Biz Başörtü(lü)ler, eylemlerde ve seçim meydanlarında savrulan bir parça kumaşın kenarlarını süsleyen, birbirine kenetlenmiş kardelen motifleri gibiyizdir. Protestolarımız kırmızı karanfil dağıtmaktır bizim ve susmaktır… Susmak ve yalvarmaktır Allah’a.
Çok fazla abartılmış medyatik endişelerle temellerini attığımız televizyon kanallarının ekranlarına yansıtılamadığımız için kamera arkasına itilen başörtülü suretleriz biz. Dişimizden ve tırnağımızdan artırdığımız emeklerimize; azim, direnç ve ümidi kararak kurduğumuz stüdyoların en gözden ırak köşelerinde bir iktidar partisi basın sözcüsünün, başörtü probleminin bir başka bahara tehir edildiğini söyleyen demeçlerini montajlarken, kapı kapı dolaşıp oy topladığımız günlerden kalan ağrı, yavaş ve seri yükselerek topuklarımızdan, kalplerimize iner. Montaj odasımı çok karanlıktır, yoksa biz mi luzumundan fazla, fazla beyazızdır…
Istenilen satış trendini yakalayabilmek namına yeşile çalan renklerini pembeye, maviye, eflatuna boyayan ve bilmem kaçıncı sevgilisinden ayrılan mankene ilk sayfalarında yer ayıran yüksek trajlı gazetelerin cıvıl cıvıl sutunlarında hüzünlerimizi anlatan bir satır arasını beyhude arayan gözler bizim gözlerimizdir. Son yıllarda direnişlerimizin yerine yenilgilerimizin köşelere taşınmasına öfklenir, sessizce iç geçiririz biz.
Paçavra değil, ipekten bir başörtü muamelesi görebilmenin mücadelesini verirken; başörtü değil, başörtülü olduğumuzun, yani başları ipek kumaşlarla örtülü birer insan olduğumuzun hatırlatılması üzerine, kızaran yüzlerimizi avuçlarımıza gömerek Insan Hakları Mahkemesinin merdivenlerine hukuk dilenmek için çömeliriz. Avrupa’lı hukuk, Başı örtülüyü farkedemeyecek kadar Avrupa’lıdır. Mahkemenin merdivenlerine serilen bu talihsiz başörtüler yargı kararıyla toplatılır. Tutanaklardaki „Başörtülüler“ kelimesinin orta yerini işgal eden „l“ ve „ü“ harfleri o gün yeniden parantez içine alınır. Yeniden ve yine yenilen Başörtü(lü)lerizdir biz…
Isyanlarımız da bir tuhaftır bizim. Ya okulumuzu noktalarız mezuniyete bir sene kala, ya da toplu bir infaz sonucu yakarız ne kadar başörtü varsa… Bu otodafeden sonra dengeyi tamamen bozar, saçlarımızdan başka yerlerimizi de yavaş yavaş gün ışığıyla buluşturmaya başlarız biz. Ya da özenle katlanarak müebbed hapis cezasının ifası gereği çekmecelere hapsolunuruz. Bizler, nerede saklanmamız, korunmamız gerektiği bile hep tartışma mevzusu yapılan Başörtü(lü)leriz.
Birgün bir eylem meydanında, sıkılmış yumruklarımızla meydan okurken yasaklara, yıllarca saçlarımızı sarıp sarmaladığımız ipekten eşarpların en göze çarpan noktalarına, en çarpıcı renkler kullanılarak işlenen markaların sahipleriyle karşılaşırız. Göz göze geldiğimiz an, bir sonraki moda defilesinin tarihi ve adresi tutuşturulur avuçlarımıza. Bir diğer marka sahibi, bir başka köşede, imalı bir tebessüm eşliğinde süzmektedir olan bitenleri. Biraz sonra başındaki kippasını düzelterek uzaklaşır meydandan. Sıkılan yumruğumuz öylece asılı kalır havada. Dudaklarımız titrer, gözlerimizden süzülen iki damla yaş ıslatır „Piere Cardin“ markalı eşarplarımızı. Bizler sadece yüreklerini değil, cüzdanlarını da köpeklere peşkeş çeken Başörtü(lü)leriz …
Çaresizlik ve can sıkıntısı içinde kıvranırken evlerimizde, kapımız tıklatılır aniden. Kapıdaki adam ellerini ovuşturarak kurdukları üniversitenin kalitesinden, muhteşem eğitim sisteminden bahseder. Yıllık belli bir ücret karşılığı alacağımız diplomanın neden ÖSS tarafından tanınmadığının hesabını yapamayacak ve bu eğitim sonunda belleklerimizde biriktireceğimiz mahsulun mahiyetini sorgulayamayacak kadar diplomasızlığın verdiği kompleksle kör edilmişizdir. Bizler artık; ücrete tabi , Israil merkezli, özel bir Amerikan Üniversitesinden diplomalı Başörtü(lü)lerizdir…
Türkiye Cumhuriyetinin ayıbı, Derin devlet kurbanı, Siyasilerin paravanı Başörtü(lü)leriz biz…
Ilahi irade tarafından yoruma açık bir ifadeyle zikredilip geçilen ayetlerin, beşeri irade tarafından ahenkli bir bütüne kavuşturulamamasının ortaya çıkardığı mukadder bir tabloyuz biz. Ilahi malzemeyi işlemenin, onları aydınlık ve metotlu bir tefsire kavuşturabilmenin erkek müfessirlere musab bir hüner addedilmesinin acı veren sonucuyuz biz..
Yanlış kayalıklarda yankı bulmasını bekleriz çığlıklarımızın. Kronik bir mazoşizm şehvetine yenik düşer, mazlumu oynamaya devam eder, sırtlarımızdaki parazit ve keneleri fırlatıp atmamıza yardımcı olacak küheylan çalımını bastırarak, özgürlüklerimizi hep yarına erteleriz biz. Okuma, beyin patlatma, inceleme ve düşünme görevlerini başkalarına tevdi ederek, yalnızca diploma, titre ve mertebe aşkı ile gönüllerimizi doldurduğumuz için; doktor, avukat, mühendis olduğumuz zaman kaybettiğimiz itibara kavuşacağımız vehmine kapıldığımız için acı çeken yığınlarız biz. Başörtü(lü)leriz biz…
Başörtüsüne gelince,
O, kimi zaman ruhi sefaletimizi yabancı gözlerden saklamak için kullandığımız ipekten bir perdedir. Bazen kötü niyetli bakışların tecessüs hudutlarına sınır koymaktan başka hiçbir işe yaramayan barikattır ama, çok azımız için derin bir ruhsal teslimiyetin uzviyetteki tezahürüdür. Herşeye rağmen, artık günümüz dünyasında gereğinden fazla satıhlara sürüklenmiş, çok fazla şişirilmiş ve asıl görevini, bu görevin bahşettiği şuur ve asaleti bir hayli kaybetmiş bir parça kumaştır, hepsi bu…
Emine Karahocagil Arslaner
İlk Yorumu Siz Yapın