"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nikah ve Zina Nedir? (3)

Dün dünde kaldı cancağızım

Bugün yeni şeyler söylemek lazım

Mevlana

Hiç şüphesiz bugün düşündüklerimizin büyük bir kısmı daha önce de düşünülmüşlerdi. Üstelik aynı derecede teferruatlı ve aynı derecede berrak olarak. Her yeni sandığımız makale veya neşriyat bir tekrardır sadece. Bu yüzden okuduğumuz her yazıyı fihristinin zenginliğine, referanslarının gücüne göre değerlendiriyoruz. Bakir düşüncelere, kundağı açılmamış fikirlere güvenimiz yok.

Bu yazıyı, önceki iki yazımdan farklı olarak gelmiş geçmiş fikir erbaplarının beyanlarıyla süsleyebilirim. „Bakın, şu dediğimi aslında şu büyük insan, bu büyük düşünür de söylemiş“ diyebilirim. Nitekim en aykırı düşüncenizi, bir bilgenin sarfettiği çok da bilinmeyen bir cümleyle destekleyerek sorumluluktan kurtulabilir ve inandırıcılığınızı artırabilirsiniz. Ancak ne yazık ki asıl anlatmak istediğim meseleye kaynak maksadıyla kullanabileceğim bir bilge sözüne rastlayamadım. Mutlaka vardır ama o kaynağa ulaşamadım.

Şunu demek istiyorum: yeni şeyler söylediğimi iddia etmiyorum ama bu düşüncelerime referans olarak gösterebileceğim senetli sepetli sağlam bir referansım yok. „Bu söylediklerini neye dayandırıyorsun?“ sorusuna verecek cevabım yok yani. Amacımız da zaten kendimize ve başkalarına ayna olmak, düşünmeye ve düşündürmeye çalışmak, tekrar etmek değil…

Konuya gelelim…

„Suistimal“ çok da doğru anlaşılmayan ve doğru yerlerde kullanılmayan bir kelime. „Kadınlar suistimal ediliyor“ dediğimiz zaman genellikle bedeni pazarlanan kadınlar gelir aklımıza. Genelev işleten adamın kadın bedenini suistimal ettiğine inanırız ve samimi bir yürekle tepkimizi sunarız. „Hoca“ suretinde birinin, kendine ait bir televizyon kanalında kadınları ve kadınlığı görsel şov amacıyla kullanması ise kimseyi böyle şiddetli öfkelendirmez. Hele hele bu insan İslam’ı anlatıyorsa, yaptığı işte bir hikmet ve hayır aramaya kalkışırız. Tepkilerimiz kısık seslidir ve tereddütlüdür.

Suistimal sandığımızdan daha derin bir ahlaki zaafı vurgular oysa ve yaşadığımız dünyada en sık karşılaşılan ve en az farkedilen günahtır. Tüm aktualitesine rağmen, -kelimeyi içselleştirdiğimiz için- kurumsal suistimallere karşı musamahakar yaklaşırız. Başörtüsü siyasi ve ticari gayelerle suistimal edilir ancak pek farkına varamayız veya ciddiye almayız. Aynı şekilde nikah ve evlilik kurumu suistimal edilir ancak „namus, iffet“ gibi kavramlarla içleri boşaltılan ve saptırılan ilkeler asıl arızayı farketmemizi engeller.

Çiftleşmedeki doğal dürtü „nesli devam ettirmek“tir. Doğadaki tüm mahluklar nesillerini devam ettirebilmek için çiftleşirler. Sanıldığı gibi, hayvanlar çiftleşme konusunda rastgele davranmazlar, seçicidirler. Kendilerine uygun bir partneri gözlerine kestirdikten sonra, ona kur yaparak bir nevi evlenme teklifinde bulunurlar. Hayvanlar aleminde seçen taraf dişi olduğu için erkekler süslenir. İnsanlarda neden kadınların süslendiği sorusu, hayvanlardaki kur yapma ve kendini beğendirme dürtüsüyle açıklanmaya çalışılır. Oysa tüm tahrifatlara rağmen doğa hükmünü icra eder ve  insanlar aleminde de dişilerden daha çok erkekler kendilerini beğendirmek için gayret sarfederler. Kadınlardaki süslenme tutkusu ise kendini beğendirme azminden daha ziyade estetik hassasiyetle ilintilidir. Kadın doğası gereği güzelliğe vurgundur ve bu yüzden sadece kendisini değil,; evini, eşini, çocuklarını ve hatta banyo havlularını bile süsler.

Konuya dönelim…

Cinsel birleşmede karşılıklı muhabbet, yani „rıza“ ilahi bir kural, doğal bir yasadır.

Yanlış anlaşıldığı için üstüne basa basa yazmak zorundayım:

Nikah gereksizdir demiyorum, böyle birşey söylemem mümkün değil.

Nikahın manevi bir boyutu olduğunu ve o boyuttaki kurallara riayet edilmediğini dile getiriyor ve „zina“ günahının çeperini genişletiyorum. Nikah resmi bir sözleşmeden ziyade karşılıklı sevgiye, saygıya ve rızaya dayanan vicdani bir akittir. Zina ise sadece eşlerden birinin bir diğerini başkasıyla aldatması değildir. Zina geleneksel anlayışa ek olarak bir de evliliği suistimal etmektir.

Zina evlilik müessesini kullanarak bireysel faydalar sağlamaktır.

Zina eşlerin birbirlerini eşya seviyesine indirgemesidir.

