İhsan Eliaçık hocamızın bir programda söylediği söz çok vurucuydu;
“Eğer peygamber bu çağda yeniden aramıza gelse, ilk emri ‘fekku ragabe, bütün boyunduruklardan kurtulun’ olur.”
İslam’ı bir dünya dini yapan, öbek öbek insanları düğüne koşar gibi ölüme koşturan güç, Mekke semalarında yankılanan ‘kölelere özgürlük’ sayhasındaki asaletti. Peki, nasıl olur da fekku ragabe (kölelik zincirlerini kırmak, parçalamak) ve tahriru ragabe (kölelere özgürlük, hürriyet) ilkeleriyle dalga dalga evrene yayılan bir din, esir kadınlarla (cariyeler), hür kadınların arasına ‘Cilbab’ kavramı altında yeni bir kıyafet tarzı ibraz ederek derin çizgiler çeker ve cahiliye devrinde var olan kast sistemini derinleştirir?
Konuyu az çok bilenler ne demek istediğimi anlamışlardır. Ahzab suresi 59. ayette geçen Cilbab tavsiyesinin nüzul sebeplerinden hareketle yapılan ve hemen hemen bütün müfessirlerin benzer cümleleri kullanarak serdettikleri Cilbab ve Cariye yorumlarından bahsediyorum.
Nedir Cariyelik? Kur’an’da var mıdır?
‘Cariye’ kavramını arıyoruz Kur’an’da ama bulamıyoruz. Onun yerine ‘Cariye’ olarak çevrilen ‘ma meleket eymanukum’ kelimesi çıkıyor karşımıza. Kelimenin asıl manasına bakıyoruz;
‘sağ elinizin sahip oldukları’
Kelimeyi kullanılan ayetler kapsamında biraz daha açarsak; ‘vesayet altına alarak‚ kavvam, yani koruyucusu olduklarınız’ yorumuna ulaşırız.
Kabileciliğin hüküm sürdüğü bir coğrafyada savaşların kaçınılmazlığı ve bu savaşlar sonucu esir düşen kadınların mukadderatı hepimizin malumu olmalıdır. Esir kadınlar, çoğu tefsirde direkt veya dolaylı ifadelerle vurgulandığı üzere, ‘Cariye’, yani avamın istifadesine sunulmuş cinsel birer meta değillerdi. Kendilerine sahip çıkanların vesayeti altında, ashaptan münasip mü’min erkeklerle evlendirilerek özgürleştirilen kadınlardı. İslam’ın ruhuna tamamen aykırı cariyelik müessesini inşaa edebilmek için, yine her zaman olduğu gibi ayetlere yanlış anlamlar yüklenmiş ve Mü’minun süresi, 6. ayetteki ‘yani’ anlamına da gelebilecek ‘ev’ kelimesi ‘ve, veya’ şeklinde çevrilmiştir. Buna göre ayetin doğru çevirisi şöyledir;
Cilbab da, daha önceki yazılarımızda işlediğimiz ‘Hımar’ kelimesi gibi, Kur’an’da kılık kıyafet bağlamında tek bir yerde arzı endam eden enteresan bir kelime. O kadar kaypak bir mefhum ki, hemen her müfessirin kaleminde; biçimi, eni boyu, hatta örtülme biçimi değişen, cevap vermekten ziyade insanı yeni suallere sürükleyen, müphem bir libas. Mealcilerin elinde ‘dış kıyafet’e evrilen bu asırlık entari aynı zamanda; hayali çözümlemelerle, kılı kırka yaran istidlallerle, fırtına koparan cümle sonlarıyla, anormal zorlamalarla, Kur’an’a kafa yoran herkese beyin harbi yaşatmak için biçilmiş bir kaftan.
Zemahşeri’ye göre:
“Cilbab, kadının başına attığı başörtüsünden büyük ve cübbeden küçük, geniş bir elbisedir.” (Keşşaf)
Tefsiri Celaleyn daha katıdır :
“Cilbab, kadının bütün vucudunu örten örtüdür.”
Tefsir-i Tibyan’da İbn-i Abbas ve Mücahid’den şunlar nakledilmiş:
“Celabib cilbabın çoğuludur ve kadınların başörtüsü anlamındadır. Kadın evden bir iş için çıktığında baş ve yakasını onunla örter.”
El-Müncid’e göre:
“Cilbab, gömlek veya geniş bir elbisedir.”
Mu’cem-u Mekaiys-il Lügat’ta ise:
“Cilbab, entariye denir.”
Görüldüğü üzere Cilbab konusunda İslam âlimlerinin kafası oldukça karışıktır. Biz yine Kur’an’a bakalım ve mezkur ayeti, ayetin geçtiği sureyi ve nüzul sebeplerini referans alarak bu karanlık tünelden bir çıkış yolu bulmaya çalışalım.
Ahzab Suresi
Ahzab, “hizb”in çoğuludur. Hizb, grup, parti, bölük, topluluk gibi anlamlara gelir. Müslümanlara karşı savaşmak üzere toplanıp, Medine’yi kuşatmaya gelen ve Hendek (diğer adıyla Ahzab) Savaşı’na sebep olan düşman kuvvetlerine “Ahzab” denilmiş; surenin bir bölümünde bu savaştan bahsedildiği için de sureye “Ahzab suresi” adı verilmiştir. Ahzab suresinde ehl-i kitaptan, onlara destek vererek müslümanlarla ilgili dedikodular üreten müfterilerden bahsedilerek, tıpkı Nur suresinde olduğu gibi, müslümanlara tedbir mahiyetinde telkinlerde bulunulur. Surede; toplumda fitne yayanlar ikaz edilir, peygamberin aile efradının ve çevresinin, karşılaştıkları galiz tahrikler karşısında takınmaları gereken tutumlardan bahsedilir. Ahzab suresi de Nur suresi gibi, sosyal mesajlarla yüklü, toplumsal inkılapların şablonlarını çizen, çerçevesini belirleyen bir manifesto niteliğini haizdir. Nur suresinden farklı olarak bu surede ağırlıklı olarak ehl-i kitapdan müfterilere, fitne çıkaran münafıklara ve peygamberin yakın çevresine seslenilir. Ahlaki ilkeler önce peygamberin en yakınlarına ve en tehlikeli düşmanlara hatırlatılır. Ahzab suresinden sonra inen Nur suresiyle de bu mesaj halk tabakalarına yayılır ve detaylandırılır.
Cilbab ayetiyle neyin hedeflendiğini anlamak için Ahzab suresini doğru okumak gerekir. Anlaşıldığı kadarıyla savaşı kaybeden Musevi kabileler, Medine’deki müşrik ve munafıklarla elele vererek, müslümanların aleyhinde entrikalar çevirmek suretiyle, gayri ahlaki bir intikam stratejisine başvurmuşlardı. Öncelikli olarak Allah resulu ve ailesiyle uğraşıyorlardı. Peygamberin eşleri, kızları ve evli müslüman hanımlar hakkında iftiralar üretmekle kalmıyor, her fırsatta sarkıntılık yapıyor, huzursuz ediyorlardı. Nitekim Cilbab ayetinden bir önceki ayette bu durum şu cümlelerle dile getirilir:
“İman eden erkeklere ve iman eden kadınlara hak etmedikleri bir şekilde eziyet edenler iftira atmış ve açık bir günahın vebali altına girmişlerdir.” (İhsan Eliaçık, Ahzab 58)
Allah bu ayetin hemen ardından müfterilerin eziyetlerinden korunmak üzere zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına Cilbab tavsiyesinde bulunur.
“Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına hep söyle: cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafur rahim bulunuyor.” (Elmalılı, Ahzab 59)
Ayetin çevirisinde meal ve tefsirlerde çok sık tekrarlanan üç büyük yanlış söz konusudur;
1) ‘Mü’minlerin kadınlarına’ şeklindeki sesleniş, birçok meal ve tefsirde ‘Mü’min kadınlara’ şeklinde çevrilerek bekar kızlar da ilahi tavsiyenin muhatabı kılınmıştır .
2) Ayette açık şekilde ‘Cilbab’ denildiği halde, kelime ‘dış kıyafetler, dış örtüler’ şeklinde çevrilerek anlam kaymasına yol açılmıştır. Oysa Nur suresinde dış kıyafetin ‘Siyab’ olduğu anlaşılmaktadır. Cilbab’ın ise çok daha özellikli, büyük bir ihtimalle de ‘mahalli’ bir kıyafet olduğu ortadadır.
3) ‘Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine’ ifadesi ise basitçe ‘tanınmak suretiyle’ şeklinde çevrilmiş, çoğu tefsirde daha ileri gidilmiş ve parantezler içinde ‘iffetli kadınlar olarak tanınarak’ gibi yorumlarda bulunulmuştur. Oysa Ayetin öznelerine baktığımızda tanınmakdan kastın, kadınların statüleriyle ilgili olduğu ortadadır. Cilbab sayesinde onların iffeti, erdemi, özgürlüğü belirgenleştirilmeyecek, bilakis; toplumdaki statüleri ve dini mensubiyetlerinden dolayı yapılan sataşmaların gerekçesi izale edilecektir.
Cilbab’ın açılımı konusunda İslam âlimlerinin beyanlarındaki kargaşaya mukabil, Musevilikte örtünmeyi anlatan kaynaklara baktığımızda meselenin çok sarih olduğunu görürüz. Tevrat’da, çoğu müfessirimizin Cilbab’ı açıklarken tarif ettikleri şekle birebir uyan bir tesettür adabından bahsedilir.
Tevrat’ta geçen ve dilimize ‘peçe’ veya ‘çarşaf’ olarak çevrilen ancak ‘Cilbab’ olma ihtimali yüksek olan ayetlere bakalım:
“Ve Rebeka gözlerini kaldırıp İshak’ı görünce deveden indi ve köleye şöyle dedi: “Bizi karşılamak için tarlada yürüyen bu adam kimdir?” Ve köle, “Efendimdir” dedi. Ve Rebeka peçesini alıp örtündü.” (Tekvin Seferi , 24. bab, 64 ve 65.)
“Ve üzerinden dulluk esvabını çıkardı, peçesiyle örtündü ve Timnat yolu üzerinde olan Enaim kapısında sarınıp oturdu; çünkü Şela’nın büyüyüp kendisinin ona eş olarak verilmediğini gördü.” (Tevrat, Tekvin Seferi, 38. bab, 14-15)
“Ah ne güzelsin sevgilim,
Ah sen ne güzelsin,
Peçen arkasındaki gözlerin güvercinler
Gilead dağının yamaçlarında yatan
Keçi sürüsü gibidir saçın” (Tevrat, Süleyman’ın Neşideler Neşidesi Kitabı, 4. bab, 1. Ayet)
“Ve dedi: Üzerimde olan örtüyü getir ve onu tut; ve kadın onu tuttu ve altı ölçek arpa ölçüp kadına yükletti ve şehre gitti.” (Tevrat, Ruk Kitabı, 3. bab, 15. Ayet)
Şimdi bir de Cilbab’ın nasıl örtünmesi gerektiğini anlatan İslam âlimlerinin beyanlarına bakalım;
İbn-i Sirin şöyle demiştir: “Bu ayeti (tabiinin büyük âlimlerinden) Abidetü’s-Selmani’den sordum. Elbisesiyle başını, yüzünü örterek, sol gözünü açarak, hareketleriyle nasıl olacağını gösterdi.” (Suyuti Dürrül Mensur, İbni Kesir )
İbn-i Abbas ve Katade şöyle de demişlerdir: “Alnının üzerinden bağlar, diğer ucunu da burnunun üzerinden bırakır. Gözleri görünse de bu hal onun göğsünü ve yüzünün büyük bir kısmını örter.” Hasan-ı Basri ise “yüzünün yarısını örter” demiştir. (Tefsiri Kurtubi ve İbn-i Kesir)
Cilbab konusunda asıl tahrifat, ayetin nüzul sebepleriyle alakalı rivayetler delil gösterilirken yapılmıştır. ‘Tanınıp da rahatsız edilmemelerini sağlar’ cümlesindeki muğlaklığı ortadan kaldırmaya gayret eden müfessir ve muallimler çareyi Cariye ve hür kadın ayrımını ileri sürmekte bulmuşlardır. Ancak bunu yaparken de sürçmüş, çelişkilere düşmüş ve -gayri ihtiyari- elimize ip uçları vermişlerdir.
Esbab-ı Nüzul’de Süddi’den nakledilen bir rivayette ayetin nuzul sebebi anlatılırken şöyle denilir:
“Medine evleri dardı ve içlerinde tuvalet, defi hacet edecek mekânlar yoktu. Dolayısıyla kadınlar defi hacette bulunmak üzere geceleri çıkar kırlarda defi hacet eylerlerdi. Medine’de bazı günahkâr (fâsık) erkekler bunların peşine düşer, onları ta’ciz ederlerdi. Daha ziyade cariyelerin peşine düşerlerdi. O zaman da hür kadınlar sokağa çıktıkları zaman üzerlerine bir üst elbise alırlar, cariyeler ise buna dikkat etmezlerdi. İşte bu fâsık erkekler sokakta üst elbisesi olan bir kadın gördüler mi ‘Bu hür bir kadın!’ deyip ona ilişmezler, üst elbisesi olmayan bir kadın gördüler mi ona sarkıntılık ederlerdi. İşte bu gibi davranışlar üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.”
Rivayetteki çelişkileri bir kenara bırakırsak (hür kadınlar daha önce de Cilbab kullanıyorlarsa ve Cariyelere sarkıntılık yapmanın bir sakıncası yoksa, ayetin inme gerekçesi de ortada kalmaz), Cilbab’ın o toplumda kullanıldığını ve bir kısım kadınların onu kullandıklarını bu rivayetten çıkarmak mümkündür.
Evet, Cilbab kullanılıyordu ancak onu kullananlar gayri müslim, Ehl-i Kitap’tan kadınlardı. Müslüman kadınlar Cilbab kullanmadıkları için kolayca tanınıyor ve Ehl-i Kitap’tan art niyetli erkeklerin veya İslam düşmanı müşrik ve munafıkların sözlü veya fiili tacizlerine maruz kalıyorlardı. Ayette müslüman kadınlara Cilbab tavsiyesi yapılarak fâsıkların kozları ellerinden alındı. Böylece diğer Ehl-i Kitap kadınlardan ayırt edilemeyecekleri için rahat edecekler ve istedikleri gibi ihtiyaçlarını görebileceklerdi.
Peki, bizim bu ayetten alacağımız ders nedir? Onu da Kur’an’a bakarak cevaplayalım:
“Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size âittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.” (Bakara, 134)
“Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size âittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.” (Bakara, 141)
İki defa yazdım, çünkü iki defa geçiyor.
Eklemeden geçmeyelim;
Kur’an ilahidir, lakin yorumları insanlar yapar. Ne mutlu ona bir hece, bir nefes ekleyerek izini sürenlere. Çağdan çağa akseden bu ulu, bu la yemut ilahiye bizden de mütevazi bir nida karışabilmesi tek muradımızdır. Hiç şüphesiz detone olduğumuz, yanıldığımız, takıldığımız ve tamama erdiremediğimiz heceler sayısızdır. Rabbimin affına sığınıyorum.
Zira, en doğrusunu yalnızca o bilir ve o rahmet sahibidir.
İlk Yorumu Siz Yapın