"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nur Suresi ve Başörtüsü (3)

“Adem kadına Havva adını verdi, çünkü o tüm hayatın anasıydı.” (Eski Ahit, Beşleme -Pentatuch-, 2. Bab,  30. Ayet)

‘Havva’ kadın cinsini vurgulayan bir isim olarak Tevrat’da yer alıyor. Kur’an‘da yok ama Anadolu mitosunda Heppat isminde bir ana tanrıça var. Tevrat’da hayatın (insanların değil) anası olarak tarif edilen Havva ana, Anadolu mitoslarında da doğanın anası olarak kucaklıyor yavrularını. Peki, bu bilgi bizi niçin ilgilendiriyor?

‘Havva‘dan sudan’ konuşalım istedik ama hep ‘havadan sudan’ anlaşıldı. Tevrat adını koydu Havva’nın. Kur’an onu ‘dem’ (kan)dan yaratılan olarak anlattı. Hiç ismini anmadı, çünkü o Kur’an’ın nazarında bir cinsiyet değil,  sadece insandı.

Müslümanlar onu Musevilerden daha çok sahiplendiler. Adem’i, yani kandan yaratılanı ‘erkek‘ yaptılar, eşini de kadın. Kur’an yeterli malzeme vermediği için Tevrat’a başvurdular. Rivayetleri referans aldılar. Hızlarını alamayıp, yorum adı altında tahrifata başladılar.

Evet, Havva’yı sahiplendiler, tıpkı evlerindeki hasır iskemle gibi… ‘Havva’ Adem’in eğri kaburga kemiğiydi, yani herhangi bir organıydı… İnsan değildi; iradesi olamazdı, düşünemezdi. İtaate mahkumdu, yani yönetilmeliydi. Ne giyineceğine, nasıl giyineceğine, nerde yaşayacağına ancak Adem karar verebilirdi, çünkü Adem onun sahibiydi.

Adını Tevrat’ın erkek Adem’i  koymuştu, kulağına ezanı mollalar okudu… Kur’an’ın ne dediğine ise kimse kulak asmadı.

Kur‘an ne diyordu sahi? Allah neden kadının ne giyineceğiyle, nasıl giyineceğiyle bu kadar yakından ilgileniyordu?

Allah mı ilgileniyordu yoksa ruhban mı?

Ruhban’ın tercümanlığında konuşan Allah’ın değil, Kur’an’dan seslenen Allah’ın sözlerine kulak verelim. Bakalım aynı şeyleri mi söylüyorlar…

Kur’an’da kadın kıyafetini tarifte kullanılan 3 temel kavram vardır; siyab, cilbab ve hımar (humur). Bu yazıda inşallah  siyab’a ve siyab çerçevesinde zi’net mefhumuna büyütecimizi yaklaştıracağız.

Ayetlere bakalım:

“EY İMAN EDENLER! Ellerinizin altında bulunanlar  ve henüz ergenlik çağına girmemiş olan çocuklarınız şu üç vakitte yanınıza izin isteyerek girsinler; sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkardığınız sırada ve yatsı namazından sonra. Bunlar uygunsuz vaziyette olabileceğiniz vakitlerdir. Bunların dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda sizin için de onlar için de bir sakınca yoktur.” (Nur/58, İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an Türkçe Meal-Tefsir)

Nur suresi 58 . ayetten anladığımız kadarıyla “siyab” kadınlarla birlikte erkeklerin de giydiği bir dış kıyafettir. Bu nokta çok önemlidir, çünkü dış kıyafet  ‘siyab’ olarak değil, bilinçli bir şekilde  ‘cilbab’ olarak vurgulanmıştır ki, tesettür ayetleriyle ilgili yapılan nice yanlıştan sadece biridir. Niçin yanlış olduğunu bu yazı serisinin devamında işleyeceğimiz ‘cilbab’ kavramının açılımında daha iyi anlayacağız. Şimdilik Kur’an’a göre dış kıyafetin ‘cilbab’ değil, ‘siyab’ olduğu gerçeğini itinayla bir kenara not edelim ve geçelim…

Allah bu ayette “Ey iman edenler!” diye seslenerek, “ siyab”larınızı soyunduğunuz vakitlerde köleleriniz ve buluğa ermemiş çocuklarınız sizden izin alarak odanıza girsinler der. Aynı kelime, aynı surenin 60. Ayetinde yeniden  karşımıza çıkarak, ‘siyab’ın dış kıyafet olduğunu yeniden vurgular.

“Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zi’netlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır.” (Nur/60, Diyanet Meali)

Burada da, evlenme ümidi kalmamış kadınların “siyab”larını çıkarmalarında bir sakınca olmadığı bildirilir. Tesettür ayetleri o kadar bağlamından kopuk  yorumlanmıştır ki,  ülkemizde kadınlarımız yaşları ilerledikçe daha sıkı örtünürler. Ancak Kur’an,  menopoza girmiş ve evlenme arzusu kalmamış kadınların -“zi’net”lerini göstermemek kaydıyla-  siyab’larını çıkarmalarında bir beis olmadığını söyler ama hemen akabinde çıkarmamalarının kendileri için daha hayırlı olacağını vurgular.

