"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kurşunlanan Bir Güvercinin Bedeli

Agos gazetesinin önünde bir güvercin vuruldu. Ve bir güvercin havalandı aynı yerden, kanadında Hrant Dink’in satırları. Hepimiz gördük o güvercinin çırpınan kanatlarını ve tek tek herbirimizin zihnine kazıdı, mahkeme çıkışlarındaki içli feryatlarını:

“Hem Ermenileri, hem de Türkleri öfkelendiren biriyim. İki tarafa da yaranamıyorum. Bu alıştığım bir şey, önemli değil. Benim için önemli olan Türklüğü aşağılamakla suçlanmak. Böyle bir şey yapmadım ben.”

Malatya’dan kopup gelen, Ermeni Protestan Kilisesi’ne ait çocuk yuvasında yetişen mazisiz ve hamisiz bir genç, maruz kaldığı haksızlıklardan dolayı kendisini müebbeden yazı hayatına adamış. Dink’i bir kürek mahkûmu gibi Agos gazetesine zincirleyen saik,  hayatını bir iğneli beşiğe çeviren soruşturmalar ve tevkifler. Dink’in biyografisi yürek parçalayıcı…

Neden?

Biz, yedi düvele kucak açmış, onlara kendi ruhunu nefhetmiş, mağrur ama müşfik bir baba gibi yavrularını sarıp sarmalamış, yekpare ve mütecanis bir imparatorluğun çocukları değil miydik? Biz, bağrımıza bastığımız o evlatları kendi canımızdan can, vucudumuzda birer organ belleyip; tahtımıza tacımıza, ikbalimize, istikbalimize ortak etmedik mi?  Yabancı gördüğümüz o insanlar bizim himayemizde zulmeti nura kalbeden birer sulh güvercinine dönmediler mi?

Ne oldu da o güvercinlerin kurşunlanmasına müsaade eder olduk?

Bu toplumun susmayan vicdanlarından biriydi Dink. Uzun bir tarihin mirasıdır ülkemizdeki tefekkür ataleti. Dink’in Ermeni Diasporası’nın, Türk Milliyetçiliği’nin idraklere vurduğu zincirleri kırmaya çalışırken sarf ettiği efor örtbas edilip, seçtiği itinalı cümleler makaslanıp balyozlaştırıldı. Malzeme hazır, potansiyel mevcuttu. Türk halkının hafızasından, besteci ve icracı Hamporsum Limoncuyan, Türkçe’nin ilk etimolojik sözlüğünü hazırlayan Bedros Keresteciyan, Ermeni bilim adamı Hagop Martayan, Asala örgütünün katliamını Taksim’de kendini yakarak protesto eden vefalı Ermeni vatandaşımız Artin Penik, Irma Felekyan gibi isimler silinmiş, boşalan yere Ermeni düşmanlığının körüklenmesini sağlayacak Asala örgütüne mensup ne kadar menfur isim varsa yerleştirilmişti. Dink’e sallanan parmakları üstümüze serilen bu ölü toprağının altından gaflet içinde izledik. Nezaketini asla bozmadan konuşmaya devam etti Dink. ‘İnsanı Ahsen-i Takvim kılan Hayvan-ı Natuk olmasıdır’ diyordu hal diliyle. Agos gazetesinin önünde kurşunlar susturana kadar da konuşmaya devam etti. Kurşunlar konuştu, Dink sustu ve biz izledik. Bu seferki sükûnetimiz gafletten değil, hüzündendi…

“Biz sorumlu değiliz. Biz aslında masumuz. Bunlar dış mihrakların işi. Bizler sütten çıkmış ak kasığız” diyenleri duyar gibi oluyorum. Vicdanlarını susturmaya çalışanların sesleri, “emanete sahip çıkamadık” diyerek nasıl bir çelişkiye düştüğünün dahi idrakinde olamayanların dövünmelerine karışıyor. Bütün bu cinayetleri tetikleyen etkenlerden biri de; toprağımızı, ekmeğimizi, suyumuzu ve koca bir tarihimizi paylaştığımız insanları emanet telakki eden anlayıştır oysa. Ermenisi Rumu’yla, Yahudisi Hıristiyanıyla bu insanların cümlesini aynı karenin içine toplayıp “işte biz” diyemeyenler cinayetin sadece şahitleri değil, caninin de suç ortağıdırlar.

Suç ortağıdırlar, çünkü ötekileştirme teorileri üzerinden farklı etnik kökenlileri, farklı dinlerden insanları  gayya kuyusuna itenlerin; Türkiye’yi, ağzını açanın boğulduğu bir ummana, az olanın eriyip kemirildiği, güçlü olanın semirip serpildiği bir asit deryası haline getirenlerin, ellerine silah tutuşturdukları dimağlara yıllardır, muhteviyatını mezkûr anlayışın tanzim ettiği zehir zerk edilir. Dink bu zehirin adını anarak bir anlamda ölüm fermanını imzalamıştı. Sıktığı kurşunla birlikte, o beyindeki düşünceleri de katledebileceğini sanan bir zemberekli oyuncağın kurbanı oldu.

Elini kolunu sallaya sallaya, kameraların önünden arzı endam ede ede, geliyorum diye diye geldi ölüm Dink’e. Kinin yerine sevgiyi, tefrikanın yerine birliği, münakaşanın yerine diyaloğu ikame etmeye çalışan ve dünya çapında tanınan, takip edilen bir Ermeni gazetecinin Ermeni meselesiyle ilgili tartışmalar ayyuka çıkmışken ard arda yargılanması, her mahkeme çıkışında nefret ve tehdit dolu sloganlarla karşılanması, bütün bunların akabinde savcılığa sunduğu tehdit mesajlarının derin bir sessizlikle cevaplanması nasıl, hangi mesnetle, hangi hukuki  kriterlerle açıklanabilir? Biz bu soruyu yönelttiğimizde dünyayı üstümüze güldüren mizahi cevap dikiliyor önümüze: Dink koruma talep etmemiş…

Bunca acı içinde kıvranırken dahi, aldığımız bu cevap  kahkahalara boğuyor. Kahkahalar hıçkırıklarla bitiyor… Ve yazımızın son satırlarını hıçkırıklar içinde tamamlıyoruz…

Agos gazetesinin binasının önüne serilen cansız beden, bugünün çocuklarının ilerde maziye baktıkları zaman karsılaşacakları yüz kızartıcı facia manzaralarından biri olacak ve Dink, bu vatanı vatan etmiş bir azınlığın düşünen beyni, kalem tutan eli, konuşan dili olarak kaleminin bütün füsunu, dehasının bütün azametiyle doğrulacak yerinden. 301’in bedelini bir güvercin ürkekliği içinde yaşayıp, bir güvercin masumiyetiyle kurşunlanarak ödedi Dink. İşte o zaman bedel ödeme sırası size gelecek…

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir