(Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun yüreklerimizi dağlayan vefatının ardından gelen bir teklif üzerine BBP Partisine sunulan konuşma metni)
Sadece Genel Başkanımızı değil; bir dostumuzu, abimizi, babamızı, sevdamızı, canımızı kaybetmiş olmanın ızdırabı içindeyiz. Onun son konuşmalarından birinde dile getirdiği üzere, bir saniyesine dahi hakim olamadığımız fani dünyanın başına buyruk anlarından birinde, yüreğimize ayak bastı ölüm ve Başbuğumuz, iki güzide dava arkadaşımız ve iki güzel insan küçük ayak izleri bırakarak içimizde, ayrıldılar aramızdan. Ebedi aleme doğru yolculuğa çıkan her sevgilinin, arkasından göz yaşı döken bütün gönüllerde bıraktığı bu ayak izleri, takip edilmek için değil, sevenleri kendisine kavuşturabilmek içindir. Başkan Muhsin Yazıcıoğlu gibi büyük dertlerin sahibi olan insanlar ise, diğer fanilerden farklı olarak kalplerimize küçük ayak izleri bırakmakla yetinmez, ayrılmadan önce; idealizmin, barışın, refahın ve daha adil bir dünyanın istikametini gösteren mukaddes pusulayı da tutuştururlar ellerimize. Onların hafızalarda bıraktıkları dev izler, hayat denen fırtınalı denizde kah sakin limanları, kah kurtuluşu ve mutlak zaferi işaret eden rotanın koordinatları gibidirler. Yerkürenin en mümbit, aynı zamanda en muzdarip topraklarının özgürlüğü, huzuru ve selameti için harcanan ve yine bu kutsal hedeflere ulaşmak için çıkılan bir sefer sırasında noktalanan bu ömür bize, güzel yaşayan insanların dar-ul bekaya intikallerinin de güzel olacağını muştulamaktadır.
Devlet adamlığından çok öte, mazlumların ve düşkünlerin hamisi bir dava adamı olarak Muhsin Yazıcıoğlu, siyasi çekişmelerin ve ihtirasların zirveye ulaştığı bir dönemde terk-i dünya ederek, son miting konuşmalarında peyderbey altını çizdiği gibi, rekabetin ve kavganın değil, barışın ve dostluğun egemen olduğu bir dünyaya dair yürekli mesajını hiç silinmemek üzere zihinlere kazımayı başarmıştır.
Şu bir gerçek ki; omurgasızlığın tavan ve rant yaptığı bir devirde, “dik durmak” herkese nasip olmaz. Onun vefatı ; vefalı, çileli, onurlu ve temiz bir hayatın kısacık özeti gibidir. Kar kadar ak ve onun kadar yumuşak bir karaktere sahip Reisimiz, kar kadar temiz bir hayat yaşamış; dağlar kadar onurlu, dik ve görkemli duruşlar sergilemiş, hava muhalefetlerini andıran çetin atmosferlerde zorlu mücadeleler vermiş ve bütün ömrü boyunca hep, hep üşümüştür. Onu karla kundaklayıp, bir anne şefkatiyle kucaklayan dağlarda,nihayet ısınabildiğine ve aradığı sıcak iklimlere kavuşabildiğine bütün kalbimizle inanıyoruz. Acı kaybının; solcusu, sağcısıyla, liberali, radikaliyle, müslümanı, gayri müslimiyle Türkiye için çarpan bütün yürekleri dağlaması, bu tatlı vuslatın bir işareti gibi yansımaktadır fani aleme.
O; kara isyan, yaralı hayat, zakkum yürek, demir bilek, asyalı çocuk; bir namlu gibi düşündüğü yıllarda sürüldüğü demir parmakların ardında; zihninde yasak fikirler, kalbinde öksüz yürekler dans ederken uğradığı işkenceleri fikrinin ince gülü belleyen vakur isim… Onu kirli mihraklarla, şaibeli planlarla, kanlı oyunlarla yanyana getirmek isteyen zavallılar iyi bilsinler ki; onun kalbi bir atlasdı. Yeryüzünün kan sızan yaralı ve yırtık mekanlarını ülkesi bilen bir vicdandı ve onun için “umut” bütün dünyanın ağaçlarından hevenk hevenk sarkan meyvelerin adıydı. O, günde beş vakit hiç aksatmadan; şükrünü, aczini, muradını ve halini Rabbine arzeden ihlaslı bir kul, Peygamberini rehber edinmiş sadık bir ümmet hassasiyetiyle davasını gögüslemiş aslan yürekli bir mücahiddi. Kavgası ve aksiyonuyla büyük bir insandı Başbuğumuz ve “ Zafer” onun için ne iktidar, ne bol sıfırlı bir çek, ne de son model bir arabaydı.
At üstündeki asi delikanlı, hep bir süvari gibi yaşadı; mütevazi ve cesur. Yelelerinden tutup hep güneşe doğru mahmuzladı soylu kısrağını; daha çok ışık için, daha parlak bir istikbal için ama hepsinden önce, ısınmak ve ısıtmak için…
Zihinleri kışkırtan, her birimizi ayrı bir gezegen gibi birbirimize yabancılaştıran, ayrı bir bıçak sırtı gibi kinlerimizi bileyleyen “izm” lerin arasından sürüp gitti küheylanını. Bu ülkenin bütün ırklarını tek ırk, tek kalp, tek insan bilen devasa bir yüreği yüklenerek, güneşin doğduğu yere doğru, hep Doğu’ya, Doğu’ya doğru sürdü atını ve ufukta kayboldu. Arkasından gözyaşları içinde bakarken dudaklarımızdan Necip Fazıl ustada ait şu mısralar döküldü;
ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti
iyi insanlar iyi atlara binip gitti.
Güle güle Reis!
Yetim kaldık bilge adam… Kalbimiz bu yüzden kırık, gözlerimiz bu yüzden nemli ama bir heykel gibi dik, dimdik yürüyoruz ardından. Kar yağıyor usul usul ve örtüyor hala sızlayan enkazın üstünü, incitmeden. Geride kalan yetimlerin saçlarına, bağrı yanık anaların yaşmaklarına, canından çok sevdiğin dağların yamaçlarına kar yağıyor ve başında dinlendiğin çeşmeler son kez donuyor. Sen sür atını kekik kokulu diyarlara Reis! Yolun açık, seferin kutlu olsun. Bize de yer aç Resulullah’ın sancağının altında. Sesimiz kısık, kolumuz kırık ama alnımız ak. Sana Peygamber çiçekleri toplayarak yürüyoruz ardından dik, dimdik.
Nizam-ı Alem davasının muazzez sancağını bıraktığın noktadan devralıp istikbale taşımanın sorumluluğunu hissediyor, daha şimdiden bütün kesafetiyle içimize dolan hasretini, bıraktığın asil mirası kucaklayarak dindirmeye çalışıyoruz.
Gözün arkada kalmasın Reis, sevdan emin yüreklerde.
Güle güle Reis!
Güle güle!
İlk Yorumu Siz Yapın