"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bu Eski Bir Hikaye My Darling

Sene 1990

 Kızın gözleri vitrin camına düşen resmine takıldı, sonra vitrinde erişilmez duran gıcır gıcır ayakkabılara. Sonra bakışları kendi ayakkabılarına kaydı. Durdu ve ışıltılı ayakkabıları izledi, sonra başını eğip yaşlı ayakkabılarını izledi. Gözleri doldu. Camdaki gölgesinden  yaşlı gözlerine baktı. Kirpiklerini kırptı, kayan başörtüsünü ucundan çeke çeke düzeltti. Kenardan köşeden çıkan saçlarını sokuşturdu içeri. Tek bir saç teli için kırk yıl cehennemde cayır cayır kavrulma tehlikesi vardı ama saçtı bu, anlaması zordu. Bağlandıkları yerde akıllı uslu durmaları gerektiğini , emre riayet etmedikleri takdirde ödeyecekleri ağır bedeli bir türlü kavratamıyordu kıl tüy milletine. Başörtüsünün iflahını kesip dışarı kaçmayı başardıklarında elleri koşar, yeniden içeri tıkardı serseri püskülleri ama onlar bir yolunu bulup kurtulmayı hep başarırlardı. „Kırk yıl cehennemde yanmak!“ diye fısıldadı belki bu sefer duyarlar ümidiyle ve adımlarını hızlandırdı.

Balık istifi otobüslerden birine rutin mücadelelerinden birini daha vererek binmeyi başardı. Adamın biri ayağına bastı, bir diğeri günün yorgunluğunu omuzuna vermeye kalkıştı. Kalabalığı fırsat bilip dibine kadar yanaşan bir sapığı gözleriyle azarladı. Hiçbiri umurunda değildi aslında; ah saçlarını içerde tutabilmeyi ve bu sıcakta pardesünün içinde pişmemeyi başarsa… Bir başarsa üniversiteye başörtüsüyle girebilmeyi. Eski ayakkabılarından dolayı üzülüyordu ama utanmamayı öğrenmişti. Otobüs sapıklarına karşı da kendine has savunma taktikleri geliştirmişti, üstelik kamyon kasasında bile taşınmaya razıydı bedeni. Ama, ama babasının çarşamba pazarında atlet satarak kazandığı paraya kıyamıyordu işte. O parayla okumuştu ama o para başörtüsü yasağının olmadığı paralı fakültelerin giderlerini karşılayamayacak kadar mütevazı bir rakama tekabül ediyordu. Başını otobüsün camına dayadı, cama düşen gözlerine baktı ve başörtüsünden sıyrılan saçlarına doğru gitti elleri.

Hikayenin devamını merak ediyor musunuz? Çevrenize bakın.

Bu kızlardan mutlaka birine çarpacak gözleriniz. Tek bir tel saçın görünmemesi için verilen savaş bonenin icadıyla tarihe karıştı. Diz üstü ve mini etekler arasında tek tük bulunan ama bu sefer de derin yırtmaçlarından dolayı alınamayan etekler, en sonunda alınmak zorunda kalınıp yırtmaçları dikilerek tamamlanmaya çalışılan tesettürler mazi oldu. Otobüs maceraları da hafızanın raflarına kaldırıldı, çünkü çarşamba pazarında atlet satan muhafazakar kardeşimiz artık kendi mağazasını açmış, ihracata bile başlamıştı. Kızlarımız artık kendi kullandıkları arabalarıyla okullarına gidip geliyorlar. Ulaşılması güç ayakkabılar yüzünden vitrin camlarına düşen yaşlı gözler de onlara ait değildir artık. Tesettürün rengi açıldı; kahverengi tonlar cart kırmızıya, yeşile, mora döndü. Tesettürün sadece rengi değil, kendisi de açıldı; Pardesüler kışlıklarla birlikte çatı katlarına kaldırıldı. Pantolonların üzerini dizlere kadar kapatan tunikler yukarı, daha yukarı, en yukarılara çekildi.

Önce “Allah Allah Allah!”, sonra “Alahallaaaaa”

Muhafazakar kadının tekamülü çok göz alıcıydı ve eskiden olduğu gibi yine tahakkümden nasibini ilk o aldı. Artık terlemiyordu, başörtüsünü çekiştirip durmuyordu; yolda, okulda, mağazada istediği gibi geziyor, sataşmalara, aşağılamalara maruz kalmıyordu ama mutlu değildi. Görsel bir nesneden dolayı iyi bir savaş ve savunma mekanizması işlevi gören kadın, yaşadığı çelişkilere ve düşürüldügü buhranlara bulduğu çözümlerle yeni bir serüvenin sarmalına sürüklendi.  Eskiden tanıdığı bir canavara karşı kendini eğiterek silahlanan kadın, gün geldi canavarın yerinde erkeğini buldu. Hanımı kıvranırken ortalarda görünmeyen ancak namusu söz konusu olduğunda genetik kodları devreye giren ve derhal taarruza geçen beyler şişkin cepleriyle, pembe yüzleriyle ve manikürlü elleriyle dikildiler önlerine . “Allahu ekber” nidalarıyla saldırıya geçen mücahidler “allahalla, alahalla” diye kafalarını sallaya sallaya geri döndüler.

Yeni modern başörtülü kadın; İyi bir tıp doktoru ama cahil

İslam’ı iyi anlamayı, kavramayı ve yaşamayı zahiri kıstaslarla, geleneksel argumanlarla tasvir eden kadınlar için aslında değişen çok şey yoktu. Hala saçının tek teli göründüğü takdirde kırk yıl yanacağını düşünüyor, hala tesettürü görüntüyle sınırlandırıyor, hala eşinin kaburga kemiğinden halk edildiğine iman ediyordu. Onlar iyi bir doktor, mühendis, avukat olmuşlardı. Amaç uzman olmaktı, alim değil ve kozmopolit yapıya karşı direnecek her türlü birikimden mahrum kaldılar. Üstelik, bu mahrumiyetin ne bir eksikliğini ne de sıkıntısını yaşamıyorlardı. Amaca ulaşmak için yürünülen yolda verilen veya verilmek zorunda kalınılan tavizlerin, modern dünyanın dayattığı kriterlerin bir toplamıydı bu manzara. Onlar bu dünyanın normlarına göre aldıkları eğitimle, erkeklerin menfaatlerini daha çok gözeten ataerkil klişelerin çatışmasından çıkan kıvılcımların hedefi oluyorlardı şimdi. Erkek, avuçlarından kaydığını hissettiği “iktidar”ını koruma kaygısıyla aldığı tedbirlerden sonuç alamayınca, ya diline doladı acısını ya da kalemine sarıldı. Müslüman kadınların makyajları, dar pantolonları, convert ayakkabıları konuşulmaya başlandı gazetelerde, kulislerde, kahvelerde, muhallebicilerde, köşede beride… Ama müslüman beylerin Seda Sayan tutkuları, gizli aşkları, yaz tatili kaçamakları, flörtleri, imam nikahlı eşleri, çirkin teklifleri hiç konuşulmadı. Oysa bizde dedikoduyu en çok kadınlar yapardı…

Eskiden evlenemiyorlardı, şimdi de evlenemiyorlar

Eskiden kadınlar kaybediyordu, yine kadınlar kaybediyor. Bir zamanlar üniversiteye gidemiyorlardı ve evlenemiyorlardı. Şimdi gidebiliyorlar ama yine evlenemiyorlar. Eskiden İslam’ı bir hayat nizamı olarak benimseyen gençlerimiz için ecnebi çıtırlar veya İslam’dan uzak ‘estetik’ güzeli barbieler kutlu bir davanın potansiyel mensupları sayılıyorlardı. Onları irşad ile imana getiren aslan çocuklarımız izdivaçlarını bu dilberlerle yaparak akılları sıra davalarına hizmet ediyor ya da çevrelerini bu yavelerle kandırıyorlardı. Şimdi beş vakit namazını geçirmeyen müslüman beylerin karizmalarına ve son model cep telefonlarına gönül veren başı açık kızlar var. Bütün dişiliklerini konuşturup, bütün şartlarına evet diyince bu tatlısu müminlerini evlenmeye ikna etmeleri hiç zor olmuyor.

Kızlarımızın pantolonlarıyla kafayı bozan takkeli takunyalı frapan beylerimizin, erkek çocuklarımızın neslimize melez tohumları ekme girişimlerine karşı niçin bu kadar kör ve sağır olduklarını anlamak bir hayli zor… Yok aslında zor değil, sonuçta onlar da aynı sularda yüzmüyorlar mı?

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir