilin hâkim kılındığı “Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç” mütefekkir Meriç’ten ziyade münekkid Cemil Meriç’i anlattığı ve sadece Cemil Meriç’in Osmanlı tasavvurunu ihtiva ettiği için mütefekkir Cemil Meriç’i tabiat-ı noksan ifade edebilmektedir lakin, bu kitap diğer Cündioğlu imzalı monografilerle birlikte Cemil Meriç hakkında tâb edilebilecek vesikaların en zengin mahzenidir.
________________________________________
[1] http://web.archive.org/web/20071025093733/http://www.bura.org.tr/haberler/haberoku.asp?hid=529
[2] http://web.archive.org/web/20071025093733/http://www.bura.org.tr/haberler/haberoku.asp?hid=529
[3] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 9
[4] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 11
[5] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 21
[6] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 26
[7] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 28, 2. paragraf
[8] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 28. 5. paragraf
[9] Cemil Meriç, Jurnal 2. cilt, S. 291
[10] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 29
[11] Herakleitos, Fragmanlar, Çev. Cengiz Çakmak, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2005
[12] İzutsu Toshihiko, Taoculuk’daki Anahtar-Kavramlar, Çev. Ahmet Yüksel Özemre, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001, S. 164
[13] Yener Osman, Tao Te Ching-Yol ve Erdemin Kitabi, Çeviri, Yorum ve Notlar, Anahtar Yayıncılık, Istanbul 1998, S.14
[14] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 41
[15] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 46
[16] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 45
[17] Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, s. 338
[18] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 49
[19] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 85
[20] http://web.archive.org/web/20071025093733/http://www.bura.org.tr/haberler/haberoku.asp?hid=529
[21] Dücane Cündioğlu, Bir Mabed İşçisi Cemil Meriç, S. 95
İlk Yorumu Siz Yapın