Siz onları en çok, içlerine nivea kremleri, schauma şampuanları, milka çikolataları, elektirikli mutfak aletleri, şarkı söyleyen bebekleri; içlerine devasa metropolleri, hava alanlarını, istasyonları, ayrılıkları, ağrıları sığdırdıkları; kilitleri kırık, derileri sıyrık valizlerinden tanıdınız. Siz onları ilk, omuzlarında taşıdıkları kasetçalarlarlarından, etiketi arkadan sarkan tüylü fötr şapka ve naylon gömleklerinden tanıdınız. Siz onları en çok geliş ve gidişlerinden tanıdınız.
Aslında siz onları hiç tanımadınız…
Onlar gidenlerdi. Onlar gidişleriyle refah, yani para gönderenlerdi. Tavanına, tabanına ve bagajına yüklenen hediyelerden mütevellit şekli şemali bir hayli bozulan Trolleyleriyle memleketi ziyarete geldiklerinde coşkuyla karşılanan; getirdikleri tüketilip, cepleri boşaltıldıktan sonra geri dönecekleri gün iple çekilen; emekleri sömürülen, servetleri tüketilen, bedenleri katledilen yumurtası altın kazlardan bahsediyorum…
Sizlerin lugatinde sıfatları “Alamancı”, 20. yüzyılı atlayıp yürüdükleri diyarı gurbette adları “yabancı” olanlardan yani… ‚Birinci nesil’ diye etiketlendirilenlerinin, kömür tozu, kimyasal madde yutmaktan halihazırda iflas etmiş kalp ve ciğerlerinin, bizzat kendi ülkesinin duyarsızlığı ve vefasızlığıyla biteviye iğdiş edilmeye devam edildiği atıl bir guruhtan bahsediyorum. O çok güldüğünüz şiveleri, arkalarını dönünce nanik yapıp dil çıkardığınız saffet ve iyi niyetleri, bütün o sümkürdüğünüz çam sakızı çoban armağanı hediyeleri; soluk, sarı çehreleri ile seyri tüyler ürperten insan sürülerinden, evet gurbetçilerden bahsediyorum…
Usuldendir, umumi kayıtsızlık yüzünden yokluklarının dahi farkına varılmayan bu mustarip yekun her seçim arefesinde bir parça hatırlanmış gibi yapılır. Gümrüklere sandıklar yerleştirilir ve Avrupalı Türkler oy kullanmak üzere sınır kapılarına çağrılır. Kırk küsür yıldır aynı mekana aynı samimiyetsizlikle davet edilir bu insanlar ve bir çerçi edasını taşıyan kimliği meçhul birileri sandıkların üzerinde bağdaş kurup oy zarflarını satın alır, mazrufları satar, işleri bittikten sonra sandıkları toplayıp sırra kadem basarlar. Hiç kimse bu oyların nereye aktığını, hangi vilayetin vekaletine talip siyasiyi bahtiyar kıldığını bilmez. „Bakın sizi nasıl da kaale alıyoruz. Türkiye`ye gelip de yorulmayın diye sandığı Kapıkuleye getiriyoruz“ istihzası karşısında üç maymunu oynayarak gümrük kapılarına akın eden Avrupalı Türk, diyarı küffardan gönderdiği oyun kendisine yol, su, elektrik olarak dönmeyeceğinin bilincindedir lakin, tuvalet taşlarına, fabrika çarklarına döktüğü alın terini, dişinden tırnağından artırıp yaptırdığı camilerin kürsülerinden hap gibi yuttuğu vatanperverliği yurdunun engin zekalarına farkettirebilmektir yegane niyeti. Seçim furyasına karışıp savrulur göçmen Türkün şecaati kapıkulenin semalarına, hüzünlü bir hayalkırıklığını ardında bırakarak… Yine olmamıştır işte, yine duyuramamıştır sesini, yine belletememiştir mevcudiyetini irat ve itibar sahiplerine, yine, yine…Yinelerin sonu gelmez ama gurbetçinin de umudu hiç tükenmez…
Şairin dediği gibi;
Umut ey umut, ey beyaz örtülerin tükenmez uzunluğu
kimse bir gün sana koşmaktan kendini alamaz
Tutunarak o beyaz örtünün bir ucundan, seçim kampanyalarının, bir çöl fırtınasının şuursuzluğu ile tozu dumana kattığı Anavatanın sınırlarına kumdan kaleler dikmeye gidiyorlar. Yıkılacağını bile bile, kurdukları kalelerin gönderlerine ortasına hilal ve ay kondurdukları Alman bayrağını dikmeye gidiyorlar. Ve oy niyetine incecik saplarıyla çöl fırtınalarına direnmeye ahdetmiş al gelincikler hediye ediyorlar seçtikleri partilere. Ne kumdan kaleler dayanabiliyor bu hırçın fırtınalara ne de gelincikler ulaştırabiliyor şikayet mesajlarını ehil kulaklara.
Türk siyasetçisinin şaşmaz kaderidir, iktidar olmayı başarmak ama muktedir olamamak. Bir çok meselenin çözümsüzlüğünde iktidar sahiplerinin acziyetleri anlaşılabilir ancak yarım asra yakın bir zamandır bu insanlara konsolosluk kapılarında kuyruk çilesi çektirilmesini; kesin dönüş, emeklilik, vatandaşlık gibi işlemler sırasında engizisyona tabi tutulmalarını; dudak uçuklatan pasaport harçlarıyla cüzdanlarının boşaltılmasını, vuslat yolunu sırat köprüsüne çeviren uçuk kaçık, anlamsız ve luzumsuz; burokratik, sistematik, uydurmatik uygulamalarla sabırlarının hırpalanmasını, sinirlerinin boşaltılmasını, nevirlerinin döndürülmesini acziyetle açıklamak insanımıza has fıtri bir aymazlık değilse, siyasi bir gaftır…
Seçimlere gönderdiği adayların seçildikten sonra kalplerini ve hafızalarını mantolarıyla birlikte meclis vestiyerlerine asıp, kırmızı koltukların ergonomik konforuna kendilerini terkettiklerini gördüklerinde dahi ümitlerini kaybetmediler Avrupalı Türkler… Belkide birilerinin onlara, seçim çalışmaları sırasında var olan bütün edebi, ahlaki değerlerin içini patetik söylemlerle boşaltıp, seçimden hemen sonra gizli bir uyuşma neticesinde cemiyetteki fesatla kaynaşmanın siyasi bir kural olduğunu öğretmesi lazım…
İlk Yorumu Siz Yapın