Kur’an’a göre, cinsel cazibesi kalmamış bir kadının örtünme tavsiyesine uymaya devam etmesinde bireysel  huzuru açısından fayda vardır. Örtünme tavsiyesine uymayan genç kadınlar ise, içinde yaşadıkları cemiyette  çeşitli sıkıntılara neden olacakları için, yani başkalarını etkileyecekleri için, ilahi huzurda hesaba çekilme tehlikesi altındadırlar. Buna rağmen Kur’an, örtünme konusunda bizzat mü’min kadınları ve erkekleri muhatap alarak onlara seslenir ve bu sese kulak vermeyenler için beşeri bir takım müeyyideler önermeyerek hesabın kendisine bırakılmasını sağlar. Kocanın hanımına, babanın kızına veya beşeri nizamın halka, herhangi bir kıyafet biçimini dayatabilme keyfiyetine dair bir fetva Kur’an’dan çıkarılamaz.

Zi’net’i topuklu ayakkabı yaptılar…

Ayette geçen ‘zi’net’ kavramı ise, müfessirlerin üzerinde en çok tartışdıkları, dolayısı ile en absürt yorumların yapıldığı çok sayıda muğlak mefhum arasında yer alır. Bazı müfessirler ‘süs ve aksesuar’ anlamında kullanılan ayetleri baz alarak (A’raf/31, 32), kadınlarla ilgili ayetlerde geçen zi’net mefhumunu da aksesuar olarak algılamış, önce takı eşyaları veya o eşyaların takıldığı organların tamamını zi’net kavramı altına dercetmiş, lakin tatmin olamayıp, son tahlilde kadın bedeninin tamamının zi’net olduğu hükmüne varmışlardır.

Durum o kadar feci bir hal almıştır ki, Nur suresi 31. Ayette geçen ‘gizledikleri zi’netleri bilin diye ayaklarını da vurmasınlar’ ifadesinden ‘halhal’ yorumunu çıkararak, halhalın çıkardığı şıngırtının erkekleri tahrik edebileceğini ileri sürebilmişlerdir.  Çağın ruhunu yakalama konusunda çok da hevesli olmayan ve en elzem mevzularda dahi 1500 yıl öncesinin ahkam ve şeraitini aşamayan  kimi alimlerimiz, kadın modasının geçirdiği evrime göre ayetleri seslendirme söz konusu olunca, en derin uykulardan uyanıverirler.  Bu kreatif zekalar, örneğin zi’net’i  halhalla, halhalı da topuklu ayakkabıyla yanyana getirip, topuklu ayakkabı yasağı uydurmakta  ve bunu din adına yapmakta hiçbir beis görmezler. Muhafazakar bir gazetenin köşe yazarının bu konuda yazdığı bir yazı, mezkur zihniyetin ne kadar cesur olabildiğinin de delilidir (1).

Geçelim…

Aslında zi’net’in (bu ayet kapsamında) hangi anlamda kullanıldığını anlamak hiç zor değildir.  Bayan okurlarım bir boy aynasının önünden ayaklarını hızla yere vurarak yürüdükleri  takdirde, zi’netle neyin kasdedildiğini anlayacaklardır. Ayaklar yere vurulduğu zaman hangi dişi organlar daha bariz bir şekilde varlıklarını karşı tarafa hissettiriyorlarsa, işte o organlar zi’net’tir;  yani göğüsler ve kalçalar… Ayetten anladığımız kadarıyla, cahiliye devri kadınları; kalça kıvırarak, gerdan kırarak değil,  ayakları hızla yere vurmak suretiyle yürüyerek karşı cinsi etkilemeye çalışıyorlardı. Ayetteki mesajın günümüze nasıl yansıdığını ve neyin men edildiğini anlamak için de,  müşteri bekleyen hayat kadınlarının duruşlarını, yürüyüşlerini gözlerimizin önüne getirmek yeterli olacaktır.

Özetlersek; ‘siyab’ kadın erkek herkesin, yabancı insanların karşısına çıkarken giymek zorunda oldukları bir dış kıyafettir.  Yaşlı kadınlar ‘zi’netler’ini göstermemek kaydıyla dış kıyafetlerini çıkardıkları takdirde günah kazanmazlar, ancak bunu yapmadıkları takdirde daha huzurlu bir hayat sürerler ve kazananlardan olurlar. ‘Zi’net’ kadınlarla ilgili ayetlerde, kadınlara özgü mahrem organların adıdır. Kadın bedeninin tamamı zi’net değildir.

Ve tabii en doğrusunu Allah bilir…

(1-) http://www.islamkent.org/archive/index.php/t-12783.html

http://adilmedya.com/makale.asp?yazid=39&id=936

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir