Türk televizyonlarının hiperaktif anchormanlarından Fatih Altaylı’nın Cübbeli’den sonraki yeni müslüman kahramanı Bayraktar Bayraklı hoca gerçekten çok renkli bir karakter… Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’nın konuğu olan, sevimli bir karadeniz şivesiyle konuşan Bayraktar hocayı ilk defa dinledim ve işte izlenimlerim…
Önce, hanımlarını Allah’ın izni ile dövmek isteyen efendilerimizin hizmetindeki ulemanın, yıllardır “dayak”la ilgili fetvalarında tepe tepe kullandıkları Nisa suresindeki ayeti yorumluyor ve “darebe” fiilinin mezkur ayette “dayak” değil, “ayırmak“ anlamına geldiğini üstüne basa basa ilan ediyor hocamız. Nihayet halkın kendine yakın hissedeceği, sahip olduğu titre ve eğitime binaen de can kulağıyla dinleyebilecekleri samimi bir alim çıktı karşımıza diye sevinirken, konu teaddüdü zevcat’a geliyor. Bayraktar hoca bu meseleyi alıştığımız bir dille yorumlayıp geçiştirmek isterken ilginç bir noktaya parmak basıyor ve “bırakın bunları da, Doğu’da dedesi yaşındaki adamlara satılan kız çocuklarına bakın“ diyor.
Derken, programın sonuna doğru izleyicilerden gelen soruları iletiyor Altaylı. “Bir kadın kendisini aldatan kocasını affedebilir mi?” diye soruyor bir izleyici. “Eder, tabi eder, niye etmesin” diye gayet seri ve kendinden emin bir yüz ifadesiyle cevaplarken soruyu, Altaylı “peki tersi olursa?” diye giriveriyor araya ve hocamız başlıyor kekelemeye. Biraz sendeledikten sonra işaret parmağını hafif yukarı kaldırarak “o olmaz iştee!” diyor. “Niye peki?” sorusuna hocanın verdiği cevap hayli enteresan: “Kadın namus timsalidir. Bu yüzden aldatan kadını kocası affedemez!” . Bu durumda “erkek namussuzluk timsali olduğu için mazur görülmesi icab ediyor“ gibi oldukça yakışıksız bir sonuca ulaşılıyor tabi ama hoca durumun pek farkında değil.
Bayraktar hocanın sempatik duruşunu ve değişime açık dünyasını çok sıcak bulduğum için bu konuda yazmayı düşünmüyordum aslında. Ancak geçtiğimiz günlerde ülkenin çesitli bölgelerinden ulaşan ve tüyler ürperten havadisler karşısında susamadım…
Önce, Hakkari’de 17 yaşında bir kızın, babasının günahının bir bedeli olarak kendisinden 33 yaş büyük bir adama verildiğini öğrendik. Ardından da Bingöl’de bir kasabın hamile eşinin kulağını burnunu doğradığını yazdı gazeteler. Haberleri okurken aklıma Bayraktar Bayraklı hocanın “Doğu’ya bakın!” mesajını verdikten sonra düştüğü çelişki geliyor. Bütün bu katliamların altında, halkın itibar ettiği ulemanın çetrefilli tenakuzlarının izini görmemek için kör olmak yetmiyor, beyin felci de geçirmis olmalıyız…
Şimdi, “bunlar töre, gelenek… İslam’a mal edilemez, hocalar suçlanamaz” denilecek. Yıllardır ne zaman yarayı işaret etsek, kaşlar çatılıyor ve sus işareti yapılıyor. Yaşanan ve inatla yaşatılmaya çalışılan din, sanki bu milletin geleneğiyle, örfüyle, töresiyle hep çatışma halinde olmuş lakin asırlık hurafelerin kökünü kazımaya muvaffak olamamış gibi bir tablo çiziliyor.
Bu topraklardaki derin kültür okyanusuna boşalan en mühim ırmaktır din. “Din” geleneğin de, kültürün de en önemli referansıdır. Avrupa kültürünü ayakta tutan sütunlardan biri Hellenizm, diğeri ise Hıristiyanlıktır. Aynı şekilde, İslam coğrafyasına hakim kültürün hamuru da -adı üstünde- İslam’dır.
Elbetteki ülkemizdeki bütün arkaik alışkanlıklarda dinin etkili olduğunu söylemek insafsızlık olur ancak cahiliye devrini yıkıp insanlığı Asr-ı Saadet’e ulaştıran bir din eğer bizim toplumumuzda buna benzer bir inkılap yapamamış ve hala da yapamıyorsa, o dini yorumlayanlara dönüp bakmak elzemdir artık.
Bütün bu vahşet fotoğraflarında dinden önce bir zihniyet meselesinin, eğitimsizliğin ve belkide saklanmaya çalışılan çaresizliğin dışa vurumunu görenler de haklıdırlar ama nedir zihniyet?
Zihniyet, belli bir topluluğu oluşturan bireylerin yaşamayı tercih ettikleri hayat şeklinin o topluma verdiği biçimdir. Özde aidiyet duygusunun garantisidir zihniyet. Bir parçası olmaktan gurur duyacağımız bir medeniyete ve kültüre bağlı olduğumuzu gösteren işarettir. Zihniyetimizle duygularımızı ifade eder, zekamızı inşaa eder, hayatımıza intizam veririz.
Din bu zihniyetin teşekkülünde yer alır ve vazifesini icra ettikten sonra kenara çekilmez. Özellikle İslam dini, diğer dinlerden farklı olarak bir ‘sosyal nizam’, ‘hayat felsefesi’ vasıflarıyla, çok daha etkin ve belirgin bir şekilde kendini hissettirir.
Hasta olduğu aşikar olan zihniyetimizin tedavisi önce dinde aranmalıdır. Herhangi bir asrın veya milletin ahkamını bulaştırmadan, o ahkamı alıp başka bir topluma teşmil etme dürtüsünden de sıyrılarak, dinimizi yeniden okumalıyız. Halimizi ve istikbalimizi mazinin ve yerleşik ataerkil törenin baskısı altından kurtarmanın yolu, cahil ulemaya karşı daha ilkeli bir kıyamın vuku bulmasından geçiyor.
Anadolu insanı dinine bağlıdır. Din adamları kadınlarla ilgili ayetleri, cinsel kimliklerini bir kenara bırakıp, güçlü egolarından uzaklaşarak okudukları zaman insanımıza daha tutarlı ve daha aydınlık bir din anlayışını ulaştıracaklar. Karısını aldatan erkeğin affı için gösterdikleri o insani gayreti o zaman, aynı günahı işleyen kadın için de göstermekten ürkmeyecek, cinsel günahlarla ilgili cinsel kimlik farkını kafalardan silebilecek, zinanın her iki cinsiyet için de aynı ceza-i müeyyideyi gerektiren bir günah olduğu bilgisini zihinlere yerleştirecekler. Bu bilinç aşılandığı zaman sadece kadını infaz eden töre anlayışı bir ortacağ fenomeni olarak maziye karışabilecek, kolay kolay affedilmeyeceğini bilen erkek cinsi de cürümlerine devam etmeden önce bir durup düşünmeye sevkedilebilecektir.
Bu satırları yazarken gözüm televizyona kayıyor. Nihat Hatipoğlu hocamız sabah programında bir bayan izleyicisinin sorusunu cevaplıyor; “Eşim eviyle, çocuklarıyla ilgilenmiyor, şiddet uyguluyor, küfrediyor. Çocuklarımın rızkını da ben kazanıyorum hocam. Bu adamdan boşanmış sayılır mıyım ben? Bana yardım edin, ne yapayım?“ diye soruyor çaresiz kadın. Hocamız “boşanmış sayılmazsın” şeklinde kısa ve net bir cevapla yetiniyor. Telefonu kapattıktan sonra “ne yapsın zavallı… Boşan demek kolay. Çocuklarının babası. Boşanamaz tabi, zor tabi“ diye birşeyler mırıldanıyor.
Erkeklerimizi terbiye edecek; ayet, hadis destekli bir iki kelam etmesini bekliyorum. Kadınlarımızın öz güvenlerini tesis edecek, onlara güç verecek, Kur’an’daki yerlerini hatırlatacak diye umuyorum. Kendini yeri gelince evin reisi, çocuklarının hamisi görmeye alışkın bünyelere sorumluluklarından kaçtıkları takdirde karşılaşacakları ilahi cezalardan bahsedecek beklentisiyle kilitleniyorum ekrana ama nafile. ..
Hocalarımızda bu duyarsızlık ve korkaklık oldukça, daha çok kulak burun doğrayan kasaplarla, kızını düşmanına peşkeş çeken yaşı geçkin hovardalarla karşılaşırız biz.
http://www.habertaraf.com/yazarlar/1467.html
İlk Yorumu Siz Yapın