"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yalnızlık Korkusu

Yalnızlık

müziğin bile seni dinlemesidir.

yalnızlık

insanın kendine mektup yazması

ve dönüp-dönüp onu okuması

 

Özdemir Asaf

 

 

İnsanı, rutubetli akşamlarda pencere camına düşen resmine mektuplar yazdıracak kadar çılgına çeviren bu siyah pelerilinli prenses, modern çağın sevimli insanseverliğini kullanarak adaletin kendisinden ne korkunç şekilde faydalanabileceğini ilan etti. Cismani işkence; ayakları ezip kıran kunduraları, mideye akıtılan kaynar suları, bedeni germek suretiyle bin parçaya ayıran korkunç aletleriyle ortacağın karanlıklarına gömülürken; yerini daha medeni, daha insaflı, daha insani olana bıraktığı sanılıyordu.

 

İşkencelerin en menfisidir yalnızlık… Ruh hastalıkları cerrahi marazlardan ne denli uzaksa, yalnızlık da fiziki işkenceden o denli beterdir. Bir ayağından karyolasına kelepçelenmiş hücre mahkûmu için, sonsuzluğa ve sukuta eşlik eden bu zifiri karanlıktan daha berbat bir dehşet menbaı olabilir mi? Dört kalın duvarla çevrili karanlık bir hücrede yalnızlığına sürgün edilen bir mücrimin, döşemeden dokuz adım yukarıda duran biricik harici menfezden, bacadan sızan ışığa dalıp giden gözlerine gömülür acı ve sonsuzluk. Gözleriyle ve vucut sinir sistemiyle sonsuzluğa temas eden zayıf bir iradenin bu ağır yükün altında ezilmemesi, bu çıkmaz sokakta divaneye dönmemesi imkan haricindedir.

 

Cehenneme yada cennete uzanan yalnızlık koridorunda, moral ve fizik alemi ürküten bu kesif boşlukta kurarlar tahtlarını dahiler. Onların bu boşluğa savuracakları incileri, yanı fikirleri vardır. İnziva denilen bu uçsuz bucaksız uzayda barınabilmek bir de âsar-ı hilkat-i murakabeye dalabilenlere nasip olur. Onlar için bu boşluk ilahi ses ve nefesle doludur. Sonsuzluğun duvarlarına çarpıp yankılanan ilahi sesi dinler, ilahi nefesi ciğerlerine çekerler. Cennette birbirine komşu olan bu iki nevi insanın dışında hiçbir mahlûk yalnızlığa tahammül edemez.

 

Acısını kendisine bal eyleyen muzdaripler gibi, ruh iklimlerinde yeşerttiği çiçeklere yalnızlıklarını mekân kılanların, insanüstü iradelerine rağmen ne kadar ıstırap çektikleri aşikârdır. ” ‘Yalnızlık’ tek kelime” diyor Goethe ve ” Söylenişi ne kadar kolay! Oysa taşınması o kadar zordur ki” diye bitiriyor cümlesini. “Bizler kendi derimiz içinde ebedi yalnızlığa mahkumuz” diyen Tennessee Williams’ın sözlerini, “Vucut bulmuş her ruh yanlızlığa mahkumdur” diyerek destekleyen Aldous Huxley, yazarların bu değişmez mukadderatlarını ne kadar sahiplendiklerini anlatmışlar sanki. Nitekim Peyami Safa, yalnızlık tutkusunun gizemini “yalnızlığın ona alışanlara verdiği teselli, ispirtonun, düşkünlerine verdiği teselliden çok daha kuvvetli ve derindir” diyerek çözmeye yeltenirken, Boxer Corleone “Mafya gibidir. İçine düştünmü çıkamazsın” diyerek yalnızlığa cebren mahkûm olanların sesi olmak istemiş.

 

Fildişi kulesinin penceresinden çağdaşlarını müşfik ve müşteki bakışlarla seyreden Cemil Meriç, Bu Ülke’nin yetiştirdiği en cevval münzevidir. Hayatının en verimli çağında dış dünyaya kapanan gözleriyle bizim görebildiklerimizi göremediği için değil, -daha ziyade- gösterdiklerini göremediğimiz için acı çeken bir irade için yalnızlık mutlak bir son değil midir? “Kendisi için yazmak, aynada suratını seyretmek gibi aptalca bir davranış. Kaldı ki ben kendimi aynada seyredemiyorum. Belki karanlık bir odada yalnızlığını unutmak için şarkı söyleyen adamın psikolojisi. Belki yangından mal kaçırma arzusu, yok olmamak” diyen Meriç, yalnızlığını unutmak için söylediği şarkılarla ölümsüzleşmeyi başardı.

 

Ve şairler…

 

“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge

ne çalar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı”

 

diyerek her şair gibi çilesini şiirlerine döken Fuzuli’de, yalnızlığından satır satır çiçekler deren yüce bir ruhun sahibiydi. “Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!” diye ünleyen Sezai Karakoç’da koca dünyada “tek başına” olanlardan olduğunu haykırıyordu.

 

Tek başınalık bir terkedilmişlik midir? Yoksa tek başınalık ilahi bir lutuf olabilir mi?

 

En paha biçilmez hazinelerin yalnızlıkta saklandığının ispatlarıyla doludur peygamberler tarihi. Balığın karnındaki Yunus peygamberin tefekkür, tevekkül ve dualarla süslediği yalnızlık gibi ulvidir bilgelerin tecerrütü. Yusuf peygamberin gördüğü rüyaları, karanlık koğuşlarda yalnızlığına terkedilmiş büyük bir ruhun ziyası aydınlatıyordu. İlahi kelamın ilk satırları da, Hira’daki o kutlu yalnızlığına sığındığı zaman nakşedilmişti efendimizin mukaddes hafızalarına.

 

Bütün cazip örneklere rağmen bilinmeli ki; sadece derin ruhları zirvelere taşır yalnızlık, diğerlerini uçurumlara atar. İçeriden dışarının gayet net izlenebileceği, lakin dışarıdan içeriye hiçbir nazarın nufuz edemiyeceği camdan bir kule gibi düşünebiliriz bilgelerin yalnızlığını. İçeride mutlu olanların “sizi dışarıya kilitledim” diye kahkahalar attıklarını dahi duyabilirsiniz. Gerçek şu ki, yeterli ruhsal derinliği haiz olmayanlar bu kuleden dışarıyı izleyemezler. Sıradan bir insan için böyle bir tecrit, hareket kabiliyetlerini felç eden, beynin fonksiyonlarını kilitleyen korkunç bir işkencedir.

 

Birgün bu müselsel işkencelere maruz kalma korkusu insanoğlunu evlenmeye, üremeye, aile mezarlıkları kurmaya iter. Zira; yalnızlık sessizlik, yalnızlık karanlık, yalnızlık mahrumiyettir. Tek boğaza sığdırılmaya çalışılan iki kişilik lokma gibidir. Direksiyonu tek elle kontrol etmek gibidir, virajlarda savrulma tehlikesi oldukca yüksektir. Kendini bir cebinden alıp ötekine koymaktır yalnızlık. Kendini almak, yine kendine vurmaktır. Kendi kendinize yaptığınız uzun monologlardan mütevellit kısılan sesinizle, aniden çalan telefondaki insanı cevaplayamamaktır. Yeterince geri çekilip müşahede edildiğinde, temel bir gıda maddesinin yeryüzünden eksilmesi gibidir. Ciddi bir kayıptır. Kaybolanların toplamıdır.

 

Bazen; beyazların arasında siyah olmak, ‘evet’lerin arasında ‘hayır’ kalmak, çirkin ördek yavrusunu oynamak, kardelen olmayı başarmak kadar cazip görünse de, zordur yalnızlık. Yalnızca Allah’a mahsus olması da bundandır. Dahası, Robinson’u yalnızlığından kurtaran Cuma sizin adanıza belkide hiç uğramayacaktır. O halde en doğru hareket, bir sal yapıp denizlere açılmak ve insanlara karışmaktır…

 

 (dunyabulteni.net sitesinde yayinlanmistir)

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir