"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kral çıplak diyen çocuğu susturmayın!

Üç yıl önceydi. O zamanlar üç yaşında olan kızımı anaokulundan almış, eve gelmiştim. Arabadan inip el ele, evimize doğru ilerliyorduk ki arkamdan bir ses duydum. “Frau Arslaner!” diye seslenen kişi karşı komşum bayan Müller’di. Her zamanki güler yüzlülüğünü muhafaza ederken, yaşlı bedeninin izin verdiği ölçüde adımlarını hızlandırmaya çalışıyor, bana doğru yürüyordu. Onu yormamak için kızımı bahçeye gönderip yanına gittim. “Vaktinizi alacağım ama size birşey söylemem lazım” dedi. “Buyrun lütfen” dedim ve bayan Müller o gün bana hayatım boyunca unutamayacağım bir ders verdi;

“Kızınız çok şirin. Öyle ki, bahçede oynarken kaldırımdan gelen geçen herkese ‘hellooo’ diye sesleniyor. İnsanlar bu sevimli şeyin selamını geri çeviremiyor, hatta sohbet ediyorlar. Siz bazen içerde meşgulken birinin onu bahçenin dışına çağırmasından ve arabaya atıp götürmesinden endişe ediyorum. Ben pencereden görüyorum bunları ve eğer böyle birşey olursa aşağı inip onu kurtaramayabilirim ve onu kurtaramadığım için vicdan azabından ölebilirim”

dedi ve elimi avuçlarının içine alıp, ışığı söneyazmış yaşlı gözlerini gözlerimde kilitleyerek konuşmasını şöyle bitirdi;

“yabancılarla konuşmaması gerektiğini anlatın ona. İnsanlar çok kötü olabiliyorlar bayan Arslaner”

***

Savaş yaşamış ve feleğin paslı çemberinden defalarca geçmiş bu insanların biriktirdikleri tecrübeler mi yoksa disiplinli hayatın vazgeçilmez kurallarından biri olan “tedbir” desturuna yükledikleri o olağanüstü değer mi, hangisinden dolayıdır bilmiyorum ama Almanlar çevrelerinde olup biteni titizlikle takip eden ve görevlerini eksiksiz yerine getiren bir millettir. İşte bu yüzden Almanya suç oranı düşük bir ülkedir. Özellikle çocuklar konusunda aşağı yukarı her Alman vatandaşı aynı iç güdülerle hareket eder. Polise veya çocuk esirgeme kurumuna telefon etmesi için bir çocuğa tecavüz edildiğine bizzat şahit olması gerekmez bir Alman’ın. Böyle bir duyum aldığı zaman sessiz kalabilecek Alman sayısı yok denecek kadar azdır.

Ancak son haftalarda Almanya, hatta Avrupa gündemini meşgul eden bir olay, 20 yıl öncesine kadar çocuklarla ilgili kitlesel hassasiyetin, en azından kilise çevresinde bu seviyede olmadığını gösteriyor.

***

Avrupa’da erk kilisenin elindedir, yani kilise madden ve manen ülkenin en güçlü müessesidir. Bu gücün yıllarca kapalı tutmayı başardığı günah perdesi şimdi aralanıyor. 1950 ve 1990 yılları arasında manastırlardaki çocuklara uygulanan fiziksel ve cinsel şiddet olayları üzerindeki toprak kaldırıldıkça; bir rahip,bir papaz veya peder daha mahkemede dizlerinin üstüne çöküp günah çıkarıyor. Faillerin bir çoğu hayatta değil, hayatta kalanların çoğusu ise 60’ı, 70’i devirmiş ama buna rağmen hesapları ahirete bırakılmıyor. Katolik kilisesi kendisiyle yüzleşirken, gruplar halinde kiliseden kaydını sildiren iman sahiplerini başpiskoposlar yalvar yakar geri çağırıyorlar.

Evlenme yasağı olan Katolik din adamlarında ‘cinsel istismar’ şeklinde patlak veren seksüel açlığa aslında, ataerki kült’ünün kadın bedenini ve cinselliği tabulaştırdığı bütün coğrafyalarda görmek mümkündür. Bu kült’ün hakim olduğu bölgelerde insanların insiyaklarını kontrol etmeye dayalı totaliter bir sistem hakimdir. Bütün id’lerin tek tip bir kimlik üzerinden değerlendirildiği sistemlerde baskın erkek profili kutsanır ve o profilin dayattığı ‘kişilik’ bir zümre bilinciyle korunur, kollanır.

“Kadın” bir kimlik değildir bu toplumlarda. İsrailiyat’in kadını erkeğin bir organı (kaburga kemiği) seviyesine indirgeyen eril hegemonyası, bu dinlerin bir uzantısının yaşandığı ve gerçek İslam’la çok da alakası olmayan bir inanç pratiğinin uygulandığı toplumlarda, kadını erkeğin eşyası konumuna sürükler. Kadın, kendine ait bir bedeni olmadığı için, bedenini korumakla mükellef de değildir. O beden erkeğe aittir ve eğer erkek onu korumamış veya koruyamamışsa bilinçli olarak avamın hizmetine sunmuş demektir. O kadın artık toplumun ortak malıdır ve bir şehvet tutsağıdır. Kadın, yine erkek eliyle vuku bulan “tecavüz” gibi illegal ve cebri bir fiil sonucu bekaretini kaybetmiş olsa bile dışlanmaktan ve tahkir dolu bakışlar ve muameleler altında ezilmekten kurtulamaz. Toplumun ortak arınma ve şehvetini kuşma aracı haline dönüşen mağdur kadını korumaya yönelik tedbirler en çok o bölge insanını şaşırtır. İnsanı görüntüden ibaret sayan arkaik bilinç için kadın, “kız olarak doğar”, hiç çocuk olmaz. Bu bilince sahip bir erkeğe göre, 11 yaşındaki bir kızın çikolata için bacaklarını aralaması da bittabi çocukluk değil, fahişeliktir. Fahişeyi koruyan da en az fahişe kadar kirlidir.

Böyle bir hadiseden ötürü kopartılan kıyamet de çok fazla soru işareti yüklüdür. Yöre insani suç işlediğinin bilincinde değildir nitekim, çünkü o; aldığı eğitimin, gördüğü görgünün, öğrendiği dinin kurallarına aykırı hareket etmemiştir. Etmediği için de zaten mazur karşılanmış, kimse ses çıkarmamış, kimse ona “ne yapıyorsun sen?” sorusunu sormamıştır. Bilakis, yaptığı pislik sempatiyle kaşılanmış, “yakışır koçuma!” denilerek sırtı sıvazlanmıştır. Bu hastalıklı dünya görüşü, zincirleme bir kaza misali, er kişilerden mürekkep ahalinin el kadar bir kızın üzerine serilmesine neden olmakla kalmamış, bir de olay açığa çıkacak gibi olunca, histerik bir refleksle üzerine toprak atarak günahını örtmüş ve oldukça da başarılı olmuştur.

***

Siirt valisi, baro ve belediye başkanı aşağı yukarı aynı kelimeleri tekrar ettiler bugün; “olayı Siirt’e mal etmek, sanki tüm Siirt’in olaydan haberi varmış gibi yansıtmak yanlıştır”. Tecavüz gibi tüm dünyanın müşteki olduğu evrensel bir kriminal olayı Siirt’e özgüymüş gibi göstermeye çalışmıyor kimse. Ama olayın böyle yansıtıldığını ileri sürerek bilinmesi gereken herşeyi medyanın gözünün önünden kaçırmaya çalışanların çabası hiç dikkatlerden kaçmıyor. Sözde çocukları koruma endişesiyle alınan “gizlilik” kararının, olayın giriş, gelişme ve sonuç sürecindeki tüm detaylara yansıtılmasında çocukların nasıl bir çıkarı olduğu sorusunun cevabı da havada kalıyor. Suçu tesbit edildiği halde isimleri ve cisimleri deli gibi gizlenen failleri görünce “Ergenekon soruşturmalarında neden aynı endişeleri taşımadınız? Suçu ispatlanmamış sayısız insanın isimlerini, hatta resimlerini çarşaf çarşaf sergilerken gazeteler, neredeydiniz? ” sorusu da gelip çakılıyor kafamıza.

** *

Belki de Türk insanı için bir; ahlaki arınma, yıkanma, yeniden dirilme ve kendi kendine gelme vesilesi sayılabilecek bir hadisenin üstünü; itibar, rant veya oy kaybetme endişesiyle kapatmaya çalışanlar Avrupa gündemini daha yakından takip etmeliler. Bu olayı bugün örtbas edebilirsiniz ama er ya da geç gün ışığına çıkacaktır. İşte o zaman büyük bir ihtimalle çoktan mevta olan sizler, rahmetle değil, lanetle anılacaksınız.

Öyleyse şimdi kırın bu çemberi. Yoksulluğa karşı onurlu ve gerçekten samimi bir mücadele başlatın. Zengin ve fakir arasındaki bu uçurum kalkmadıkça; eşinizin başında taşıdığı örtü, kıldığınız namaz, yaptığınız dua, manevi ikliminden tamamen sıyrılıp, salt ideolojik birer aygıta dönüşecek; çocuğuna çubuk kraker yediremeyen anne ve babaların ahı peşinize düşecektir.

Ve izin verin Siirt’te yakılan bu ateş tüm Türkiye’yi sarsın; çocuklar üzerinde öfkesini, şehvetini yatıştıran, ceplerini dolduran bütün istismarcılar tek tek yargılansın. Yetiştirme yurtları, yatılı okullar silkelensin; bütün bit ve pirelerden temizlensin. Kapkaç çeteleri çökertilsin artık ve tek bir sokak çocuğu kalmasın benim yurdumda.

En azından “kral çıplak!” diyen çocuklar susturulmasın. İyi bilinsin ki, “kral çıplak” diyen çocuğun tekme tokat susturulduğu bir ülkenin kralı ölene kadar çıplak dolaşmaya mahkum kalır.

28 Nisan 2010 – 00:01:42

http://www.habertaraf.com/yazarlar/2323.html

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir