Bir rivayete göre, zamanın önde gelen devlet adamları hakkında, hırsızlık yaptıkları gerekçesiyle dava açılır. Devlet adamları hatırı sayılır bilge kişilerden biri olan Ezop’tan mahkemede kendilerini savunmasını isterler. Ezop, teklifi kabul eder ve mahkemede “Tilki ve Kirpi” diye bir hikaye anlatır;
Tilki, sırtındaki pirelerden şikayet edip duruyormuş. Kirpi; tilkiye acıyarak, dilerse kendisine yardım edebileceğini, onu pirelerden kurtarabileceğini söylemiş. Tilki, “istemem, sağol” diyince kirpi “neden” diye sormuş. Tilki, şu cevabı vermiş;
“Sırtımdakilerin karnı doydu, daha fazla ememezler. Yerlerine geçecek olanlar daha aç olacaklar.”
Ezop, bu kısa hikayesiyle mahkemeyi büyüler ve devlet adamları beraat eder.
Hükümetten şikayet ede ede sandığa gidip yine aynı partiye oy verecek olan yurdum insanının psikolojisini böyle veciz bir şekilde dile getiren bir hikayeyle yazıya başlamam sizi yanıltmasın. Bir seçim yazısı okumayacaksınız. Seçim-meçim, iktidar-muhalefet; kısaca “siyaset” umurumda değil. Yazımın konusu Ezop; yani Azap, yani Anadolu kültür mirasının ayrılmaz parçası olan sözlü edebiyat geleneği üzerinde Avrupa’nın oynadığı oyunlar olacak.
Ömer Muhtar filminde çok ilginç bir sahne vardır. İtalyan ordusunun güç bela ele geçirdiği Libyalı kahramanla, bir İtalyan general arasında geçen diyalogu anlatan sahnede, İtalyan general Ömer Muhtar’a niçin teslim olmadığını sorar. Ömer Muhtar, “bu ülke bizim, siz topraklarımızı işgal ettiniz, bu topraklarda hiçbir hakkınız yok” der. General, masasının çekmecesini açıp antika bir para çıkarır ve Ömer Muhtar’a doğru uzatarak; “biz sadece topraklarımızı geri almaya geldik, bu parayı kazılar sırasında bulduk, üzerinde Sezar‘ın resmi var” der.
Bugün, İsrailli tarihçi Shlomo Sand; “İsrail halkı diye bir halk yoktur” diye haykıradursun, İsrail, Filistin topraklarını kana bulmaya devam ediyor. İsrail, bu pervasızlığını tarihi saptırarak, yalan dolan üreterek meşrulaştırıyor ve bütün dünyayı Filistin topraklarının kendisine ait olduğuna inandırıyor. Tarih biteviye tekerrür ediyor. Kültürüne ve tarihine sahip çıkmayanın topraklarına gün geliyor başkaları sahip çıkıyor. Truva masallarıyla büyüyen ve Çanakkale’ye gelip Truva hazinelerini arayan, bulan ve ardından da elli bin (50.000) Frank karşılığında Osmanlı hükümetinden satın alan Heinrich Schliemann mı suçludur yoksa arkeolojik eserleri “çanak çömlek“ diyerek küçümseyen Şark mantalitesi mi?
Anadolu toprakları ne kadar güvendedir?
Eğer güvendeyse, Heinrich Schliemann’ın, Osmanlı’nın bilinçsizliğini kullanarak kaçırdığı Truva hazinelerinin hala Moskova Puşkin Müzesi’nde, St. Petersburg Hermitage Müzesi’nde ne işleri var? Dede Korkut hikayelerinin ilk yazmalarını ülkemizdeki hiçbir kütüphanede bulamazsınız, çünkü bir nüshası Almanya’da, Dresden Kütüphanesi’nde, diğer bir nüshası ise Vatikan Papalık Kütüphanesi’ndedir.
Kültür emperyalizminin nasıl başlatıldığını, nasıl geliştiğini ve Anadolu kültürünün Avrupa tarafından nasıl talan edildiğini anlamak için önemli referanslarımız var; masallar, destanlar ve mitoloji…
Talan ve sömürge yoluyla Anadolu topraklarına el koyan Akhalar, Romalılar ve Haçlılar; masalları ve antik söylenceleri; intihal, sansür ve tahrif gibi yollarla kendilerine mal ettiler. Bunun en bariz işaretlerini Ezop masallarında görürüz. Ezop masallarının en önemli kahramanlarından olan “Aslan”, bugün nesli tükenmiş olmakla birlikte, bir zamanlar Anadolu coğrafyasını kendisine yurt edinmiş bir hayvandı. Avrupa’da ise “Aslan“ tarihin hiçbir döneminde kendisine yaşam alanı bulamamıştır. Ezop masallarını kendisine mal eden Helen, bu ayrıntıyı düşünememiştir. Çoktanrılı Anadolu tarihine soğuk yaklaşan ve baştan savan zihniyet yüzünden bu ayrıntı bizim de dikkatimizi çekmemiştir ve çocuklarımız Ezop masallarını La Fontaine imzasıyla okumuştur.
Kimdir Ezop?
Aisophos
Ezop
Azap
Frigyalı bir bilge… Anadolu’dan Atina’ya giden ve hikayelerini orada anlatan, Atinalılar tarafından hikayeleri ikiyüz yıl sonra derlenerek basılan bir Anadolu bilgesi… Hangi kaynağa baksanız “Yunanlı Bilge“ diye çıkar karşınıza. Oysa Ezop, bildiğimiz Azap’tır. Homeros ise Homer, yani Omar. Ne kadar çok Ömer’e benziyor değil mi?
Homeros kimdir peki? Yavaş yavaş objektif kalmayı başaran bazı batılı araştırmacıların itiraf etmeye başladıkları gibi, Homer bir Anadolu ozanıdır. Aynı araştırmacıların dile getirdikleri gibi, Homer bir tek kişi de değildir. Usta çırak ilişkisiyle devam ettirilen sözlü edebiyat kültürünün tek bir isim altında cem edilmiş halidir. Anadolu’da aşık atma geleneği ile günümüze kadar devam ettirilebilmiş lakin son yıllarda unutulmaya başlamıştır. Homer; Köroğlu’dur, Bektaşi’dir, Şah İsmail’dir, Aşık Veysel’dir…
Benzer tahrifatlara dair işaretler mitolojide de karşımıza çıkar. Midas’ın eşek kulaklarıyla ilgili mitolojik öyküye bakalım:
Yunan Tanrısı Apollon ve Anadolu’nun Kır Tanrısı Pan arasında bir müzik yarışması düzenlenir. Frigya Kralı Midas, yargıçlardan biri olarak seçilir (büyük ihtimalle Helenler’de jüri üyeliği yapabilecek kadar müzikten anlayan başka bir yetkili kimse yoktur). Kır Tanrısı, kaval çalar, Apollon ise gümüşten lir’ini. Yargıçlardan ikincisi olan Dağ Tanrısı Tmolos, yengi çelengini Apollon’a verir. Midas ise oyunu kavala, yani Pan’a verince kıyamet kopar. Eril kültürün sembolü Tanrı Apollon çok kızar ve “güzel müziği ayırt edemeyen kulak insan kulağı olamaz! Sana eşek kulağı yakışır!” diyerek Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürür.
Bir taraftan Anadolulu Midas’ı müzik yarışmasında yargıç olarak atayarak yücelten, diğer taraftan da aldığı kararı küçümseyerek kibrini ve güçlü egosunu kendi diliyle teyid eden çelişkili bir mitos…
Helenler, Anadolu’dan çalıp çırptıktan sonra kendi menfaatleri doğrultusunda eğip bükerek oluşturdukları eklektik kültürle pratikte çok yol alabilmişlerdir. Buna rağmen, az dikkat sarfederek okuduğunuzda, hikayelerdeki çarpık mantık kurgusunu farketmeniz hiç zor değildir. Kimi zaman buna bile gerek kalmaz, çünkü Anadolulu bilgenin üstün zekasına yenik düşerler ve ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Ezop’u kendilerine mal edemezler. Azap, Anadolulu köklerini inadına muhafaza eder ve satır aralarından Yunan’ı şöyle hicveder:
Adamın biri tahtadan bir Hermes (Zeus’un oğlu) heykelini oyar ve pazara satmak için götürür. Kimse heykelle ilgilenmez. Adam heykele ilgiyi çekmek için bağırmaya başlar; “Bu heykel kötülüklerden korur, evinize bereket ve uğur getirir!”. Adamın söylediklerini duyan bir çiftçi yavaşça yanına yaklaşır ve kulağına fısıldar; “Be adam! Bu kadar marifetliyse bu herze, niye kendi evinde saklamıyorsun da satıyorsun millete?”…
Not: 15 Haziran Çarşamba, Saat 12:00’da, Tophane Fasuli’de buluşuyoruz. Bütün dostlar davetlidir…
Tek Yorum
Yine çok güzel, çok anlamlı ve çok güncel bir yazı olmuş.