"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yılanlı Sembolü Hilal Yapınca Daha Müslüman Olacaklarını Sananlara

     Bir dem cehalette kalır, hiç nesneyi bilmez olur

Bir dem dalar hikmetlere, Calinus-ü Lokman olur

Yunus Emre

 

Kimdir Yunus Emre’nin satırlarına sızan Calinus? Verilen cevabı duyar gibiyim: Yunus Emre’yi ne kadar tanıyoruz ki Calinus’u tanıyalım?…

                 Yunus Emre’nin şiirinde değil de, herhangi bir modern şairin şiirinde karşılaşsaydık,  isminin sonundaki ‘us’ takısının çağrıştırdığı o malum saplantıdan mütevellit‚ “kesin Yunanlı bir filozof” damgasını vurur, şairi de Yunan sevdalısı ilan eder ve bir daha okumama kararı alabilirdik, değil mi? Ama bu ismi kullanan Yunus Emre olunca, Yunus Emre’yi Anadolu ozanlığı sıfatından ziyade, müslüman bir derviş olarak algılayıp benimsediğimiz için biraz üzerinde düşünebilirdik. Hele de bu isim Risale-i Nur’da zikredilip, bir divan şairinin şiirinde de karşımıza çıkıyorsa:

“Çeş-ı bimarındadır derman sana e mürde can

Kanda cellad-ı ecel üstad-ı Calinus olur”*

Divan Şairi Fehim

 

Peki kimdir Calinus?

Cladius Galenus, M.S 129 veya 131 yıllarında Bergama’da doğmuş, deneysel fizyolojinin kurucusu, antik dönemin en ünlü hekimlerinden biri… Biyografilerde böyle geçer ama nedense onun  en önemli özelliği üzerinde pek durulmaz. Zira modern tıbbın önde gelen ilkesi olarak yerleşen ve Hipokrat’a ait olduğu ileri sürülen “temel düşünce insanlığa hizmettir; hekim yalnız dostu değil düşmanı iyileştirmek için de elinden geleni yapmakla yükümlüdür” kuralının Calinus’a ait olduğunun bilinmesi erk’in işine gelmez. Onun yerine, yüksek ahlakı içeren ve faşizmi reddeden hekimlik kuralları;  İran Kisrâsı I. Erdeşîr tarafından bir veba salgınından dolayı İran’a çağrılan, fakat “Ülkemin düşmanlarına değil kendi yurttaşlarıma bakmak zorundayım” diyerek teklifi geri çeviren Hipokrat’a aitmiş gibi sunulur. Bizim doktorlarımız da asırlardır Hipokrat’ın yeminini eder, Anadolulu hekim Calinus’u da Yunanlı hekim olarak bilirler.

Bütün bunlar az çok incelendiği zaman Sağlık Bakanlığı’nın niçin sarmal yılan sembolünü değiştirip hilal ve yıldıza çevirdiği daha net anlaşılır.

Sarmal yılan neo-osmanlıcı kafaya göre bir Yunan sembolüdür. Neo-osmanlı diyoruz ama şöyle bir dönüp Osmanlı tarihine baktığımız zaman Osmanlı’da da sarmal yılanın tıbbın sembolü olarak kabul edildiğini, Türkiye’de yılanlı asanın ilk defa 1836 yılında resmen kullanılmaya başlandığını, Sultan II. Mahmud’un Mekteb-i Tıbbiye talebelerinin yakalarına yılanlı asa işlenmesi için ferman çıkardığını görüyoruz. Yüksek ihtimalle Sultan II. Mahmud, şimdiki yönetici erkanımızdan farklı olarak yılanlı asanın mitolojideki sahibi Asklepios’un hikayesini doğru biliyor, Helen tahrifatını iyi analiz ediyordu.

Nitekim çok tekrarlanan malum yanlışın aksine Asklepios da Yunan değil, bir Anadolu tanrısıdır.

Mitolojinin inceliklerinde yatar en sarsıcı gerçekler. Yılanlı asanın sahibi, sağlık tanrısı Asklepios’un hikayesine bakalım:

Asklepios yine bir Anadolu tanrısı olan Apollon’un oğludur. Annesi Teselya kralı Peleus’un kızı Koronis’tir. Bu mitosta da tıpkı iftira atılarak mitolojiye katil anne olarak geçirilen Anadolulu Medea’nın  hikayesinde olduğu gibi, başarılarından dolayı kıskanılan bir başka Anadolulu’nun makus kaderini izlemek mümkündür.

Asklepios tıpta o kadar ileri gider ki ebedi hayat iksirini bulur ve ölüleri diriltmeye başlar. Bu durum haset tanrısı Zeus’u çılgına çevirir ve yıldırımlarını göndererek Asklepios’u öldürür. Söylenceye göre Zeus’un hışmına maruz kaldığı sırada Asklepios’un yanından ayırmadığı asası da onunla birlikte yere düşer ve elindeki ölümsüzlük iksirinin yazılı olduğu reçete yağmur sularına karışarak bir yılana dönüşüp asasına dolanır. –Yılan ve asa çifti öyle birbirine kenetlenir ki, tevhid dinlerinde de yerini alır ve Hz. Musa’nın mucizelerinden birinde karşımıza çıkar. Hz. Musa ilahi mesajı almak istemeyen ve inanmak için mucize bekleyen inkarcıları asasını yılana çevirerek utandırır- Ölümünden sonra tanrılaştırılan ünlü hekimin kültü Epidavros’tan Bergama’ya taşınır. Burada onun adına bir hastane ve tapınak yapılır. Anlaşıldığı kadari ile Asklepios başarılı bir hekimdi ancak Anadoluluydu ve Helenler tarafından tolere edilemeyerek öldürüldü.

Yılanlı asa, Asklepiosla birlikte bir sağlık ve mutluluk sembolü olarak insanlık tarihine girmemiştir aslında. Belkide yılanlı sembolü değiştirme arzusunun altında Anadolu’nun kadim kültürü olan ‘anaerki’ye duyulan antipati gizlidir. Nitekim, Anadolu’dan başlamak üzere tüm dünyaya yayılan yılan totemi hep tanrıçalarla yanyana resmedilir. Niğde/Bahçeli yöresindeki kazılarda bulunan yılan ve beraberindeki tanrı ve ana tanrıça işlemeli vazolar, yılan toteminin geç neolitik çağa kadar uzandığını gösterir.

Anadolu mitolojisinde kartal göklerin, yılan yerlerin yaratıcısı konumundadır. Yılan toprakla, toprak da ana tanrıçayla birleştirilir. Yılan toprağın derinliklerini tanıyan bir canlı olarak hangi bitkinin şifalı, hangisinin de zehirli olduğunu bilen bilge bir hayvandır. Su başlarında dinlenen ve sık sık gömlek değiştiren gizemli yaratık bu tarafıyla da ebedi yaşamın, gençliğin simgesidir. Yılan, bilge ve deri değiştirebilen, yani kendini yenileyen, sürekli genç kalabilen bir varlıktır. Toprağın derinlerinde yaşamak, toprağın derinlerine gönderilen ölülerin de ruhlarıyla ilişki kurabilmek demekti. Eskiçağ insanları bu yüzden yılanın, atalarının ruhlarıyla bağlantıda olduğuna, kimi zaman ruhların yılan kılığına girerek kendilerini ziyarete geldiklerine inanırlardı. Bütün bu vasıflarından dolayı yılan toprak ananın, dolayısı ile tanrıçaların koruyucusu  ve en yakın danışmanı olmuştur.

Hikaye aşağı yukarı hep aynı mantıkla işlenir.

Tanrıçaların yılanları vardır. Zeus tanrıçaların yılanlarını tek tek ele geçirir.

Burada sembollerle anlatılan süreç anaerkiden ataerkiye geçiş sürecidir. Ataerkiyle birlikte yılan eski itibarını hızla kaybetmeye başlar ve tek tanrılı dinlerle birlikte de şifa verici, haber getirici, koruyucu ve güçlendirici gibi pozitif sıfatlarından sıyrılarak kötülüğün, şerrin, düşmalığın ve  şeytanın sembolü olur.

Bütün bu gelişmelere rağmen bugün Anadolu’da yılan halen evleri, ocakları koruyan mübarek bir canlı olarak saygı görmeye devam etmektedir. Sağaltım için hastanın üzerinde yılan gezdirme geleneğine hala rastlanır. Yılanlı göl, yılanlı çermik gibi isimler altında hizmet veren kaplıcalarda Anadolu halkı  yılanların şifa bahşedici, tedavi edici özelliğinden yararlanmaya devam eder.

Bu güçlü inancın altında Anadolu mitolojisinin olduğu kadar eski Türkler’den kalan geleneklerin de etkisi vardır. Eski Türkler’de yılan sağlık ve mutluluk sembolüdür. Türk ve Altay mitolojisinde tıp tanrısı Akbuğa Han olarak anılır. Akbuğa Han, elinde bir asa ve kolunda taşıdığı beyaz (ak) bir yılanla tasvir edilir. Akbuğa Han, hekimlerin koruyucusudur, şifa dağıtıcıdır. Onun ak yılanının ağusu şifalıdır ve tüm hastalıkları sağaltır.

Yılan toteminin Selçuklulardaki izdüşümleri de oldukça renklidir. Selçuklular zamanında kurulan darüşşifaların tümünün duvarlarında yılan motifleri vardır. Selçuklularda darüşşifalara ‘maristan’, yani ‘yılanlı bina’ denir. (**)

Sağlık Bakanlığı’nın sarmal yılan sembolünü değiştirmesinin nedeni tevhid dinlerinde yılanın şeytanla sembolleştirilmesi olabilir. Ancak bizim iktidarımızın müslümanlığı referans alması bu muhtemel gerekçeyi de anlamsız kılıyor. Kur’an’daki yaratılış ayetlerinde yılandan bahsedilmez. Cennette yılan tarafından kandırılan Adem ve Havva hikayesi Tevrat’da geçer.

Tevrat temelde iki ayrı kutsal metnin montajıdır: Elohimci metin ve Yehovacı metin.  Tevrat’ın Bereşit bölümünün Elohimci girişinde Elohim, yani Tanrı birinci gün gökleri ve yerleri yaratır (Bap 1: 1-5). İkinci gün gök ile yeri birbinden ayırır (Bap 1: 6-8). Üçüncü gün suları bir yere biriktirir ve toprak ortaya çıkar, bitkiler oluşur (Bap 1: 9-13). Dördüncü gün semadaki yıldızlar ortaya çıkar (Bap 1: 14-19). Beşinci gün sudaki canlıları, kuşları, memelileri, sürüngenleri yaratır. Altıncı gün insanı yaratır. Yedinci gün dinlenir.

Ancak bundan sonra tuhaf bir cümle kurulur: “Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu”…  Tanrı’nın adı değişir ve Adem ile Havva’yı -güya- kandıran ayaklı yılan çıkar karşımıza. Burada Sümer yaratılış hikayesinin tek tanrılı bir dine montajı söz konusudur. Sümer’de iyi olan yılan Tevrat’da kötülenmeye çalışılır ama başarılı olunamaz.  Eklektik olduğu için tutarsızlıklar ard arda sıralanır.

Nasıl mı?

Anlatmaya devam edelim:

Adem ve Havva’nın yaratıldığı cennette iki ağaç mevcuttur; iyiyi ve kötüyü bilme ağacı ve ebedi hayat ağacı… Tanrı, Adem’e ve Havva’ya iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yemelerini yasaklayarak: “bu ağaçtan yemeyin, yoksa ölürsünüz” der. Yılanla aralarında şöyle bir diyalog yaşanır:

1) (…)Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu.

2) Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı,

3) “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.”

4) Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi,

5) “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”

Önce Havva yer meyveden ve Adem’e ikram eder. İkisi de ölmezler ancak iyiyi ve kötüyü bildikleri için gözleri açılır ve çıplak olduklarını görürler. Sonra Tanrı cennette gezinirken onların seslerini duyar, yanlarına çağırır, olanı biteni öğrenir. Hikaye şöyle devam eder:

21) RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.

22) Sonra şöyle dedi: “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. Şimdi yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.”

23) Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı.

24) Onu kovdu; yaşam ağacının yolunu denetlemek için Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.

Tevrat’taki yaratılış hikayesine göre cennette iki ağaç vardır. Bunlardan biri iyiyi ve kötüyü bilme ağacı, diğeri ise ebedi hayat, yani yaşam ağacıdır. Yılan, Adem’e ve Havva’ya doğruyu söyler: ‘iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yerseniz ölmezsiniz. Sadece iyiyi ve kötüyü bilirsiniz’ der. Hikayeye göre yılan haklı çıkar. Adem ve Havva, Tanrı’nın ‘ölürsünüz’ uyarısıyla yasakladığı ağacın meyvesinden yerler ancak ölmezler. Yasağa uymadıkları için cennetten kovulurlar. Cennetten kovuldukları için yaşam ağacından yiyemezler ve bu yüzden ölürler. Yani Adem’in ve Havva’nın ölüm nedeni iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yemeleri değil, yaşam ağacından yiyememeleridir. Cennetten kovulmayacak olsalar yaşam ağacından yiyebilecekleri için ölmeyeceklerdir.

Daha açık ifade edersek, Tevrat’a göre Tanrı yalancıdır. Yılan, Tanrı’nın söylediği bir yalanı ifşa eder sadece. Aklı selim biri Tevrat’ı okuduğu zaman Tanrı’ya değil, yılana tapması gerektiğini düşünebilir ki, haklıdır da…

Tevrat’a dayandırılarak yılanın necis bir yaratık olarak algılanması bu yüzden tutarsızdır. Tevrat’a göre yılan doğruyu söyleyen bir yaratıktır. Kur’an’da ise yılan hiçbir şekilde geçmez. Peki, neden yılan insanlık tarihi boyunca pozitif sıfatlarla anılırken birden bire iblise çevrilmiştir?

Erk; kendi gücünü saklı tutmak adına, zamana ve şartlara göre dini de, bilimi de çarpıtır. İnsana sayısız faydaları olan ve binlerce yıl sağlığın sembolü olan bir canlıyı günahın sembolü yapıp, eski sembolik anlamını unutturmak için erk’ini hatırlatacak başka sembollerle değiştirir. Yüzlerce yıl  varlığı bizzat İslam alimleri tarafından tasdiklenen tekamül gerçeğini inkar için milyonlar harcar. İslamla bilimi, yani evrimi karşı karşıya getirir.

Zihniyetler sembollerde şekillenerek bilinç altımızı tanzim eder. Semboller bir ülkenin uluslararası platformlarda kullandığı mühür gibidir. Ülkenin kültürel derinliğini ve ideallerini temsil eder. Erk için semboller bu yüzden çok önemlidir. İdeolojik aidiyetini kitlelere benimsetmeye çalışan her küresel veya ulusal odak yeni semboller kullanır veya var olan sembolleri kendi zihniyetini vaaz edecek şekilde değiştirir.

Sağlık Bakanlığı da aynı insiyaklarla hareket etmiş olmalı. Bizi burada rahatsız eden şey değiştirilen sembolün bu ülkenin geçmişine ve kültürel değerlerine ait olduğu gerçeğinin bilinmemesi veya inkar edilmesidir. Yılanlı sembol Avrupa’dan alınmamıştır. Avrupa onu bizden almıştır. Bu yüzden onu kullanan bütün ülkelerden daha çok, bizim ona ve yüklendiği anlama, misyona sahip çıkmamız gerekir. Nitekim büyük ihtimalle ve benzer gerekçelerle, yani ideolojik kaygılarla değiştirilen Hitit güneşli sembol, Anadolu uygarlıklarının bize ulaştırdığı muhteşem bir hazinedir. Onları yok etmeye, unutturmaya çalışmak kendimizi inkar etmek ve zamanla kendimizi unutmak demektir.

Sağlık Bakanlığı’nın yeni sembolü olan hilal ve yıldızın ne anlama geldiğini burada anlatmayalım; mesela Hilal’in ay tanrıçası Selene’nin sembolü olduğunu, ay takviminin anaerkinin takvimi olduğunu ve ayın, anaerkiyi sembolize ettiğini; benzer şekilde yıldızın da Kibele ve Artemis’in sembolü olduğunu, Sümer mitolojisinde yine bir tanrıça olarak, yani İştar (Star) olarak boy gösterdiğini söylemeyelim ki, mazallah tutar bayrağımızı da değiştirirler.

 ……………………………………………………………………………………………………………………..

* Ey ölüye dönmüş aşık senin dermanın sevgilinin süzgün gözüdür

O gözler ecel cellâdı olmak yerine sanki hekim Galenus olmuştur.

** Dr. İ. Hamit Hancı (Yılan Hikayesi)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir