Mehmet Ali Birand’in yine; insanı yoran, paldır küldürlü, bol teklemeli tekniği ile beynimizin contalarını gevşettigi saatler.. Ünlü sunucu, nereye sığdıracağını bilemediği uzun kollarını havada dans ettirerek oluşturduğu suni şov rüzgarını odamıza doğru iteliyor;
Evet sayın seyirciler eiiiii birazdan burada tarihe tanıklık edeceğiniz eiiii, evet az kaldı sayın seyirciler, gündem bomba gibi, çok sıcak gelişmeler sizleri ei bizlerri ei sizleri bekliyo eiii. Birazdan bomba düşcek gümbür gümbür yörüngeler değişcek, kıyamet kopcek, heyecanlı olcek, nefesler tutulceeek eiiii sayın seyirciler bu şu demek, hepimiz çok eğlenceeez.
Nihayet ellerinden birini yerleştirebilecek bir yer bulur ve çenesinin altına dayar.
Birazdan burada Afrikalı çocukler kolbastı oyniycekler. Eiii sayın seyirciler,ayrılmayın bizden…
Bu vesile ile ne kadar dar olduğunu da öğrendiğimiz Birand’ın stüdyosuna istif edilen siyah, sarı, kumral bebeler hafif şaşkın ve tatlı gülücüklerle serilirler karşımıza. Türkiye’nin en şöhretli spikerlerinden birinin karşısında olduklarını bildikleri için belki de, belki de hakikaten iyi yetiştirildikleri için oldukça dikkatlidirler Türkçe konuşurken. Aynı dikkati Birand’da görmek ne mümkün…. Birand çocukların hayret dolu bakışları arasında o çok bilinen “konuşma mücadelesi” ni vererek “ Türk okullarında Türkçe öğrenen” yabancı uyruklu çocuklara hayatlarının Türkçe dersini verir ve ilk bombasını patlatır:
Eiii evet çocuklar ei, nasıl buldunuz İstanbul’u?
(Çocukların cevabını beklemeden)
İstanbul büyük dimi eii evet İstanbul’un en büyük tarafı ei eiii eiii büyük olması.
Çocuklar dumur, seyirci dumur, Birand çakır keyif devam eder istifini bozmadan. Pişkinliğin böylesine pes tabi ama programda bize “pes” dedirten tek şey Birand’ın bozuk Türkçesi değil.
Moğolistanlı, Ganalı, Tanzanyalı çocuklar döne döne, hoplaya zıplaya kolbastı oynuyorlar stüdyoda, ağıt yakıyorlar, uzun hava çekiyorlar vs … Alkışlayarak çocuklara eşlik eden Birand, metafizik bir ürpertiyle kendinden geçiyor, rasizmin doruklarında “Türküm, doğruyum” kivamında ince ince çağlıyor. Duyduğu çoşku ve Türk olmanın gururu gözlerindeki ışıltıya yansıyor.
Ağlasak mı gülsek mi? Şaşkın şekelek bakıyoruz televizyona. Laik, antilaik, seküler, muhafazakar hepimizi ‘milliyetçilik’ frekansında buluşturan, kalplerimizi ortak bir ritimle pıt pıt yerinden zıplatan organizasyonlardan bahsediyorum: Türkçe Olimpiyatları…
Hayır, Fetullah Gülen hocaya karşı kişisel veya ideolojik bir antipatim mevzubahis değil…
Lakin, anlamıyor, anlayamıyor ve üzülüyorum…
Doğu ve Güneydoğu’da 30, 40 kişilik sınıflarda eğitim yapılırken, Türkçeye ve Kürtçeye vakıf eğitmen sıkıntısı çekildiği için Türkçe bilen çocuklardan istifade edilmeye çalışılırken, Moldova’da okullar açılması, Ganalı çocuklara Türkçe öğretilmeye çalışılması izan ve idrak sınırlarımı zorluyor, anlayamıyorum.
Almanya’da koca bir nesil kaybolurken, Türk çocuklar “potansiyel terörist” muamelesine tabi tutulurken, her yıl yapılan bir takım anketlerle çocuklarımızın -sözüm ona- düşük zeka düzeylerine vurgu yapılarak Alman eğitim sistemininin üzerine düşen gölge silinmeye çalışılırken, Türk eğitimcilerin Filipinli çocuklara alın teri akıtmaları zoruma gidiyor, kaldıramıyorum.
Almanya’nın bir iki metropolünde açılan okullar ülkenin genelindeki büyük ihtiyacın binde birine dahi cevap veremezken; bu binaların, yöneltilecek muhtemel eleştirilere karşı “Almanya’da da açtık işte okul” cevabını verebilmek icin kuruldukları düşünülürken, Türk eğitim idealistlerinin Zimbabveli yavrucağa saz çaldırmasını kavrayamıyorum.
“Kendi neslini kurtaramayan bir milletin başka milletlerin çocuklarına sarılmasını” abes karşılamayacak kadar çok renkli, evrensel değilim ve bu buram buram milliyetçilik kokan şova karşı yapılan eleştirileri “ırkçı ve faşizan” bulanların düştükleri oksimoronu izah etmekte güçlükler yaşıyorum. Olmuyor işte, bedenimdeki bütün milliyetçi hücrelerimi harekete geçiriyorum ama buna rağmen zenci çocuğun okuduğu İstiklal Marşından büyülenemiyorum.
Robert Koleji, Saint Joseph, Notre Dame de Sion gibi okullarda uygulanan eğitim felsefesini, misyonerlik faaliyeti olarak yorumlarken, aynı reflekslerle yola çıkıp geri kalmış ülkelerde; sessiz sakin, gözden ırak gönüllere yakın bir Türk milliyetçiliğini idealize eden okullar açmak bir türlü doğru bir hareketmiş gibi görünmüyor. Bu şaaşalı, ağdalı faaliyetlere, bütün çelişkileri ortadan kaldıracak ve içimi rahatlatacak bir isim bulamıyorum. “Kendine yapılmasından hoşlanmadığın şeyi başkasına da yapma” şeklindeki İslami desturu kafamdan silemediğim için sanırım, kızılderili uşakların semah gösterisinden feyizlenemiyorum.
İster haset deyin, ister gaflet… Yapacaksınızdır mutlaka ama yine de değinmeden geçemeyeceğim; bu eleştiriden ötürü yazı sahibini rahatlıkla vatan haini de ilan edebilirsiniz, alınmam hiç üstüme. Görevimi yaptım ve yazdım; Türkçe Olimpiyatlarının arkasında yatan mantığı anlamıyorum, anlamadım ve hiçbir zaman anlamayacağım.
Derken, Birand’ın sesiyle uyanıyorum düşüncelerimden. Programın sonuna gelinmiştir;
“Eiii e Kızılderili çocuklar halay çektiler. Yarın da Endonezya mehter takımını izliyeceksiniz. Programımız reklamlardan sonra bitcek(!) eiii. Bizden ayrılmayın!
Reklama girilirken Birand’ın mırıltıları geliyor arka plandan;
“İnanamıyorum! eiiiiii Endonezya mehter takımı dedim dimi!”
20.6.2009, Ajans724.com’da yayınlanmıştır
İlk Yorumu Siz Yapın