"Enter"a basıp içeriğe geçin

Almanya Hititleri Niçin Seviyor?

Topu topu üç haftalık Türkiye ziyaretimde ne yapıp edip yolumu Hattuşa’ya düşürdüm. Tatil sezonu olmasına rağmen bu antik kentin benden başka ziyaretçisi yoktu. Yerlisi olmasa da yolcusu çoktur hayalet kentlerin oysa… Yedi bin yaşındaki Anadolu kenti, otların ve çalıların yorgan gibi üzerine serildiği sıcak bir haziran akşamında, ya terkedilmişliğin ya da yorgun bir rehavetin mayhoşluğuyla ağırladı beni. Yapayalnızdı Hattuşa…

Onu böyle tek başına yakalamış olmanın hazzıyla rahat rahat dolandım hüzünlü yıkıntılarının arasında. Yeşil Taşa sırtımı dayayıp Hitit Güneşi’ne alnımı teslim ederek gözlerimi kapadım ve Anadolu bilgelerinin tapınaklarda yankılanan seslerini duymaya çalıştım. Kentin arka sokaklarından birine kurulan karumlarda (pazar yerleri) dalgalanan insan sesleri, arşiv odalarından gelen tablet ve çivi seslerine karışıyordu. Katipler tabletlere yeni dualar kazıyordu. Uzaklarda bir çiftçi koyunlarını otlatıyor, genç bir rahibe elindeki çömlekle tapınağa doğru ilerliyordu. Kirpiklerimin arasından, teni kızgın anadolu güneşiyle kavrulmuş esmer bir Hititlinin gülümseyerek bana baktığını bile görebiliyordum artık. “Hoş geldiniz“ diyordu. “Hayallah, ne kadar da canlı bir hayal bu!” derken, uyandım uykumdan.

                Hititlinin adı Mustafa… Mustafa, bölgede turistlere rehberlik yapan ve el işi rölyefler satarak hayatını kazanan satıcılardan biri. Zamanda yolculuğumu sonlandırarak bana rehberlik yapmayı teklif ediyor. Kanalizasyon kanallarını, tapınaklardaki havuzları, taş kapılardaki yüksek teknik zekayı ve civarda hala süren kazıları anlatıyor. Arkeologların isimlerini soruyorum. 1980’li yıllardan itibaren kazı çalışmaları yapan Alman arkeologların isimlerini sıralıyor. “Hepsi Alman ama onlara yardım eden bir Türk ekip var. Yalnız bizimkiler gece gündüz içer, sarhoş kafayla gelir, bir iki yeri eşeler ve gider. Almanlar çok ilgililer“ diyor. “Güzel hatırımız için yapmıyorlar tabi” diyorum. “Efendim?“ diyor, “boşver“ diyorum…

Asıl konuya gelelim…

Sahi, Almanlar tarihe duydukları o derin ilgiden mütevellit mi yoksa bizi çok sevdikleri için mi, yoksa Hititleri çok sevdikleri için mi gösteriyorlar bu civanmertliği?

Nedir onları Hititlere çeken esrarengiz büyünün sırrı? Alman Şark Enstitüsü neden yıllardır Hattuşa’da sürdürülen kazıların finansmanlığını yapar? Neden Mustafa’nın elindeki Hattuşa kitabı dahi Almanca’dır?

                Hititlerle az çok ilgilenen her amatör tarihçinin bildiği ve iman ettiği gibi, sayısız tablet arasında geçen sıradan bir cümlecik yine bir Alman araştırmacının gözüne ilişmiş. Hiç şüphesiz hazretin eşref saatine denk gelmiş ve bir gece içinde şak diye Hititçe‘yi çözüvermiş.

Nasıl mı?

Mezkur cümle aynen şöyle; “Ninda-an ezzateni watarra ekutteni”

Ninda’nın Sümerce‘de “ekmek” anlamına geldiğini bilen deha, bunun ardından mutlaka yemek ve içmekle ilgili birşeylerin gelmesi gerektiğini tahmin etmiş ve meseleyi halletmiş. Ezzatani’yi Almanca‘daki “Essen” (yemek) kelimesiyle iliştirmiş, Wattara’yi de yine Almancadaki “Wasser” (su) kelimesine benzetmiş. Ekutteni’yi de çözerken Latincedeki “Aqua” kelimesine atıfta bulunmuş ve çevirivermiş cümleyi; “Şimdi sen ekmeği yiyeceksin, sonra suyu içeceksin“

Ne kadar bilimsel bir teknik değil mi?

Bu buluş Alman bilim dünyasını kasıp kavurur ve ayakta alkışlanır. Tarihte kendilerine onurlu bir yer bulmak için kıvrım kıvrım kıvranan, bu uğurda evrim teorisinin içine dahi ‘medeni Avrupalı ilk insan‘ı sıkıştıran kompleksli batılı zihin, iddialarını dayandıracak bir mesned bulabilmiştir. Bu cümlecik sayesinde soylarının Hititlere dayandığını ispat edebileceklerini düşünürler. Almanlara göre esasen; ilk kanalizasyon ve hukuk sistemini kuran‚ atı evcilleştiren, o devrin süper gücü Mısır karşısında ikinci süper güç olan, arşivcilik yapan ve hemen her meseleyi çivi yazısıyla kayıt altına alan, bakırı ısıyla eriten, camı şekillendiren, bulaştıkları hemen her milletin tanrısını kabul eden, bu engin hoşgörüsü sayesinde zengin bir tanrı koleksiyonuna kavuşan ve “bin tanrılı halk” olarak anılan bu enteresan millet doğulu olamaz. “Hayır, hayır Hititler mutlaka Avrupalıdır, değilse bile yapılmalıdır“ hırsıyla, tarihi verileri istedikleri istikamette işleyerek önce bize yuttururlar, ardından bütün dünyaya pazarlarlar. Açık seçik, “Hititçe, Hint-Avrupa dillerine aittir madem ve Almancaya da bu kadar benzemektedir, o halde Hititler bizim dedelerimizdir“ demeye başlarlar. Hatti-Hessen ses uyumundan esinlenerek, Hititlerin Hessen’i yurt edinen ilk Almanlar olduğunu orada burada -İncil’deki birtakım verileri de kullanarak ­- ispata çalışırlar. Hitlerle, Hititler arasındaki benzerlik de ayrı bir ilham kaynağı olmuş olabilir tabi ama bunu pek dile getirmezler…

Almanların bu iddiası‚ “dedem bana ne çok benziyor” demek kadar komiktir. Benzerliklerden yola çıkarsak eğer ve iki toplumu karşılaştıracak olursak, ancak ve ancak “Türkler Hititlere benziyor” diyebiliriz. Ne yazık ki bu gerçeği yine bir Alman sayesinde, yani Heinrich  Schliemann (bu muhterem aslında iyi bir define avcısıdır ama Kültür Bakanlığı tarafından basılan kitaplarda “bilge“ diye anılır kendisi) sayesinde ispatlayabiliyoruz.

sman       Schliemann’ın, Truva’da gerçekleştirdiği yağmadan, kentin sanıldığı gibi Helen değil, Hitit kenti olduğu ve kimin kime benzediği anlaşılır. Hazineler arasından seçip beğenip eşi Sofia Schliemann’ı süslediği  takıların aynısını bugün Anadolu’daki kadınların üzerinde görüyoruz ama Yunan’da böyle bir süsleme tekniğine rastlamak mümkün değil.

                Hattuşaşa gelen tüm Alman arkeologların gerçekleri çarpıttıklarını ileri sürmek haksızlık olur. Aralarında arkeolog H. H. Von Der Osten gibiler de vardır. Osten, Anadolu’daki yerli halkla Hititlilerin benzerliklerini ortaya koymak için Orta Anadolu köylülerinden ödünç kıyafetler ister ve bir Hitit erkeğini anlatan rölyefin önünde bu kıyafetlerle resim çektirir. Bu resme göre; sivri burunlu çarıkları, kısa paçalı şalvarları, uzun külahları ile Hititliler, Anadolu’da hala yaşatılmaktadır.

Dilerseniz tam bu noktada başa dönelim ve Almanların iddialarını biraz da dilbilim açısından değerlendirelim.

Dil takibi ile etnik uygarlıkları tesbit etmeye çalışmak absürtle iştigaldir. Bugün, Anadolu’da Türkçe konuşan ancak Türk olmayan çok sayıda etnik kimlik vardır. Japon halkı ile aynı dil grubundan olduğumuz için aynı etnik kimliğe sahip olduğumuzu ileri süremeyiz. Demek ki dil etnik bir tanıma ulaşmamız için de belirleyici bir kriter değildir. Dillerdeki ön ekler ve son ekler birbirlerinden alıntılanılarak kimi zaman aynı, kimi zaman da tamamen farklı kelimelere dönüşebilirler. Örneğin “fiskur” eski Gotca’da “balık” anlamına gelir. Zamanla son ek başa gelerek Almanca’da “der fisch” (balık) olur.

Kaldı ki Hititçeyi Almanca ve Latince kelimelerin yardımıyla çözdüğünü zanneden Avrupalı, bu cümlenin günümüzde Anadolu’da aynı şekilde kullanıldığını bilmemektedir ya da bilmezden gelmektedir. Anadolu’da konuşulan Kurmançi dilinde “Nin da an ezza teni, wa tarra ê kutteni” şeklinde kurulan cümlenin Türkçeye çevirisi ise Alman araştırmacı Hrozny’nin çevirisinden daha farklıdır ve “onlara yemek vereceğiz, yanındakiyle nereden geliyorsunuz” demektir.

Tarihteki büyük uygarlıklar tüm insanlığın ortak mirasıdırlar. Bir uygarlığı herhangi bir etnik kimliğe mal ederek o kimliği yüceltmeye çalışmak gizli bir aşağılık kompleksinin tezahürüdür.  Avrupa, tarih ilmini siyasi ve ideolojik emellerine alet etmek suretiyle kendisine Doğu karşısında sahte ama soylu bir yer bulmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken Doğu’dan aldıklarını inkar eden, onu yok sayan ve küçümseyen bir üslubu benimsemesi ve bu üslubun bizim tarihçilerimiz ve arkeologlarımız tarafından kabul görmesi üzücüdür. Bugün arkeologlarımızın tarih bilinçleri “kazmayalım, daha iyi korunuyorlar” veya “1930’larda Hitler tehlikesi vardı ve Hititlerin Türk olduğunu ileri sürmek zaruriydi ancak artık böyle bir tehlike yoktur ve Hititlere sahip çıkmasak da olur“ savını her fırsatta dile getirecek kadar esnetilmiştir.

Hiç şüphesiz insanlar gibi medeniyetler de doğarlar, büyürler ve ölürler. Yorgun bir medeniyet daha dinamik bir medeniyetin istilasıyla geleceğe dönük yeni bir ivme kazanır. Bir ülke coğrafi veya kültürel zenginliklerinden dolayı işgal edilir. Hititlerin, Hattileri istilası gibi; Greklerin, Anadolu’yu istilasının da ulusal menfaatlerin yanı sıra, değişime ve yenilenmeye matuf bir tarafı vardır. Burada bizi rahatsız eden unsur bu değişimin icra ediliş usulüdür. Hititler de istila ettikleri topraklarla kendi kültürlerini harmanlama ve egemen oldukları coğrafyanın kültürel dokusuna sahip çıkarak büyüme erdemi vardır. Hititler, Hattileri hakir görmemiş, zenginliklerini çalıp çırparak yok saymamıştır. Tıpkı eski Türkler gibi “boy boylamış, soy soylamışlardır”.  Vardıkları yeni coğrafyayı, kuracakları yeni uygarlık için bir temel addetmiş ve o uygarlığı kabullenerek, aynı minvalde ilerletmişlerdir.

Avrupa’ya ise Truva’dan itibaren başlayan bir süreçte; Doğu’yu biteviye yerme, Anadolu’dan aparttığı uydurma bir kültürü, yani Helen’i yüceltme; kıyıcı, ezici ve son derece acımasız bir üstten bakışı toplumsal bilinç altına nakşetme güdüsü hakimdir. Bu uğurda dünyanın en eski kütüphanelerini; Bergama’yı, Harran’ı, Ur’u, Mısır’ı yağmalamaktan geri kalmamış, “terörizmle mücadele” adını verdiği yeni emperyalist şiddet politikasıyla da adım attığı her ülkede ilk önce kütüphaneleri ve müzeleri yakıp yıkmaya devam etmiştir.

Biz; Hititlere, Friglere, Hurrilere, Luvilere eğilmediğimiz, onları kendimizden saymadığımız ve inkar ettiğimiz sürece de ataerkil Avrupa tahakkümüne ve müzmin çıkarcı politikasına devam edecektir. Unutulmasın; bir Hitler gider, başka bir Hitler gelir ve tarihine sahip çıkmayanın topraklarına sahip çıkacak birileri her zaman bulunur…

http://adilmedya.com/makale.php?id=1745

4 Yorum

  1. tersakan tersakan

    yüreğinize sağlık muhteşem bilgilendirici bir yazı aydınlattınız bizi

  2. FERHAN ERGÜN FERHAN ERGÜN

    yazınızın sonuç bölümüne katılıyorum.teşekkürler.farkındalık olur umarım.yalnız küçük bir ekleme yapmak gereğini duydum.Hrozny , alman değildir.Çek dilbilimci bedrich hrozny adıyla biliyorum.

  3. İsmail Tufan İsmail Tufan

    Bu güzel bilgiyi neden tarihimizi çalanlara karşı dünyaya duyurmuyoruz? Bizim bilmemiz yetmez, dışarıda da kamu oyu oluşturmamız, bize ait nerede ne var ise bulup ülkemize getirmemiz gerekir. Bu devletin konuyla ilgili politikaları olmalı tarihçilerimiz, arkeologlarımız çalışmalı, gerçekleri gün yüzüne çıkar malı.

  4. Eren DURAN Eren DURAN

    Hattice yazılarda Hititlerden bahsedilmez bir deli bir kuyuya taş attı bin akıllı çıkaramadı . Hititler diye bir medeniyet yoktur. Hattiler vardır. Hattiler ülkelerinden bahsederken Hatti halkının ülkesi diye bahseder ve yine kendilerinden bahsederken de Hatti ülkesinin halkı derler. Hitit diye ne bir halk ne de bir medeniyet yoktur. Hattuşaşa gidenler kendilerinden bahsederken de Neşalılar olarak bahsederler. Yani bugünkü Kültepe. Dillerinden bahsederken de Nesili dili olarak bahsederler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir