"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hitit Güneşinin Yeniden Doğuşu

Dün, Hitit güneşi yeniden doğdu. Minareleri yalayıp, sevimli Ankara kedilerini ısıtarak; “sizden önce ben vardım, hep buradaydım. Medeniyetin yeşerdiği, uygarlığın şekillendiği coğrafyanın sembolüydüm, hatırladınız mı?” dedi ve onu hafızalardan silmeye çalışanların kalplerine alevden oklarını fırlata fırlata Ankara semalarına yerleşti.

Tarih dün yeniden tekerrür etti ve Truva’da, Çanakkale’de dökülen kanlarla sulanan topraklarda çevrilen entrikaların Hitit güneşinin emzirdiği o taştan sabra nasıl yenik düştüğünü gösterdi.

“Ya sabır!” çekerek, bir Yunus Emre tevazusuyla bugünü beklemişti Hitit güneşi. Onu tahtından indirdiklerini sanan şaşkınları mütebessim ve heybetli bir edayla Anadolu’nun böğründeki köşesinden sessiz sedasız izlemişti. Avrupalı arkeologların vicdanlarına terkedilmiş izbe harabelerin yamacında her sabah aynı kızgın sancılarla doğmuş ve her akşam aynı kızıl şualarını serpe serpe batmıştı.

O hep oradaydı. Velev ki yok saysınlar, velev ki okumasınlar onbin asırlık yorgun tarihin sızlayan satırlarını. Hitit güneşi bir Amazon kadınının iki ağızlı satırını (Labris) alıp eline, satır satır tepelerine vura vura okutacak o satırları Hellenizmle uyuşturulan zihinlere… Dalga dalga ışığa gark ettiği toprakları cehalet çamuruyla örtmeye çalışan Hellen uzantılarına “çekilin önümden!” diyecek. “Çekilin önümden, çünkü daha aydınlatılması gereken çok karanlık beyin var!” diyecek.

Ve devam edecek:

“İda dağlarının zirvelerinden Olemp‘e savurduğum zaman saçlarımı, önce Promete’nin meşalesini, sonra onunla Zeus’u  tutuşturup küle çeviren bendim! İda da benimdi, Olemp de… Ben uygarlığın ateşiydim. Sen Zeus’un uzattığı pusulayla Olemp’i Hellenistan civarlarında döne döne ararken, ben Çıralı’da  cayır cayır yanıyordum, hala yanıyorum.

 Sen kör, sen sağır, sen hareket eden Hellen heykeline çevrilmiş Anadolu çocuğu!

Havva’nın hamuru benim ısıttığım Anadolu toprağıyla yoğruldu. İnsan eliyle ekilen ilk tohumu senin yurdunda öperek, okşayarak büyüttüm ben. Önce hoyrat ataerkiyi, sonra köleliği ve faşizmi, ardından kan yağmuruyla yıkanan emperyalizmi ve Hermes’in tilki zekasıyla çerçevelenen ticaret hinliğini tatmadan önce, senin topraklarından  şırıl şırıl; ilim, sanat, aşk ve felsefe fışkırıyordu.

Miletoslu Thales’i kucaklayıp aklını ışık tufanına boğarak, ne zaman tutulacağımı (güneş tutulması) bir yıl öncesinden hesap ettiren ve saatimi (güneş saati) icat ettiren bendim. Hititliler rüzgar yeleli vahşi atları evcilleştirirken, onları sıcak kollarımla kucaklayarak tebrik ettim. Perikles’in Atina’sı sokaklarda giderilen ihtiyaçlardan dolayı veba salgınıyla kırılırken Hippodamos’un kurduğu kanalizasyon şebekelerinin sırrını çözemeyen ve adına “Labirent” diyen Hellenleri kahkahalarla izledim. Girit’teki bu lağım sistemini hala labirent olarak anlatan Avrupalı mitologları gördükçe kahkahalarım bıçak gibi kesildi ve senin adına, senin için ağladım.

Plautus’un, Menander’in, Terentius’un, Apollodor’un, hatta Fransız yazar Moliere’in kimlerin havuzundan su taşıdıklarını ben biliyorum ama sen bilemedin. Anadolu’daki seyirlik köy oyunlarının kanavalarında, halk tiyatrolarında, onların eserlerinin asıllarını ben izledim, sen izleyemedin. Ezop’un nasıl La Fontaine olduğunu, Shaekspeare’in oyunlarındaki  kahramanların yarısından fazlasının niçin İngiliz olmayan kahramanlardan oluştuğunu soramadın hiç. İskenderiye
kütüphanesi sen bunları görme, bilme, ortaya dökme diye tutuşturulurken, ben kurutmaya çalıştım Anadolulu bilgelerin gözyaşlarını.

Ben senin güneşindim Anadolu çocuğu! Beni silerken amblemlerden kendini siliyordun hiç farketmeden. Benim gibi ulu bir mirası batıl addetip Hellenlere armağan ettin ve yakın tarihine gömüldün. O tarihi de Osmanlı ve İnkılap tarihi diye ikiye bölüp, paçavraya çevirirken, halkını birbirine düşman edeceğini getirmedin aklına. “Güneş balçıkla sıvanmaz” gerçeği çok tekrarlanmaktan aşınmış, içi boş bir tekerleme olup  yapıştı kaldı ağzına. Üflemekle söndürebileceğini sandın beni.

Bak işte yeniden doğuyorum. Tükettiğin balçığa ve nefese aldırmadan, seni de diğerlerinden ayırmadan sarıp sarmalıyorum. Çünkü ben güneşim! Din, dil, mezhep ayırmadan herkesi kucaklarım. Ama, güneş tutulursa karanlığa gömülür dünya. Sen sen ol,  bana meydan okuma!”

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir