Bütün peygamberlerin ve kahramanların ortak hedefi insanlığı daha güzel bir dünyaya kavuşturmak, gelecek nesiller için daha aydınlık bir istikbal kurmaktır. Bu ulvi hedefler doğrultusunda verilen mücadelelerle kurulan medeniyetlerin manivelası kirli ellerin eline geçince, bütün istikametler değişir. İnsanların mutluluğu için söylenmez artık türküler ve özgürlüğe adanmış epik hikayelerin altında tutsaklığı yücelten aforizmalar saklıdır. Kanla çizilir o satırların altları; zulümle çizilir ve bunun adına ‘toplumsal huzur’ denir.
Her isyan çocuğu bilir ki, ‘toplumsal huzur’ serlevhalı kanun ve kurallar listesinin yegane gayesi sürünün kontrolünü sağlamaktır. ‘Huzurlu hayat’ rüşvetine karşılık; çocuklarının geleceklerini, onların masum hayallerini, hatta canlarını sunar aileler ve yavrularının infazını ses çıkarmadan izlerler. En kanlı katliamlar ‘huzur ve barış’ adına işlenir.
Oluk oluk kanlar gözyaşlarına karışır ve eğilmeyi reddeden bütün dik başlar dar ağacında yıkılır.
Herkes izler bütün bu meşru(!) cinayetleri. Kimse ses çıkarmaz, kimsenin kılı kıpırdamaz. Kimsenin elinde veya beyninde, en azından yüreğinde belli bir itiraz gerekçesi yoktur çünkü… Çünkü bu ‘zımni kabul’ duvarını; sözde ‘beşeri huzur’un teminatı olan anayasa ile birlikte, ‘ebedi huzur’ vaad eden din de destekler. Müslümanlıklarını fıtri bir imtiyaz gibi yaşayan adamların anlattıkları din, hep huzur vaad eder ama hep hüsran getirir.
Çünkü o din Allah’ın değil, efendilerin dinidir.
O din imarın ve ihyanın değil, ıslah ve inşirahın değil; imha ve istismarın aracıdır.
O dinin müdaafileri ve mürşidleri; köleliği kaldırmaya yönelik tedbirleri, ‘tahakkümün tedrici yollarla’ kaldırılması şeklinde anlamak yerine, bütün topluma ‘itaat’i telkin ederek, ictimai bir kölelik müessesinin teşekkülü için çalışırlar. Toplumun en zayıf halkalarını itaat zincirine katmakla başlarlar işe; çocuklar, kadınlar, yoksullar … Sırasıyla disiplin öğretilir onlara, iffet(!) ezberletilir, itaat telkin edilir…
Ve her biri birer kurşun asker misali efendilerinin hizmetine tevdi edilir.
Kurulan kumpasları bozmak ve çağdaş köleliği kaldırmak için, kendi gözlerimizle okumak zorundayız ilahi kelamı. Ayetleri; kendi akıl süzgecimizden geçirmek, kendi yüreğimize danıştıktan sonra alacağımız cevaba kulak vermek suretiyle sindirmek zorundayız.
Örneğin; ‘Başörtüsünün ilahi mahiyeti ve mesnedi nedir’ sorusunu sorduk mu hiç? Bu soruyu, kimseyi vasıta kılmadan, direkt Kur’an’a yöneltmeyi denedik mi hiç?
Bu satırların yazarı sadece bunu yapmaya çalışıyor ve aldığı cevapları sizlerle paylaşıyor. Savunduğu tezlerin yalnızca kendisine ait bireysel hakikatler olduğunu unutmadan ve unutturmadan, yeni bir kıtanın keşfine çıkmış kaşifin heyecanını kaybetmeden, ancak yeni bir kıta keşfetmiş kaşif küstahlığına da kapılmadan yoluna devam etmeye gayret ediyor.
Bir önceki yazıya yapılan yorumların tekrarlanmaması için bu açıklamalar kafi gelir inşallah…
Sadede gelelim…
Konumuz Hımar
Ayete bakalım;
“Mü’min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zâhir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak kendi kocalarına yâhud kendi babalarına, kocalarının babalarına, yâhud kendi oğullarına, yâhud kendi biraderlerine, yâhud kendi biraderlerinin oğullarına, yâhud hemşirelerinin oğullarına yâhud kendi kadınlarına yâhud kendi ellerindeki memlûklerine, yâhud ihtiyacı olmayan erkeklerden uyuntulara, yahud henüz kadınların avretlerine muttali’ olmıyan çocuklara, müstesna, gizledikleri ziynetleri bilin diye ayaklarını da vurmasınlar, hepiniz Allaha tevbe edin ey mü’minler ki felâh bulabilesiniz” (Nur/ 31, Elmalili)
Bir önceki yazıda ‘Zi’net’ kelimesine eğilmiş ve, Zi’net vurgusuyla göğüslerin işaret edildiğini anlatmıştık. Bir kadının ayaklarını yere vurarak açığa çıkarabileceği ve karşı cinsi tahrik edebileceği organ neyse, Zi’net odur. Ayette sadece ‘Zi’net’ denildiği halde, kimi meal yazarları kadın bedeninin tamamını mahrem kılabilmek için kelimeyi ‘Zi’net yerleri’ veya ‘süs yerleri’ şeklinde çevirmekten çekinmemişlerdir (bknz. Diyanet, C. Yıldırım, A. F. Yavuz). Göğüsler ne kadar saklansalar da tamamen manuple edilemeyen, bir şekilde kendini gösteren organlardır. İşte Allah, ‘zahir olan başka’ derken, elbisenin üzerinden gayri ihtiyari belli olan doğal göğüs hatlarını kasdetmektedir.
Biz bu ayetlerden, sıcak Arabistan ikliminin etkisiyle insanların giyim konusunda son derece lakayt olduklarını anlıyoruz. Nitekim, Elmalılı gibi birçok meal yazarının ‘ırz‘ (Ferc, çoğulu Füruc) olarak çevirdiği kelimenin asıl karşılığı da ‘apış arası‘dır. İç çamaşırın kullanılmadığı ve erkek kadın herkesin entari giydiği bir toplumda, oturup kalkarken ortaya çıkacak muhtemel manzaraların ne kadar rahatsız edici olabileceğini tahayyül etmeye çalışalım. Allah bu manzaraların yaşanmaması için önlem alınmasını istemiş, daha çağa uygun bir yorumla; ‘iç çamaşırı giyin‘ demiştir.
Ayetteki ‘Hımar‘ kelimesinin açılımına gelelim…
‘Hımar‘ kelimesi aynı ayette geçen ‘ceyb‘ kelimesiyle birlikte ele alınmalı ve bütün ihtimaller hesaba katılarak yorumlanmalıdır. Etimolojik araştırması yapılmayan ‘Hımar’ kelimesinin mutlak surette ‘başörtüsü’ olarak çevrilmesi yanlıştır. Hımar’ın resulun konuştuğu dilde hangi anlama geldiğini bilmiyoruz. Çoğu meal yazarı ve müfessir günümüzün Arapça’sını baz alarak Kur’an’a yaklaşmakta ve elden ele, dilden dile aktarılarak zamanla kronikleşen, düzeltimesi imkansızlaşan yanlışlara imza atmaktadırlar. Bu usulün bir an önce değişmesi ve Diyanet’in harekete geçerek Kur’an’da geçen kelimelerle alakalı bilimsel bulgulara ve kapsamlı araştırmalara dayalı etimolojik sözlük hazırlığına girişmesi en büyük muradımızdır.
Hımar’ın ne olabileceği konusunda kafa yorduğumuzda, üç ayrı ihtimal çıkıyor karşımıza: 1) Hımar, Arabistan’da kadın erkek, herkesin sıcaktan korunmak maksadıyla başlarına örttüğü örtü, yani başörtüsüdür. Ceyb (çoğul; cuyub) kelimesinden kasıt ise ‚göğüs yırtmacı’dır. Ayette kadınlardan, başörtülerini göğüs yırtmaçlarına vurmaları (yadrıbne, ‘darb’ sözünden türev olup; vurmak, yaslamak -elimizi duvara dayamak gibi- anlamlara gelir), yani degajelerini kapatmaları istenmiştir. Başlar zaten kapalı olduğu için ayrıca zikredilmemiştir. Kur’an, o muhteşem uslubuyla yine evrenselliğine yakışanı yapmış, açık bir kapı bırakmış ve saçla alakalı tesettür meselesini kadınlarımızın insiyatifine terketmiştir. 2) Hımar sadece örtü anlamına gelir. Bakara 219 ve Maide 91’de geçen; beyni uyuşturan, yani bilinci örten maddelerin tamamını kapsayan ‘Hamr‘ kelimesi bunun en güzel ispatıdır. Hz. Aişe validemize dayandırılan bir sözde dönemin kadın kıyafetlerine dair ip uçları saklıdır. Bir rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir;
“Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye. Yüce Allah, ‘Mü’min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar’ ayetini indirince, onlar eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örttüler” (Buhari, Tefsir-u Süreti’n-Nur 13; Ebu Davud, Libas 33)
Hadis rivayetleri -her ne kadar sıhhatleri bakımından şüphe taşısalar da- o çağın kılık kıyafet kültürüne, yaşam biçimine ışık tutabildikleri ölçüde tarihi değeri haizdirler. Hz. Aişe’ye atfedilen bu söz, cahiliye ve Asrı Saadet kadınlarının başlarını örttüklerine dair yaygın yorumların üzerine gölge düşürmektedir. Aynı zamanda, eteklerin kesilmesi metaforuna daha yakından bakıldığında, sözün tahrifata uğradığı ve kasdedilen şeyin aslında kadın kıyafetine has ‚peştemal’ı andıran bir üst giysi olduğu şüphesi de hasıl olmaktadır. Kadınların başları kapalı değildi ve ayet inince, peştemallarını (hımarlar‘ını) çıkarıp göğüs yırtmaçlarını kapattılar. Hımar’ı olmayanlar ise eteklerinin artan kısımlarını, belki de etek astarlarını keserek dekoltelerini örttüler. 3) Bu ayetle ilgili yapılabilecek en aykırı yorum ise ‘darb‘ fiilinin çevirisiyle ilgilidir. Vurmak şeklinde Türkçe’ye çevirebileceğimiz fiilin Arapça’da kılık kıyafet bağlamında kullanıldığı görülmemiştir. Zira birçok meal yazarı da bu sıkıntıyı yaşamış olacak ki, vurmak yerine ‘salmak‘ veya ‚koymak‘ gibi alakasız kavramlarla işin içinden çıkmaya çalışmıştır. Çok daha farklı bir anlam taşıyan Hımar kelimesinin, uyuşturucu maddelerle ilgili ayetlerde geçen ‘Hamr‘ kelimesiyle karıştırılmış olması muhtemeldir. Ancak belli bir hacme sahip kütlenin bir yerden alınıp başka bir yere vurulması mümkün olabilir. Aynı şekilde; cüyûb, ceyb, cüyb kökünden gelir. Ceyb, bildiğimiz cep demektir ve Hz. Musa ile ilgili ayetlerde (Kassas,32) birçok müfessir tarafından ‚elbisenin cebi‘olarak çevrilmiş, yorumlanmıştır;
‘Ey Musa! Geriye dön, korkma! Çünkü Sen “korkulardan”emniyette olanlardansın. Zira benim nezdimde peygamberler korkmazlar. “Elini koynuna sok.” Elbisenin cebine sok ve çıkar.‘ (Tefsir’ul-Munir, Vehbe Zuhayli )
‘Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın.
Musa emre uyuyor ve elini göğsünün yanında elbisesinin cebine sokup çıkarıyor.‘ (Fizilal’il-Kur’an)
Cep elbisenin koyun bölgesinde olabileceği gibi, kalça kısmında da olabilir ve vucudun bel ve diz kapağına kadar olan bölgesini işaret edebilir. Hımar kadınların haddızatında kullandıkları ancak yanlış veya yetersiz kullandıkları bir örtüdür. Allah, Hımar’ın tıpkı peştemal gibi vucudun yan taraflarına vurulmasını istemiştir. Daha açık bir ifadeyle yorumlamaya çalışırsak; Hımar ‘elbisenin üstünden bele dolanarak avret mahallinin tamamen kapanmasını sağlayan kuşak’tır. Ayetin bir başka alternatif çevirisi; ‘kuşaklarını yanlarına vursunlar‘ şeklinde olabilir…
Bu yorumlar tamamen ihtimaller üzerine yapılmıştır ve amaç, başörtüsünün ilahi mesnedi olarak gösterilen ayetle (Nur, 31) ilgili farklı bakış açılarını ortaya koymaktır. Her üç yorumu da dikkate alarak ulaşabileceğimiz net sonuç ise ayette saçın kapatılmasına dair kesin bir tavsiyenin bulunmadığı gerçeğidir. Konu son derece hassas olduğu için yeniden altını çizmek istiyorum; bütün bu yorumlar, başını 12 yaşında kapatmış ve hayli çilesini çekmiş bir başörtüsü mağduru müslüman kadının, İslami ilimlerle yoğrulan beyninin hamulesidir ve tamamen bireyseldir.
En doğrusunu Allah bilir…
Tek Yorum
merhaba Emine hanım.Yazdıklarınıza yürekten katılıyorum demek duygularımı anlatmaya yetmiyor ama bununla yetineceğim. ben de 20 yıl önce hissiyatlar ile saçını örten ki tek eksiğimin o olduğunu düşünerek yapmıştım o eylemi. fakat bugün sorularım ın artması ile hissiyatlar yerini farklı alanlara kaydırdı .Artık saçını örtmeyen müslüman bir kadın olmayı istedim. Keşke sizinle tanışmak mümkün olsaydı ve sizin birikimlerinizden yararlanma fırsatım olsaydı. saygılarımla