Zina cinsel birleşmeyi haz aracı yapmak ve doğan sonucun sorumluluğundan kaçınmaktır.

Zina karşı cinse zorla sahip olmaya kalkışmaktır.

Tecavüz tek taraflı bir zinadır ancak maddi veya manevi bir takım menfaatlerden dolayı biriyle birlikte olmak da zinadır.

Sevgiye ve saygıya dayanmadan başlatılan tüm cinsel ilişki biçimleri zinadır.

Dikkat edilirse „aşk“ tan bahsetmiyorum. Aşk çok yoğun bir duygudur ve genellikle aşık bir insanın cinsel bir talebi yoktur. Keşke tüm ilişkilere aşkla başlansa ve o duygu korunabilse ancak bu her zaman mümkün olmaz.  Karşılıklı sevgi ve saygı nikahın en önemli şartıdır. Bunların var olmadığı veya korunmadığı ilişkiler -resmi makamlarca ister onaylanmış olsun, ister olmasın- zinadır.

Bunları açık seçik dile getirmiş olmama rağmen çok eşliliğe dolaylı ışık yaktığım iddia edildi.

Değerli okuyucu, „ahlak doğal olanın içinde kalmaktır“ cümlesi ile „ahlak hayvan gibi yaşamaktır“ cümlesi arasında devasa bir anlam farkı var.

İnsan toplumsallaşmış, üreten, üleşen bir mahluktur ve bu yönleriyle hayvanlardan ayrılır. Anne eşi ve çocuklarıyla emeğini üleşir. Baba kazandığı parayı ailesiyle üleşir. Zina bir insanın sağlıklı üreme ve üleşme hakkını gasbetmektir. Eşlerden biri karşı cinsten başka biriyle birlikte olduğu takdirde, aynı anda iki insanın ve doğacak çocukların haklarını gasbetmiş olur. Her çocuğun, sadece kendi anne ve babasıyla birlikte paylaşabileceği sıcak bir yuvada büyüme hakkı vardır. Bir insan her akşam ayrı evlerde kurulan sofrada aynı anda yer alamaz. Bu aynı zamanda şu anlama gelir; bir insan aynı anda iki insanı sevemez. Toplumumuzda „sevgi „adı verilen o duygunun adı genellikle „haz“ dır. Sağlıklı bir insan ancak ve ancak eşini sevmediği için veya farklı haz ve heyecan arayışında olduğu için bir başkasına meyleder. Eşine duyduğu sevgiyi kaybettiği halde nefsine hakim olarak eşine sadık kalan ve büyüyüp kendi ayakları üzerinde duracakları güne kadar çocuklarına huzurlu aile ortamını yaşatmaya devam eden insana ancak „fedakar insan“ diyebiliriz. Zira bu insan sevgiyle kurduğu yuvanın sorumluluğunu yüklenerek, çocuklarına karşı görevini yerine getirmeye çalışan insandır. Bunun dışındaki tüm ilişki biçimleri; çok eşlilik, metreslik, gizli saklı aldatma, menfaat odaklı  veya zora dayanan evlilikler gibi- zina içeren ilişkilerdir.

Şimdi burada birçok okuyucu, „peygamber zina mı yapmıştır peki?“ diye soracak.

Peygamberimiz Hatice validemizin vefatına kadar başka biriyle evlenmemiş, onun vefatından sonra da sadece Aişe validemizle kendi rızasıyla nikahlanmıştır. Bu iki evlilik dışında yapılan evlilikler bir takım mecburiyetlerden dolayı yapılan evliliklerdir. Kur’an’daki genel usluba bakıldığı zaman, çok eşliliğin hoş karşılanmadığı ve tıpkı „kölelik“ gibi tedrici yollarla kaldırılmaya çalışıldığı görülecektir. İslam’ın iniş nedenlerinden biri mülkiyetçilik ise, bir başka nedeni kölelik, bir diğer nedeni de çok eşliliktir. Bütün bu cahiliye gelenekleri yavaş yavaş, basamak basamak kaldırılmışlardır.

Bugüne dönersek…

Devletten onaylı bir nikah, o ilişkinin ahlaklı bir ilişki olduğunun kanıtı olamaz. Devlet, otoritesini muhafaza edebilmek maksadıyla resmi nikahı dayatırken sorumluluğunu da azaltmaya çalışmaktadır. Devletin asıl vazifesi vatandaşının mağduriyetini gidermek ve neslin en sağlıklı şekilde devamı için üzerine düşen mesuliyeti yerine getirmek olmalı. Aileleri legal veya illegal diye ikiye ayırmak suretiyle toplum nazarında illegal, isimsiz, ezik ve ruh sağlığı bozuk çocukların yetişmesine zemin hazırlayan bir hukuk anlayışının üzerinde yükselen devlet ne kadar adaletli olabilir?

Tüm vatandaşlarını ve çocuklarını istisnasız ve sınıfsız bir şefkatle kucaklayan devleti hayal etmek bu kadar zor mu? Bunu hayal etmeden önce, zihinsel devrimini tamamlamış, örneğin „nikah“ ve „zina“ kavramlarına yüklediği anlamları güncellemiş, yüksek bir kozmik bilince kavuşmuş, daha ahlaklı bir toplumu tahayyül etmek gerekiyor. O toplum var olunca, kendi devletini de kuracaktır.

Tek Yorum

  1. sahinishak sahinishak

    Selamlar,yazılarınızdan azami derecede müstefit olduğumu belirmek isterim ancak,makale sonlarında paylaşın kısmında facebook neden yok??

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir