Yurdumun tapelerle hacamat edilen zihinlerine seslenmek öyle zor ki. Öyle zor ki böyle demlerde hakiki, birleştirici, itidal telkin edici cümleler zikretmek. İddiaları inkarlar, inkarları yeni iddialar takip edip dururken, tüm cephelerden uzaklaşıp manzarayı sadece izlemekle yetinmek öyle zor ki. İktidar partisinin sözcüleri kameralar karşısına çıkıp işaret parmaklarını dudaklarına götürerek “susun!” derken, o “susun” işaretini halka “sabredin” diye çevirmek zorunda kalmak öyle acı ki. Bu psikolojiyi; bu Tur dağındaki Musa’nın aczini, karanlık kuyulardaki Yusuf’un, balığın karnındaki Yunus’un kederini tanımak, hissetmek ama hissettirmemek, yutkunup tüketmek öyle büyük bir azap ki…
Dayanılabilirdi, katlanılabilirdi tüm işkencelere, eğer hepsi yalan, hepsi “montaj” aymazlığı ile devam ettirilmeye kalkışılmasaydı.
Ses kayıtları montaj, görüntüler dublaj, yapılan herşey şantaj diyelim…
Gel gelelim, homini gırtlak karakterinizden dolayı bozulan İstanbul slüeti de mi montaj?
Yortanlı barajı ile sular altında bıraktığınız antik kent Allianoi de mi montaj?
2014 yılına ertelediğiniz İlusu barajı projesi ile yine sular altında kalacak olan Hasankeyf gerçeği de mi montaj?
Donarak ölen Ayaz bebek de mi montaj?
Peki ya cesedi babası tarafından çuvalla taşınan Muharrem’de mi montaj?
Bu sayfaya sığdıramadığım ve gözlerimizin önünde cereyan eden onca adaletsizlik, zulüm ve ihanetlerin hepsi montaj mı efendiler?
O halde susalım, zira kelimeler tükenmiştir artık.
İlk Yorumu Siz Yapın