Sultanahmet’i kan gölüne çeviren canlı bombaya tepkiler büyük. Ölen canlı bombalara beddua ve küfür etmek DHKP-C’nin az çok ne olduğunu bilenlerin yapabileceği birşey değil. DHKP-C’nin ne olduğunu bilenler, “DHKP-C’li Elif Sultan Kalsen olduğu iddia edilen canlı bomba ise ölü ele geçirildi…” cümlesini okuyunca Mustafa Duyar’ı hatırlarlar zira…
Can Dündar’ın Sabancı suikastinin tetikçisi, DHKP-C militanı Mustafa Duyar’ın eşi Semra Duyar’la yaptığı o inanılmaz söyleşiyi hatırlayanlarınız neden bahsettiğimi anlamışlardır…
Can Dündar’a başından geçenleri anlatacağını söyleyince – gerekli izinler alınmasına rağmen- o dönemin önemli bürokratlarından biri tarafından engellenen ve aynı bürokrat tarafından cezaevine nakledilen “Karagümrük çetesi” tarafından infaz edilen genç bir adam Mustafa Duyar. O bürokrat, Bakanlar Kurulu’nun önerisi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilmiş, Hakimler ve Savcılar kurulu üyeliğine kadar yükselmişti. Kim olduğunu yazının sonuna bırakalım…
Gelin o hikayeyi biraz hatırlayalım:
Mustafa’nın babası, Mısır’da “Halit” isimli bir saray görevlisinin şoförüdür.
Annesi ise, bir Alevi köyünden masum bir Anadolu kadını…
Mustafa annesinin karnındayken babası bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Bu yüzden babasının ve babasının patronunun adını koyarlar ona: Mustafa Halit. Mustafa iki yaşındayken annesi evlenir. Adam Mustafa’yı istemez. Astsubay amcası yeğenini yanına alır. Alır çünkü vefalı patron Halit, Mustafa’nın bakımı için her ay Mısır’dan para gönderecektir. Bu paradan Mustafa’ya hiç pay ayrılmaz. Yoksulluk ve yokluk içinde itilip kakılarak büyüyen yetim çocuk, gerçek travmayı 12 yaşında yaşar. Üvey babası kızkardeşine bıçakla saldırmak isterken annesi araya girer ve gözlerinin önünde öldürülür…
Yetimlikten sonra bir de öksüz kalan küçük adamı amcası sahibi olduğu otelde çalıştırmaya başlar. Mustafa orta ikiden okulu terkederek orada çalışmaya başlar. Emekli asker olan amcasının disiplini altında, personelin kaldığı odalarda kalır, müşterileri eğlendirir ve tuvaletleri temizler…
1990’da askere gider. Hap kullanıp kendini kestiği için birliğinde ona “Jiletçi Mustafa” derler. İki kez firar eder. “Anti-sosyal kişilik” raporuyla terhis edilir. Abisi ile balıkçılık yapar bir süre. Beşiktaş’ta oyuncak satar. Aksaray’da çalıştığı kebapçıların masa örtülerini yorgan yapıp yatar. Birkaç kez bıçakla yaralamadan içeri girip çıkar.
Ve birgün bir kızla tanışır: Zeynep Poyraz. Kız onu Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) ile buluşturur. Mustafa ilk kez mutludur. Zeynep’le tanıştıktan sadece 15 gün sonra, devrimci fikirlerle süslenmiş bir aşkın kollarında özgürlük sloganları mırıldanırken Gazi olayları (Mart 1995) patlak verir ve Zeynep çatışmada öldürülür.
Mustafa artık tam da derin devletin ve karanlık güç odaklarının aradığı kıvama gelmiştir. Kaderin sillesini bol bol yemiş biri bu odakları tam anlamıyla tatmin etmez. Mutlaka tüm nefret duygularına ek olarak “intikam hırsı” da olmalı. Mustafa artık tamamen aranılan adamdır…
DHKP-C yanaşır ve bir eylem teklifinde bulunur (bir avukat yardımıyla. Avukatın ismi bilinmiyor tabi). Mustafa ikiletmez ve İstanbul Maslak’taki İl Jandarma Alay Komutanlığı önünde gece nöbeti tutan iki jandarma erini öldürür. Sonra bir avukat (onun da kim olduğu bilinmiyor) Mustafa’yla temasa geçer. “Ölüme hazır ol!” der. Mustafa dünden hazırdır. Yeter ki Zeyneb’in kanı yerde kalmasın.
İsmail Akkol’la birlikte, Sabancı holding de çaycı olarak görevli Fehriye Erdal’ın sağladığı kartla içeri girerler. Fehriye Erdal güya (!) Sakıp Sabancı’nın odası yerine, yanlışlıkla Özdemir Sabacı’nın odasını gösterir. Mustafa, sabah kahvesini yudumlayan Özdemir Sabancı’yı ve o an odada bulunan Haluk Görgün’ü vurur. İsmail, paniğe kapılıp bağırmaya başlayan sekreteri de öldürür. Mustafa “kadın öldürülmeyecek “diye tembihlediği halde sekreteri öldürdüğü için İsmail’e sinirlenir. Kısa bir ağız dalaşı yaşarlar ve binadan ellerini kollarını sallaya sallaya ayrılırlar.
O gece İsmail’le birlikte Maslak’ta ormanlık bir yere giderler. Sarhoş olana kadar içip ‘Yine mi katil olduk’ diye ağlarlar. Sonra Vatan’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne (çok manidar bir şekilde) yakın bir evde kalırlar. Bir süre de bir savcının kızının (bu savcının da kim olduğu bittabi bilinmiyor. Aslında biliniyor ama kimin umurunda) evinde saklanırlar. Ardından Rodos-Atina üzerinden Almanya’ya gönderilirler.
Almanya Mustafa için bir uyanışın beşiği olur. Aynı evi paylaştığı adamın resmini görür televizyonda. Adını ve neden orada olduğunu bilmediği bu adamdan televizyonda “Abdi İpekçi’nin azmettiricisi Yalçın Özbey” diye bahsedildiğini duyunca büyük bir şok yaşar. Bir başka gün, Alman polisiyle çatışmaya giren DHKP-C militanlarından dördünün öldürüldüğü haberini izlerken, yanlarındaki örgüt liderinin elindeki şarap bardağından bir yudum aldıktan sonra, “silahları yakalattılar” diye hayıflamasından huylanır. Üç beş silahı, örgüte emek veren, canını ortaya koyan devrimcilerden üstün gören bir kafaya mı adamıştır kendini? Ve Mustafa sorgulamaya başlar: Biz ne yaptık? Kimin maşası olduk?
İsmail’e duygularını anlatır. Büyük ihtimalle İsmail’in ihbarı üzerine örgüt harekete geçer ve Mustafa’yı Suriye’ye sürgün ederler. Mustafa buradan ablasını arar: “Abla teslim olacağım” der. Ablası “seni öldürürler” der ama Mustafa dinlemez. Suriye’deki Türk Büyükelçiliğine gider ama içeri alınmaz. Adını ve karıştığı suikastleri söyler. Hemen içeri alırlar ve Türkiye’ye gönderirler.
Kırklareli cezaevine gönderilir Mustafa. Burada yine, 16 yaşında DHKP-C’nin tuzağına düşmüş bir militan olan, örgütten ayrılmak istediği için baskı altında tutulan eşi Semra Duyar’la tanışır ve cezaevinde evlenirler.
Cezaevinden biri Mustafa’nın öldürüleceğini ihbar eder. Bir gece ihbarı yapan kişinin gözleri oyulur. Mustafa’nın böylece ihbardan haberi olur ve Muğla cezaevine sevkini ister ama itirafçıların bulunduğu Muğla cezaevi yerine, örgüt militanlarının tutulduğu Afyon cezaevine gönderilir. Mustafa ve Semra karara direnirler ama engel olamazlar. Onların arkasından, ihbarda adı geçen Karagümrük çetesinden üç kişi aynı cezaevine gönderilir. Mustafa tezgah kurulduğunu anlar ve “Ya bizi Muğla’ya yollayın ya da Kırklareli’ne dönelim’ diye yönetime başvurur. Mustafa’yı susturmak ve cezaevine alıştırmak için Semra ile yanyana kalabilecekleri iki oda verirler. Yeni evli çift üç ay yanyana kalırlar ve istedikleri zaman birlikte olabilmeleri için aradaki kapı kilitlenmez. Daha sonra Semra çocuk koğuşuna gönderilir. Mustafa ise başka bir odaya alınır. Cezaevi müdürü değişir. Yeni müdürün imalı sözlerinden şüphelenen çift “Canımız tehlikede” diye dilekçe verip sevk ister ama talepleri reddedilir.
O ay Karagümrük çetesinden beş kişi daha aynı cezaevine getirilip Mustafa’nın çaprazındaki hücreye yerleştirilir. Mustafa açlık grevine başlar. Dayak yer, görüşme yasağı uygulanır, mektuplarına ve paralarına el konulur. Bütün bunların üzerine bir de gelen röportaj tekliflerine evet diyince ve konuşma kararı alınca, bir gün yatağının üzerinde bir not bulur:
‘Sana senden olur her ne olursa/
Başın rahat olur dilin durursa…’
Sonra ne mi olur…
Semra hamile olduğunu öğrenir. Kadersiz bebek cezaevinde dünyaya gelir. Hücre soğuktur, Semra tecrübesizdir. Babanın bebeği görmesine dahi izin yoktur. Anne bazen onu pencereden uzatarak alt kattaki hücrede yatan babasına gösterir. Genç kadın sevgililer gününde yönetime dilekçe vererek “Hiç değilse bugün müsade edin eşim oğlunu kucağına alabilsin” der. Hiç umudu yoktur ama izin verilir. Sebebini daha sonra anlar… Ertesi gün Mustafa infaz edilir.
Sonuç…
Derin devletin ne olduğunu anlamanız için Fehriye Erdal’a ne olduğunu bilmeniz kafi aslında.
Fehriye bir tırın kasasında Belçika’ya kaçırılır. Burada sahte pasaportla yakalanır, bir yıl yatar ve serbest kalır. Nedense Türkiye’ye gönderilmez ve ev hapsi verilir. 2006’da kayıplara karışır, 2007 de yakalanıp yargılanır ve 1230 € ağır(!) para cezasına çarptırılıp beraatine karar verilir.
Derin devlet uluslararası çalışan bir şebekedir… Fehriye özgürdür…
Ya İsmail Akkol?
Suikastten sonra hakkında uzun süre hiçbir bilgiye ulaşılamayan Akkol, Yunan polisinin 11 Şubat 2014 tarihinde Atina’daki hücre evine düzenlediği baskın sonucu 4 DHKP-C üyesiyle birlikte yakalanır. Akkol’un iade talebi Yunan mahkemeleri tarafından reddedilir. Şaşırdık mı? Hayır…
Semra Duyar’a ne mi oldu?
2005’deki pişmanlık yasasından yararlanarak çıkar. Çocuk esirgeme kurumunda sokak çocukları için çalışır. Beş yıl sonra yargıtay yeniden Semra hakkında dava açar ve pişmanlığı samimi değil diyerek içeri atar. Semra’nın itirazları işe yaramaz. Kendisine, pişmanlık yasasından sadece silahlı eylemlere karışan teröristlerin faydalanabileceği söylenir. Semra hiç silahlı eyleme katılmadığı, yani hiçkimseyi öldürmediği için yeniden hapsedilir. Semra Duyar şimdi af çıkmasını bekliyor.
Peki, Karagümrük çetesini Afyon cezaevine sevkederek Mustafa Duyar ve Selçuk Parsadan’ı öldürten bürokrat kimdi?
Karagümrük çetesini Afyon cezaevine sevkederek, Mustafa Duyar ve Selçuk Parsadan’ı öldürten kişi ile, Mustafa Duyar’ın Can Dündar’la söyleşisine engel olan kişi aynı kişidir: O dönemde Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olan Ali Suat Ertosun.
Ertosun’a ne mi oldu?
Üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilip Hakimler ve Savcılar kurulu üyeliğine terfi ettirildi.
Kim mi o madalyayı verdi? Kim mi terfi ettirdi?
Dönemin Cumhurbaşkanı: Abdullah Gül.
Kısaca: DHKP-C derin devlettir. Bütün eylemleri bizzat devlet tarafından işlenir.
İlk Yorumu Siz Yapın