Avrupa Birliğine giriş müzakerelerinin Sarkozy’nin mudahaleleriyle baltalandığı bir süreçte garip ve komik bir vakıa ile çalkalanmaya başladı Alman basını. Halkın önyargılarına malzeme tedarikinde bulunan, sansasyon bağımlısı, bol resimli, az yazılı, çarpık dizaynı ve çıplak kadın fotoğraf arşivinin zenginliğiyle meşhur, Bulvar gazetesi „Bild“ in bir parmak şıklatmasıyla bütün Alman gazeteleri hep bir ağızdan o eski şarkıyı tekrarlamaya başladılar. Şarkı aynı şarkı; „Türkiye ilkel bir ülkedir“, „Hapishanelerinde işkence yapılır“, „Türkiye Avrupa Birliğine uygun değildir“, „Biz var ya, en büyük, en iyi biziz. Bütün –en- ler bizimdir“ gibi nakaratlar sakız gibi Almanların dilindeydi zaten, ama bu sefer daha akortsuz, daha sinir bozucu, daha berbat… Son üç gündür yazılanları okurken tımarhane tutanaklarını okurcasına irkiliyor ve kendimden geçiyordum.
Hadiseyi hatırlayalım… Efendim, Alman kurtarma timinde görevli olduğuna gönderme yapılarak; ne denli human, çalışkan bir ahlak abidesi olduğu, vurgulu ve çoşkulu cümlelerle tasvir edilen genç bir Alman delikanlının, rutin Tükiye tatillerinden birinde bir ingiliz kızını bekaret belasından halas edeceği tutmuş. Dedik ya, çocuk kurtarma timine mensup diye. Gazetelere bakılırsa iyi niyetli zahir… Kızın entarisindeki kiri, tenindeki lekeyi gören; nankör, kadir kıymet bilmez, halden dilden anlamaz İngiliz aile feryat figan basmış şikayeti, açmış davayı. Olay anında kızın entarisi var mıydı, yok muydu orası meçhul… Üstelik, entarisindeki leke İngiliz kızın ne kadar umurunda, onu da bilmiyoruz ama hiperaktif evlatlarının „bir cilveleşmeydi sadece, cinsel birleşme olmadı“ şeklindeki beyanatlarına -tam bir itimat içinde- sayfa sayfa yer veren Alman medyasının da, “Bild” in haberine mal bulmuş mağribi misali sarılıp, yurdunun Avro-septik bünyelerini kalibre etmeye koyulması ve cinsel birleşmeyi teyid eden hastane raporlarına dip notlarda yer vermesi, bu keyifli mudhikeyi daha bir seyirlik hale getirdi.
İşte, günlerdir trajı yüksek Alman gazetelerini süsleyen ad hominem argumanlardan seçmeler:
Kızlarına sahip çıkamayan bu ingiliz ailenin ihmali neticesinde beş yıldızlı suit odasından yaka paça çıkarılan zavallı Marco; darp, cinayet, eroin, tecavüz gibi suçlardan dolayı içeri tıkılan 30 ayrı canavarla aynı mekanı, hatta aynı duş ve aynı tuvaleti kullanmak zorunda bırakılmış. Eyvahlar olsunmuş! Ailesini haftada bir defa, zırhlı camlar ardından görmesine izin veriliyormuş. İptidai hapishane şartları yüzünden halet-i ruhiyesi tarumar olmuş. Giremeyeceği sınavlar nedeniyle parlak istikbali yerle yeksan edilmiş. İşkence bile görmüş olabilirmiş… Almanya’da bir kızcağızı iğfal eden gençlere en fazla „cık cık cık“ denirmiş, sonra parmak sallanırmış, ardından bademli çikolata ikram edilip „bir daha olmasın emi!“ tembihleriyle bu cici bebeler salınırmış cemiyetin müşfik kollarına. Gözlerimizi ovuşturuyor ve hayret duyguları içinde gazeteleri takibe devam ediyoruz. Derken Marco’nun cıvıl cıvıl bir görüntüsü düşüyor ekrana. Hapishanede verdiği bir röportajda çekilen fotoğrafda, Türk polisinin ışıl ışıl bir tepside kendisine sunduğu, lezzet ve letafet açısından bademli çikolatalara taş çıkartan baklavaları lüpleten Alman genç, histeri krizlerine girip, kendisi için bağış kampanyaları başlatan yurttaşlarına „iyim ben yahu, abartmayın allasen“ kıvamında ironik gülücükler postalıyor. Türk Ceza Muhakemeleri usulu yasasının Almanya’dan alındığı bilgisiyle de iyice çuvallayan Alman medya ordusunun ilzamı gerçekten izlenmeye değerdi. Gürültü patırtı kesildi, kalemler hizaya çekildi, boğazlar temizlendi ama düğümler hala açılabilmiş değil… Şimdi sadece, arka fondan ilk günler atılan çığlıkların aksi sedalarına karışan; düşük frekanslı, gayet ihtiyatlı öksürme ve aksırma seslerini işitebiliyoruz…
Fırtına dindi, sular çekildi. Biz şimdi, Nisan ayından beri tutuklu bulunan ve 72 gündür içerde olan delikanlıyı, sebebi meçhul bir dürtükleme neticesinde ansızın hatırlayıveren Alman Kamuoyunun neden sille tokat Türkiye’ye giriştiğini anlamaya çalışıyoruz. Mütecaviz bir Alman, tacize uğrayan bir İngiliz ama olayın faturası bizzat mütecavizin vatanı tarafından Türkiye’ye kesiliyor. Böyle bir garabetin benzerine insanlık tarihinde rastlanmamıştır. Bu şamatanın tam da Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerinin sürdüğü bir sırada kopartılması ve akabinde dönem başkanı Almanya’nın, tartışmaya açacağı sözünü verdiği 3 fasıldan, ekonomi ve para politikalarını içeren başlığı ertelemesi bir tevafuk olabilir mi?
Üç gündür manşetlerden düşmeyen, o mezkur şarkının artık midemizi bulandıran nakaratı; Türkiye Avrupa Birliğine giremez! “Siz bizden değilsiniz, sizi istemiyoruz” diyen arrogant ruhlara gümüş bir tepsi içinde baklava ikram eden Türk polisi.
Ah Avrupa! Milton Hydparkta bir kadının eteğinin çıkardığı feşafeşe nasıl aşık olduysa, biz de sana öyle vurulduk. Zaferlerine bigane, diline lal, felsefene yabancı, medeniyetine aç. Servet’in asma bahçesi! Şahane hayvan, ne kadar haklısın. Asumanın derinliklerinde süzülüp duran yıldızlar bile bize senden daha yakındır. Sarığımıza düşen gök taşı! Bu şoktan uyansak, açtığın delikler baki kalacak. Devasa huzurevi! Biz senin elindeki zemberekli bebektik, değil mi? Bütün telkinlerine uymalıydık… Kaptırma bizi akıntına „şol cennetin ırmakları“! Cezalandır bizi, alma içeri! Madem ki kendimizi unuttuk, sana ram olduk. Madem ki batırdık bu gemiyi ve tahrip sarhoşluğundan uyanıp inşa cehdine kavuşamadık. Ve madem ki enkazımızı da sana kaptırdık. Senindir artık erdem, senindir bilgi, senindir asalet, senindir adalet… Kanunun da, kanunsuzluğun da sahibi sensin. Bizden aldıklarınla tesis ettiğin dünyanda yeniden biçim verdiğin adalet anlayışı, Anakarsis’in ifadesiyle muhteşem bir senteze kavuşuyor şimdi; Kanun, küçük sineklerin takılıp kaldığı, büyük sineklerin yırtıp geçtiği bir örümcek ağıdır. Germen ırkından bir cündinin bu ağa eskaza takılması İsrafil’in sura üflemesi gibidir, değil mi?
Bırak bizi eşiğinde, alma içeri. Belki kafamızı ellerimizin arasına alıp, bir defa olsun düşünmeyi başarabiliriz.
İlk Yorumu Siz Yapın