"Enter"a basıp içeriğe geçin

Adnan Oktarın Yanlışları ve Evrim sendromu

Evrim Teorisi, Darwinizm veya İslam gibi konularda yeterince bilgi sahibi olamayışımızı veya yanlış bilgilerle doldurulmuş olmamızı anlıyorum lakin, şu internet çağında asgari bir “fikir tartışmalarında usul” meselesine vakıf olamayışımızı anlayamıyorum. Diyebilirim ki, son iki gün içinde hayatımın en muhteşem, en güzide, en eşsiz ve benzersiz e-maillerini aldım. Adnan Hoca cemaatinin internet alemindeki gücü malumumdu ama bu gücü ensede hissetmek çok farklı bir tecrübeymiş, anladım… Adnan Hoca repliğiyle cevaplayayım bu dostları;

“He he Maşallah! Size de bunları Adnan Hoca, pardon Allah yazdırıyor sevgili dostlar(!)”

Adnan Hocayı takdir eden vatandaşlarımıza gelince… Onların yazdıkları tenkidler hayli eğlenceli. En çok da hesap soran; bir sıfat, uzmanlık sertifikası, titre sorusunu evir çevir dayatan mesajlara bayıldım doğrusu.

Canım kardeşim, Adnan Hocayı çok beğeniyorsun ve bana -hiç düşünmeden- “sen kimsin ki yüzlerce kitap yazmış bir İslam mücahidini yalanlıyorsun?” sorusunu sorabiliyorsun! Onun da bilim adamı olmadığını, ilahiyatçı veya teolog olmadığını neden bilmiyorsun? Biliyorsan eğer, ona yakıştırdığın şeyi hangi gerekçeyle bu kaleme çok görüyorsun? Sakalım olmadığı için mi, yoksa bu mevzuda şöyle eli yüzü düzgün, kallavi bir derlemem bulunmadığı için mi? Şu köşecikte iki satır eleştiri yazmama öfkelenenler, evrim teorisini İslam’la barıştıran; bol resimli, cıvıl cıvıl atlasları piyasaya sürdüğümde “aferin” derler mi acaba? Denemek güzel olurdu ama “U.S.A” böyle bir projeye destek vermez.

Evet, ilahiyatçı değilim. Teoloji eğitimi de almadım ama Adnan Hoca’nın “Sansürsüz” programında dile getirdiği ve savunduğu tezlerin tamamının İslam dışı olduğunu bilecek kadar İslami literatürü haiz ve bu vukufiyetimi bütün samimiyetimle dile getirmeye cüret edecek kadar da gözü karayım. Sırayla gidelim;
1) “Bize herşeyi Allah yaptırıyor. Bizim hiçbir gücümüz yok ve biz hiçiz“ diyen Adnan Oktar; sarfettiği bu kelimeler, takındığı kaderci tutum ve savunduğu mistik anlayışla sadece İslam’daki “cüz-i irade“ kavramını yok saymakla kalmıyor, aynı zamanda güçlü bir “imtihan” felsefesini de tarumar ediyor. Hristiyan akaidden farklı olarak, İslam akaidinde muazzam bir “imtihan” müessesi vardır. Bu müessese insanoğlunun “irade sahibi” bir mahluk olduğunun ve kendi cüz-i iradesi çerçevesinde yapacağı tercihler konusunda özgür bırakıldığının işaretidir. Allah Kur-an’da, O‘na yardımcı olduğumuz takdirde yardımını bulabileceğimizi açık bir dille ilan eder;

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (47:7)

Yine bu irade sayesindedir ki; başımıza gelen bütün güzellikler O’nun lütuf ve rahmetinin tezahürüdür; bütün kötülükler ise, kendi irademizle yaptığımız tercihlerin acı sonucudur.

“Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (42:30)

2) “10 yıl sonra Mehdi çıkacak, 20 yıl sonra Mesih inecek, bilmem kaç yıl sonra kıyamet kopacak“ gibi ve benzeri, gaybe dair kesin bilgi içeren iddialarda bulunmak, şirke düşmek kadar tehlikeli, yani affı zor bir günahtır, zira;

“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir.” (6:59)

Ve

“Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır.” (31:34)

buyuruyor yüce kudret Kur-an‘da.

“Ben biliyorum“ demek ve daha da ileri gidip tarih vermek, Allah’ın ayetine muhalefet etmek, yani “mütekebbirlik” yapmak, dahası; şeytanlaşmaktır. Bir takım ulemanın beyanlarına binaen bu tür sarfiyatlarda bulunmak; “ben demiyorum kitap diyor” aksanlı şark kurnazlığını zırh yapmak; mide bulandırmaktır. Adnan Oktar genellikle Said Nursi‘nin eserlerinden alıntılar yapmaktadır. Bazı cin fikirlilerin, Said Nursi’nin “Isparta’dan bir büyük önder çıkacak“ dediğini ileri sürerek yıllarca Nur talebelerinin oylarını nasıl topladıklarını hatırlıyorum ve Üstad’ın kehanetlerde bulunduğuna inanmıyor, bilahare kitaplarının yer yer tahrif edildiğini düşünüyorum. Said Nursi bunları yazmış olsa bile, aklımızı kullanarak yazdıklarına yaklaşmak zorundayız. Biz yalnızca Kur’an’a iman ederiz.

3) Mehdilik konusunda hadis rivayetleri olduğu doğrudur ancak bunların hepsi ahaddır, yani tek bir kişi tarafından rivayet edilmiştir. Bu kadar mühim bir meselenin Kur-an’da hiç zikredilmemiş olması ise çok dikkat çekicidir. Kur-an’da geçmeyen “Mehdi İnancı”na, yani; silahları susturacak, yaraları saracak, açları doyuracak, yetimleri güldürecek, haksızlığı yok edip mutlak bir “adalet”i tesis edecek, insanüstü güçlere sahip metafizik bir “deha”, bir “süperman“ idealine ve ümidine bütün dinlerde ve kültürlerde rastlıyoruz. Habeşistan Hristiyanları kralları Theodor’un birgün geri döneceğine inanıyorlardı. Moğolların mehdisi Cengiz Han’dı. İbn Haldun “Mehdi İnancı”nı eleştirdiği eseri Mukaddime’de, eski İran ve Çin kültürlerinde de bir “kurtarıcı”nın gelerek insanları bütün dertlerinden halas edeceğine inanıldığını belirtir ve tek başına bir şahsın bu kadar büyük bir ıslahatı gerçekleştirebilmesinin imkansız olduğuna işaret eder. Diğer hususlarda olduğu gibi bu mevzuda da Adnan Hoca; İncil ve Tevrat’daki kodlardan hareketle nefsani yorumlarda bulunarak müritlerinin zihni melekelerini törpülüyor ve dolaylı bir dil kullanarak mehdiliğini ilan ediyor. Bugün Hristiyanlıkta Mehdi’nin adı “Kurtarıcı Dositheos“‘dur ve bu efsanevi kahramanın İslam diniyle hiçbir alakası yoktur.

4) “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resülü ve nebilerin sonuncusudur”(33:40) ayeti, risaletin peygamber efendimizle birlikte sona erdiğini bildirir. Hz. İsa’nın yeniden yeryüzüne döneceğine inanmak nübüvvet’in son elçisinin Hz.İsa olduğuna, olacağına inanmaktır. Bu inanç İsevilikten, yani İncil’den onay alabilir ancak Kur-an’a göre Ruhul Kudüs’le desteklenen peygamber (Maide, 5:110), bizzat Allah tarafından yahudilerin elinden kurtarılmış ve Allah katına yükseltilmiş, dünyadaki hayatına son verilmiştir. Ayetteki “seni kendime yükselteceğim”(Nisa, 4:157) ifadesi yanlış yorumlanmış ve Hz.İsa’nın ölmediğine ve geri döneceğine dair delil olarak gösterilmiştir. Hz.İsa görevini yapmış, yeryüzünde Allah’ın mesajı (kelimesi) olmuş ve Allah, kelimesini kendi eliyle geri çekmiştir. Geri döneceğini ve irşadına kaldığı yerden devam edeceğini bildiren bir ayet yoktur.

5) Ve asıl mesele; Kur-an’da evrim teorisinin aleyhine sayılabilecek bir işaret yoktur. Bilakis Kur-an, insanoğlunun ‘merhaleler’den geçerek bugüne geldiğini anlatan ayetlerle doludur. Ve evet, Evrim; Darwinizm değildir. Darwinizm; evrimi konu alır sadece. Bazı dinsiz, kitapsız ve kendini bilmezlerin onu ideolojilerine malzeme etmeleri ve bir sentez vasıtasıyla iman sahiplerine saldırmaları ne Darwin’in, ne evrimin ne de dinin sorunudur. Bazı cahil cühela ateistler, komünistler, dinsizler sadece Allah’a değil Darwin’e de hesap vereceklerdir.

Darwin’in yaptığı ve yazdığı herşeyi, ondan yaklaşık bin yıl önce yaşayan El Biruni de yapmış ve yazmıştı. Darwin, gittiği her yerde göçmen kuşları, özellikle Beagle adasındaki kaplumbağaları inceleyerek evrim teorisine destek aramıştır. Aynı şekilde Biruni de, özellikle kazılarda elde edilen fosilleri inceleme imkanı bulmuş ve bununla arzın jeolojik değişimler geçirdiğini bilimsel bir dille savunmuştur.

Darwin bir bilim adamıydı. Kilisenin tüm saldırılarını bir bilim adamı vakarıyla karşılayarak polemiğe girmedi ve işini yapmaya devam etti. Bir kitabında, Tanrı’nın mevcudiyetini inkar anlamında “bir ateist olmadığını, anlayışının agnostik olarak” tanımlanmasının daha doğru olacağını yazmıştır. Darwin, yaratıcıyı inkar etmemiş, dini tartışmalara girmemiş, hatta bazı müslüman bilim adamları ve alimleri kadar ileri gitmemiş; insanın maymundan falan geldiğini öne sürmemiştir. Biyograflar, Tanrı’yı inkar etmesinin nedeninin de zaten evrim teorisi değil, çok sevdiği kızı Annie’nin ani vefatı olduğunu yazıyorlar… Darwincilerin düştükleri yanlışlara; “Sosyal Darwincilik“ adı verilen ve “mademki doğa en güçlüden yanadır o halde tüm zayıflar ortadan kaldırılmalıdır” gibi zorba ve zırva yaklaşımlara Darwin refere edilemez, edilirse de bilinmelidir ki: bu vebalin altından kalkılamaz.

Bu noktada bilinmesi elzem olan bir başka husus da bilim terminolojisiyle ilgilidir. “Tesadüf, rastlantı” gibi kavramlar bilimde, akli gerekçeler bulunamayan noktaları, yani tanımlanamayan bölgeleri izah için kullanılırlar. “Rastlantı“ bilim literatüründe gerekçesi saptanamayan değişken etkisine verilen isimdir. Gün geçtikçe bu değişkenlerin bulguları tesbit edilir ve böylece rastlantı sayısı azalır. Bilim buna “ilahi emir, irade” diyemez, derse araştırma yapmaya devam edemez. Bilimin amacı tesadüfleri açıklamaktır zaten. Ancak bir müslüman, bilimin tesadüf dediğine rahatlıkla “Akıllı tasarımın eseri“ diyebilir. Burada da bir tenakuzdan bahsedilemez, çünkü bilim ve din iki ayrı sahadır. Her sahanın kendine has kuralları, kanunları vardır. Bilim ve din birbiriyle savaşmaz, birbirini dışlamaz, birbirini horlamaz. Onları horlayan da, onları çarpıştıran da insanlardır.

Art niyetli insanlar…

Tek Yorum

  1. macellan macellan

    Aynı fikirdeyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir