"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarihimizin Karası, Asrımızın Utancı; Çok Eşlilik

Geçtiğimiz günlerde gazetelere çok önemli bir haber yansıdı. Kaç kişinin dikkatini çekti, kaç kişi okumaya değer buldu bilemiyorum ama haberin detayları, epeyce törpülenen sinir uçlarımızı yeniden sivriltecek kadar can yakıcıydı.

“Türkiye’de 186 bin 782 kuma var”

deniliyordu haberde. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün yaptığı yeni bir araştırmanın ortaya çıkardığı korkunç rakamlardan sadece biriydi bu. Diğerleri ise şöyle sıralanıyordu;

“5 milyon 439 bin kadının çocuk yaşta evlendiği ve 2 milyon kadın için de başlık parası istendiği ortaya çıktı.”

Türkiye’nin üstü örtülen gerçekleri, rakamlara bindirilerek böyle sunuluyordu, sağduyusu felç geçirmiş, solduyusunu hepten yitirmiş vicdanlarımıza…

Hafızam beni yanıltmıyorsa, bu haberden sadece bir iki gün sonra veya önceydi… Mehmet Ali Birand’ın hafif meşrep üslubuyla sunduğu akıllara zarar haberi izlerken çok üzülmüş ve kendisine zehir zemberek bir E-Mail yazmıştım. Mardin’deki Faslı kumaları anlatıyordu çok tecrübeli anchormanımız , ama o ne anlatış…

Ülkenin kanayan yaralarından biriyle ilgili görüntüler, gişe rekorları kırmış bir komedi filminin fragmanları gibi düşürülüyordu ekranlara. En az Birand kadar hiperaktif bir çeyrek akıllı muhabirin, sulu sepken sunumuyla güya renklendirilen kuma sahneleri, küf kokan cehaletin, az gelişmiş modern akılla, konu kadın olunca nasıl da kol kola girebildiğini öyle güzel sergiliyordu ki, bir an Birand dahil hepsinin birer haremi olabileceğini düşündüm. Aksi halde böyle bir haberi hangi sağlıklı beyin, palyaço gözlerle takip edip, sinirleri zıplatan kahkahalarını da katık ederek seyirlik eğlence gibi sunabilirdi?

Hiç şüphesiz çok eşliliğin sosyolojik ve ekonomik ve tabi, tamamen geleneksel alışkanlıklardan gelen kültürel bir temeli var. Nitekim son günlerde gündemi bir hayli meşgul eden ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisiyle, toplumsal bellekte yeniden yeşertilen harem kültüründe de, bu meselenin tarihi kökleri ve kökenleri hakkında bol miktarda detay mevcut. Ama bütün bu gerçekler bizi, meselenin teolojik tarafını bir kenara itmeye sevketmemeli. Zira her sosyolojik arızayı veya faydayı tahkim eden sayısız dini motifler, imani ve itikadi imgeler var.

Peki nedir çok eşliliğin dini mesnedi. Gerçekten Kur’an’da poligami izni var mı?

Öncelikle, ‘İzin’ nedir? sorusunu soralım:

Bir şey yapmak için verilen veya alınan özgürlük, müsaade, ruhsat, icazet, mezuniyet (Büyük Türkçe Sözlük)

O halde; yapılan, yani halihazırda uygulanan birşey için izin alınmaz. İzin alınacak şeyin ya yasaklanarak kaldırılmış olması veya hiç yapılmamış ve yapılmıyor olması gerekir.

Poligami’nin yaygın olarak yaşandığı bir toplumda çok eşliliğe izin verildiğini söylemek mantığa aykırıdır.

Bu kadar açık seçik bir realiteye rağmen, ısrarla poligamiye ruhsat(!) fetvası çıkarılan Ayet’e bakalım:

‘Eğer yetimlerin haklarını gözetemiyeceğinizden korkarsanız size halâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâh edin ve eğer bu surette adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane veya milkiniz cariye alın, ağmamanız için bu daha muvafıktır’ ( Nisa 3, Elmalılı)

Bundan önce incelediğimiz bütün ayetlerde olduğu gibi, ne yazık ki bu ayette de çeviri ve yorum yanlışları yapılmıştır.

Gelin meallerin birçoğunda karşılaştığımız bu feci tahrifatları sırasıyla inceleyelim:

1) Ayetten çok eşliliğe cevaz çıkarabilmek için, en mühim özneye cinsiyet atfetmek gerekiyordu. ‘Yetimler’ kelimesine, ‘kızlar’ eklendi ve ‘yetim kızlar’ yapıldı. Böylece ayetin istikameti tamamen saptırıldı, ‘yetimler’in arasından kızlar ayıklandı, hak ve hukuk meselesi de izale edilerek, ‘ilahi murad’ erkeklerin izdivaç heveslerine hal çaresi arama derekesine düşürüldü. Ayet, ‘yetim kızlarla evlenerek haklarına girmekten imtina ederseniz, onlarla değil de, hoşunuza giden başka kadınlarla evlenin’ şeklinde tefsir edildi.

2) ‘Size helal olan kadınlar’ın yanına, ayetin orjinalinde bulunmayan ‘hoşlandığınız kadınlar’ ibaresi yerleştirildi veya ‘helal kadınlar’ ifadesi tamamen ‘hoşlandığınız kadınlar’ olarak değiştirildi. Ayetin orjinalinde ise sadece ‘size helal olan kadınlardan …’ denir. Bunun nasıl bir anlam kaymasına neden olduğunu , suredeki bütün ayetleri konu bütünlüğü içinde okuduğumuzda anlayacağız.

3) Ayetteki ‘ikişer, üçer veya dörder’ ifadesi tefsirlerde ayrı ayrı nikahlar şeklinde anlatılmış, yorumlanmış ve halkımıza böyle anlatılmıştır. Oysa ‘ikişer, üçer veya dörder’ (mesna ve sulase ve ruba)’ in anlam olarak karşılığı ve kasdı, aynı anda; iki adet, üç adet veya dört adet birden almaktır. Daha iyi anlaşılması için bir teşbihde bulunmak zorundayım; Allah sepette bulunan elmaları; ya ikişer, ya üçer ya da dörder alın. Eğer çeşitli nedenlerle bu şekilde (bizim istediğimiz gibi) yapamayacaksanız, bir tane alın veya hiç almayıp evli olduğunuz insanla yetinin. Bu sizi ‘ağmak’tan’, yani birine meyledip diğerine karşı duyarsız kalmak, onun dertleriyle hemhal olamamak gibi adaletsiz davranışlardan korur. Demek ki, bu evlilikler nefsani evlilikler değildir. Ayette sosyal bir probleme çözüm bulunmaktadır. Meseleyi daha iyi anlamak için o çağdaki ‘nikah’ anlayışına da yakından bakmak gerekiyor. Kur’an’ın indiği toplumda evlilik salt soyun devamı için yapılan iki kişilik bir anlaşmadan öte, dul kadınların korunması için alınan bir tedbirdi. Nitekim aynı surenin 23. Ayetinde Allah, ‘nikahlandığınız halde gerdeğe girmediğiniz kadınların kızları’ diye bir sınıftan bahseder. O çağdaki sosyal yapıyı anlatan rivayetlerden de, ensar erkeklerinin, vefat eden arkadaşlarının arkasında bıraktıkları zevcelerini, evlilik yoluyla koruma altına almayı bir vefa borcu gibi algıladıklarını anlıyoruz. Dul kalan kadınlar, yetimleriyle birlikte korunmasız kalıyorlar ve sosyal sıkıntılara yol açıyorlardı. Onların güvenliği ve yetimlerin himayesi için ‘nikah kıymak’ bir çözüm yolu olarak gösterilmiştir.

Nisa suresi ‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan …’ cümlesiyle başlayan bir suredir. Adıyla müsemma (Nisa Arapça’da kadınlar demektir), kadın haklarının ele alındığı bu surenin daha ilk cümlesinde, ilk yaratılanın cinsiyeti ile alakalı muğlaklık özellikle belirtilir. Allah surenin giriş cümlesiyle, Tevrat’a ve İncil’e itimat ederek, ilk insanın, yani Adem’in erkek olduğunu iddia eden, buna iman eden ve bu inancı bir eril avantaj gibi telakki ederek tahakküm silahı olarak kullanan müslümanları silkelemeye çalışır. Böyle bir sureden çok eşliliğe fetva çıkarmak için epey uğraşmak gerekir… Yapılan tahrifatların bu kadarını ifşa etmekle yetinelim ve ayete odaklanarak ilahi muradın sırrına ermeye çalışalım…

Geçelim…

İkinci ayette yetimlerin haklarına geçilir. ‘Yetimler’ Rabbimizin kutsal kelamda sıklıkla andığı, çok özel bir statüye sahip, her daim; gözlenmesi, korunması, üzerlerine itinayla eğinilmesi tavsiye ve telkin edilen bir sınıftır. Kabileler arası vuku bulan savaşlar ve saldırılardan dolayı çok sayıda kadın dul kalmakta, yardıma muhtaç duruma düşmektedir. Bu savaşlarda elde edilen ganimetlerin taksiminde yetimlere haklarının tam olarak verilip verilmediği şüphesini taşıyan müslüman erkeklere, dul kadınları nikah altına alarak, onları ve yetimlerini miras ve hak sahibi yapmaları telkin edilmektedir.

İşte bu noktada ‘helal olan’ kavramının niçin önem arzettiğini anlıyoruz. Bu kadınların arasında henüz müslüman olmayan, yani müşrik kalan ve dolayısı ile müslüman bir erkekle evlenmesi yasaklanan kadınlar da vardır. Ayetin devamında ise, ‘ evlendiğiniz takdirde; miras, mal, ilgi ve alaka gibi konularda adil davranamayacağınızı düşünüyorsanız, hiç bu işe yeltenmeyin ve bir tanesiyle evlenin. Eğer evli iseniz, hiç evlenmeyin ve elinizin altındakiyle (ma meleket eymanukum), evli olduğunuzla yetinin’ denir. Çoğul eki kullanılmasının gerekçesi ise, zaten yapılmış olan çok eşli evliliklerdir. Allah bu evliliklerin sonlandırılmasını istemez, çünkü sonlandırılacak her evlilikle yeni bir kadın zor duruma düşecek, korunmasız kalacaktır. Onun yerine eşler arasında sağlanacak adaletin zorluğunu vurgulayarak (Nisa 129); çok eşliliği, -evlenilecek kadınların dul ve çocuklu olması şartını getirerek- sınırlar, zorlaştırır. Akabinde ise, bütün bu şartlar hasıl olsa dahi, üstüne basa basa tek eşliliği tavsiye eder (Nisa 3) yüce yaratıcı.

Bundan önceki yazılarımızda Kur’an’ın kendisini tarif ederken kullandığı ‘o sizin için bir nasihattır’ şeklindeki cümleleri hatırlatarak, ilahi tavsiyelerin önemini vurgulamış ve bu tavsiyelere uyulmadığı takdirde karşılaşılacak dünyevi ve ahiri sıkıntılardan bahsetmiştik. Kur’an çok eşliliğin yaygın olarak yaşandığı ve içselleştirildiği bir toplumda tek eşliliği tavsiye ederek, çok eşlilikle alakalı hoşnutsuzluğunu ima ederek, bu cahiliye adetini (tıpkı kölelik gibi) birden bire yasaklamak yerine, tedrici yollarla kaldırmayı tercih etmiştir. Gerek Nisa suresindeki ilgili ayetler, gerekse Resul’un daha fazla evlenmesini yasaklayan ayetten sonra (Ahzab, 52), Ashap erkeklerinin çok evliliğe yanaşmadıkları, hatta evlendikleri kadınların sayılarını azalttıkları, bu kötü adetin emeviler döneminde yeniden hortladıldığı da tarihi bir gerçektir.

Çok eşliliğin haddızatında legal olduğu bir toplumdan, tek eşliliğin legal olduğu bir topluma evrildiğimiz süreçte, kölelik konusunda olduğu gibi, bu konuda da ilahi iradenin tecelli ettiğine inanmamız ve aklımızı kullanarak şu soruları kendimize yöneltmemiz gerekiyor: ‘Peygamber bu çağda aramıza gelseydi, çok kadınla evlenir miydi?, Resul aramıza dönseydi, eşinin üzerine kuma getiren ve bunun onun sünneti olduğunu söyleyen adamlara nasıl yaklaşırdı?’…

Çok eşliliğin tavsiye edildiği bir toplumda, ömrünün büyük bir kısmını kendisinden 10 yaş büyük, dul bir kadınla geçiren, onun vefatından sonra da kalbini yalnızca Hz Aişe’ye teslim eden bir peygamber, hiç şüphesiz bu adamların cümlesini huzurundan kovar, hepsini müfteri ve müflis ilan ederdi.

Ez cümle; çok eşliliğe izin verildiği iddia edilen ayette konu ‘erkeklerin hevesleri’ değil, ‘yetimlerin hakları’dır. Savaşlar, katliamlar veya soykırımlardan dolayı ortada kalan yetimlere daha etkili, adil ve istikrarlı yollarla sahip çıkabilecek kurumların, kuruluşların, organizasyonların bulunduğu bir çağda ve cemiyette, dul ve çocuklu kadınlardan ziyade, gencecik ve bakire kızlarla doldurulan haremler, tarihimizin karası, çağımızın da en büyük utancıdır.

En doğrusunu Allah bilir.

http://adilmedya.com/makale.php?id=1146

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir