Avrupa; kucağında her lahza binbir menfaatin kasırgalaştığı büyük meydan. Bu meydanda kopan fırtınaların, toz ve dumanın altında başaklar gibi dalgalanan gurbetcileri ölüm başka diyarlarda olduğundan daha zalimce tırpanlar. Ancak onlar, büyük bir dirençle, daha gür ve daha güçlü yeniden, yeniden fışkırırlar.
Mütemadi bir kaynaşma halinde olan bu ictimai alemde her başlanan iş bitince kendi kendine: – Haydi yenisine! der gibidir. Ocağında hergün fıkırdayan bir et tenceresinin hayaliyle hicret eden insanlar, çocuklarına daha parlak bir istikbali garantileyebilmek için zamanı yutmak, zamanı sıkmak, günle gecenin çerçevesine yirmi dört saatten fazla zaman sıkıştırmak, çileden çıkmak, kahrolmak ve hastalıklar içinde kıvranılarak tüketilecek bir kaç yıllık istirahat için ömürlerinin otuz, kırk yılını satmak zorundadırlar. Onların belini büken, onları durmadan didinmeğe sevkeden menfaatlerin fermanı, bu kapitalist dünyanın arzularını kamçılayan tüketim çılgınlığıyla ivme kazanır. Bedeni ve ruhu harap edecek amiller her taraftan çok bu diyarlarda mevcuttur.
Alçıdan yoğrulan bu insanların büyük bir yekunu evlidir. Faal gecelerinde nufusu gittikçe ihtiyarlayan Almanya”ya döller verir, gündüzleri refah için bedenlerini binbir işe koşar, psikolojilerini param parça ederler. Avrupalı Türk; yaşamak için ayaklarını, ellerini, sırtını, bazen yalnız bir elini, beş parmağını, bazen bütün bedenini oynatan adam ki, hayat cevherini herkesden çok tasarruf mecburiyetinde olan bu adam, gücünü aşan işlere sarılır yıllarca karısını makineye koşar, çocuğunu da rahat bırakmaz ve bir fabrika çarkına çiviler.
Nasırlı elleriyle makine parçalarını çevirip yağlayan, madenleri cilalayan, demiri incelten, tahtayı yontan, çeliği atlas gibi parlatan, bakırı kesip oyan, mermeri yaprak haline getiren, araba parçalarını onaran, inşaatlarda, fabrika köşelerinde, kömür madenlerinde Almanya” nın bütün radyasyonunu, kimyasal maddesini, artığını, pisliğini ciğerlerine çeken ve böylece onun görünmeyen kirlerini de ciğerlerine hapsedip tam anlamıyla hijyenini sağlayan; bütün bu işlerden sonra masaların, bilgisayarların tozunu alan, yerleri paspaslayan, pencereleri parlatan, tuvalet taşlarını ağartan adam… Üçüncü hatta dördüncü planda bir adam olmasına rağmen halinden şikayet etmeden bu ter ve irade dünyasına kırk küsür yılını bağışlar.
Şikayet için lisana ihtiyaç vardır ve benim göçmen vatandaşım kırk yıl boyunca yaşadığı ülkenin lisanını öğrenebilmek için muhtaç olduğu vakit ve enerjiyi bir araya getirebilmeye asla muvaffak olamamıştır. Aslında gerek de duymamıştır, zira ancak kırk yıl sonra artık yurduna geri dönemeyeceğine kanaat getirebilmiştir.
Birgün anavatana dönme planı, geniş bir refah imalethanesi olan Avrupa`ya salınan köklerle gün gelir tahakkuku imkansız bir hayal olarak hafızaların karanlıklarına terkedilir. Artık ekmeğinin yenildiği, suyunun içildiği memleket yurt edinilmiş; emlak alınmış, emlak satılmış ve bir zamanlar gurbet diye anılan topraklar yavaş yavaş sahiplenilmiştir.
İstikbali az çok görebilen, muayyen bir fikir sahibi olan ve meramını ifade edebilenler arasından evlatlarını bir tabaka yükseltmeğe uğraşanlar da çıkar. Yumurtasını bir derece yukarıya fırlatanlar, ihtiyarladıklarında evlatlarının da yardımıyla az buçuk hak hukuk savaşına girebilirler. Ne yazık ki yumurtaların hepsi sağlam değildir yahut sağlam kalamazlar. Bir zamanların misafir işçisi, ikamet hakkını elde ettikten sonra, hukuk ülkesi olan Almanya’dan teferrutta kalan haklarını da talep etmeye başladığı zaman çürük yumurtaların kokusu da genizleri sızlatmaya başlar.
İbadet ihtiyacı için inşaa edilmek istenen camiilerle ilgili tartışmalar sırasında işte bu çürük yumurtalardan biri fırlatıldı suratımıza. Bizim yumurtalarımızdan biri, yani bir Türk yazarın, Necla Kelek’in dün Die Zeit gazetesinde yayınlanan yazısı Alman basınında tartışmalara yol açtı. Yazılanlar o kadar mesnedsiz, insafsız, izansız, uslup o kadar fevriydi ki, aynı gün bir diğer (Die Zeit gazetesi) Alman gazetenin yazarlarından olan Jörg Lau tarafından tenkid edilmesi bile bizi sevindiremedi.
Kim bu Kelek?
Kelek bir baba ve koca mağduru. Baba Türk, koca Alman. Bizzat yaşadığı bu trajedi; insaniyetin, itidalin ırklara, dinlere, meşreplere bağlı olmadığı gerçeğini güzide sosyoloğumuz Necla hanıma anlatamamış olmalı ki, yıllardır bütün mazlumiyet ve mağduriyetlerden Islam dinini ve Türk töresini mesul tutan; kin, nefret ve öfke kusan zihniyetinden bir adım ileri gitmeyi başaramadı. Almanya’da kapılar ardında kalan Türk ailelerle ilgili Almanların kafalarında kurguladıkları senaryolarla birebir örtüşen; sürekli dayak atan, çoluğunu çocuğunu hırpalayan, sabahtan akşama kadar yattığı yerden emirler yağdıran aynı zorba Türk erkeği portresinin sağdan, soldan, önden ve arkadan profillerinden müteşekkil kitaplarından dolayı ödüllere boğulan yazar hanımın, kendisine ehliyet almayı yasaklayan öğretim üyesi Alman eşini anlatan bir tane bile kitabının bulunmaması bir hayli düşündürücüdür.
Yazarımızın babası kızına beden derslerine girmeyi, Almanlarla görüşmeyi falan filan yasaklamış. Bu, heybesi ‘bilimsel araştırma’ adı altında Islam dini mensuplarını aşağılayan, küçümseyen sloganik cümleler ve kısır tenkidlerle dolu olan sosyolog ablamızın okul yıllarında eksik bırakılan spor ihtiyacını bir türlü telafi edemediğini ve biriken enerjisini o kapıdan bu kapıya koşup ezilmiş, hırpalanmış, başı örtülü göçmen gelinlerle röportajlar yaparak boşaltmaya çalıştığını görüp de üzülmemek mümkün mü? Kelek bu jimnastik faaliyetlerinden arta kalan zamanlarını da, değneğine tüneyen papağan gibi Hamburg’daki koltuğuna kurulup, dev makinelerin küçük parçalarına ilişmiş, çarklarına takılmış Türkleri daha modern, daha Avrupalı, daha medeni yapacak, uyumlarını sağlayacak engin mengin düşüncelerini defterine geçirerek tüketiyor. Bu müsveddeler çok geçmeden Almanya’nın trajı yüksek gazetelerinde yerini buluyor.
Meşhur Alman toplum bilimcisi Wernen Schiffauer”in belirttiği gibi aslında; ‘Necla Kelek’i değil, Necla Kelek gibi müslümanlar hakkındaki düşüncelerini destekleyecek birini bekledikleri için Alman kamuoyunu tenkid etmek gerekiyor ’
Jörg Lau Tenkid Etti
Evet, Kelek bu müsveddelerinden biriyle dün Die Zeit”ın sutunlarında gövde gösterisindeydi. Öfkeden, hezeyandan tir tir titreyen bu sutunu okumakda çok zorlandık. Yazar hanımın cehaleti yüzünden maskelemeye bir türlü muvaffak olamadığı ‘nefret’ yazının her satırında dişlerini gıcırdatarak tüylerimizi diken diken etmeye yetti. Son yazılarında kantarın topuzunu iyice kaçırıp müftülüğe de soyunan Kelek, bu yazısında da ayetlerden alıntılar yapıp camiilerin Islamdaki yeri hakkında muhteşem(!) yorumlarda bulunuyor. Köln-Ehrenfeld”de kurulmak istenen minareli camii ile ilgili karaladığı satırlara seçtiği başlıkla ( Minare Hükümranlığın Sembolüdür) kanımızı donduran Sosyolog yazar hanımın, bu sefer destek bulup yankısı olduğu ses, eski haftalık yahudi gazetesi yazarlarından, yahudi yazar Ralph Giordano’ya ait. Köln merkezinde minareli bir camii, sokaklarında çarşaflı kadınlar görmek ve asla müezzin sesi duymak istemediğini söylediği için ölüm tehditleri aldığını iddia etmesi üzerine apar topar kalemini bileyleyip Giardano”ya kalkan olan cengaver ruhlu hanım ablamızın unuttuklarını bir Alman yazar hatırlattı. Dün internet sitesinde verdiği cevapla, yahudilerin de kadın erkek birlikte ibadet etmediklerini, saçlarını perukla gizleyen yahudi kadınların durumunu çok rahatsız edici bulmasına rağmen devlet tarafından bu kadınlar üzerinde baskı kurulduğunu görmek istemeyeceğini yazan Jörg Lau bir anlamda Necla Kelek”e ‘savunduğun adamın dinine, davasına ve beklentilerine dikkat et hiç değilse’ demek istedi. Bu mesajın, camiilerin tapınma mekanlarından ziyade kanunların yapıldığı, kuralların koyulduğu, çocukların beyinlerinin yıkandığı, kadınların dışlandığı ve şeriatin planlandığı yapılar olduğunu ileri sürecek kadar ilmi birikimden, kültürel terbiyeden, zihinsel faaliyetten uzak bir bünyede ne kadar etkili olacağı muğlak.
Yabancı Düşmanlığını Körüklüyorlar
Son yazısıyla sosyalleşememiş bir sosyolog olduğunu ispatlayan, Alman sağ partilere yakın vakıfların toplantılarında ’emrinize amadeyim’ duruşuyla sınıf atlamaya hazır çalışkan öğrenci imajı çizen; Avrupalının kafasındaki hayal ürünü müslüman tasvirini, hakkını veremediği ve aslında asla sahip olamadığı ‘Türk asıllı sosyolog bayan’ kimliğini kullanarak normatif bir dille meşrulaştıran Necla Kelek”den kestiğimiz ümit, kendisinden hiç değilse bir parça zerafet dilememizi engellemiyor. Necla Kelek, Ayaan Hirsi, Seyran Ateş gibi ‘Gastarbeiter Literatur’, yani ‘misafir işçi edebiyatı’ adı altında özetlenen ve maateessüf çok okunan, gayri ilmi ve ebleh neşriyatlar silsilesinin sahiplerinin sebep olduğu kollektif çılgınlıktan iyice bunalan; Feridun Zaimoğlu, Mark Terkessidis, Yasemin Karakaşoğlu, Jörg Lau gibi birkaç mutedil gazeteci, yazar ve bilim adamlarının karşı beyanları aynı şiddette ses getiremiyor ne yazık ki. Bu çetin muharebede aklı selim kazanırsa eğer; önyargılı, çirkin, desteksiz ve sevimsiz yazılarıyla yabancı düşmanlığını biteviye körükleyen bu diyalog özürlüler kamu oyunun itelemesiyle kuruldukları zafer mabedinden tekmelenebileceklerdir.
Aksi halde Almanya”daki müslümanları çok zor bir gelecek bekliyor.
(Dunyabulteni.net sitesinde yayınlanmıştır)
İlk Yorumu Siz Yapın