"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bir Can Dündar Mersiyesi

Görünen o ki kadınım, seninle biz, “ha­yat” denen bu metruk peronda, üzerinde adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aş­kımızı acılardan damıtarak yaşlanacağız.

 

Can Dündar

 

Artık hiç yakışmaz bilirim, sevgiyi anlatacak bir yazıya Can Dündar’ın cümleleriyle başlamak. Oysa en çok Can Dündar konuşurdu kenarı yakılmış mektupların satırları arasından. Yukarıdaki cümleyi okurken kaç kadının yüzü aydınlanmıştır, kimbilir? Kimbilir kaç adam sevgilisinin kulağına fısıldayarak Can Dündar’ın bestelediği büyülü nağmeleri, sevdasını tazelemiştir.

 

Sevda tazelenir mi? Yoksa hiç yama tutmaz mı o bulunmaz Hint kumaşının iplikleri? “Kumaşın sağlamlığına göre değişir“ diyenler olacaktır. Yaşanan sevda ne kadar kavi, ne kadar samimi, ne kadar alevli olursa olsun, gün gelip sönmeye yüz tutarsa eğer, Can Dündar’ın  “hayat öpücüğüyle“ yeniden diriltilmeye gayret edilirdi. Can Dündar o öpücüğü geçtiğimiz haftalar içinde öyle büyük bir günaha buladı ki; yıkıldı perde, devrildi mizan…

 

Belli ki artık başka kelimeler, başka besteler, başka isimler “sevgi“ için dile gelecek ama Yeşilçam’ın o efsane filminin efsane ismi, al yazmalı Türkan Şoray, şahane kirpiklerini kırparak terennüm ettiği o kadim hakikati hafızalarımızda yankılandırmaya devam edecek;

 

Sevgi emektir!

 

Sevgi emektir; toprak ana gibi, sarı benizli başak gibi, sadece romantik serin yağmurlarla değil, alın teriyle de beslenir.

 

Sevgi emektir ve bizzat popülist algının, kendi üretimi olan; hormonlu meyvelere, plastik çiçeklere benzeyen “anlık duygusal hezeyanlar“dan “sevgi“ yerine, “kaçamak“ olarak bahsetmesinin altında da nice hikmetler gizlidir. “Birini sevdim“ diye inleyerek kendini savunan Dündar’a en güzel cevaplar da yine, benzer suçlardan dolayı sicili bir hayli kabarmış müstemleke zabitlerinden geldi; Dündar kaçamak yaparken yakalandı… Ve ard arda döktürülen, mide gurultularına benzeyen, şekilsiz şemalsiz ama buna rağmen “köşeli“ olabilen yazılarda Dündar, “kaçamak“ yaptığı, yani eşini aldattığı için değil, yakalandığı için iğnelendi. “Kaçarak” yaşanılan aşk maceralarında “yakalanmamak” marifetti bittabi…

 

Tüketimi hayatının eksenine yerleştirmiş ve hep aynı turu atmaya memur çifte koşulmuş hayvanlar gibi biteviye onun etrafında dönen modern çağın, touchpadli ama arızalı klavyelerinden daha derin yorumlar beklemek saçma olurdu. Herşeyi tüketmenin, hazların ivmesinde uçkur saltanatı sürmenin adını saltanat koyan ayyaş zihinler için “dağları delmenin“ adı “aşk“ değil, olsa olsa “enayilik”tir ve “emek“ sadece doyuma ulaşmak için yatakta patlatılması gereken bir reflekstir.

 

“Aşk“ da, “sevgi“ de, “kadın“ da tüketilir, tüketilmek için sevilir(!), zira yaşamak için tüketmez, tüketmek için yaşar ataerkil dünyanın konformist kalemleri. Kadın ki, tüketim sendromunun en vazgeçilmez öznesidir… Kömür saçlarını, sütun bacaklarını, bekaretini ve sahip olduğu herşeyi veya hicbirşeyi tüketmeleri için yüce Tanrı tarafından medya patronlarının ve kalbinin, ardından da kaleminin zembereği bozulan yazarların şehvetli kollarına tevdi edilmiş bir hediyedir. Kutsal hediyeye karşı lütfedilen hediye de oldukça ironiktir; falanca gazetede sağlam bir köşe, filanca dizide başrol, yan rol, şöhrete uzanan kestirme bir yol… “Sağol be patron, varol!“ der pragmatist,  modernist, beyinsiz dişi karakter ve “tüketilmiş“ olmanın sürrealist hazzı içinde; “emek“ vermeden, belki de tek bir buseyle gelen şöhretin tadını podyumlarda, stüdyolarda, orada burada baldır bacak şovları yaparak çıkarmaya devam eder.

 

Sahi, Dündar acaba “birini“ mi, yoksa binlercesini mi sevdi? Kalbinin sesini mi, yoksa nefsinin emr-i vakisi mi dinledi? Sevdiğini söyleyen dil bu kadar yalancı, sevildiği iddia edilen hatun da bu kadar baştan çıkarıcı olunca sorular cevaplarını kendi kendine buluveriyor. Öyle ya, bu nasıl bir fırlama yürektir ki hep afet-i devranlara düşüyor? Hani gönül dediğin uçarı bir  eşek arısıydı? Hani aka da , … da konardı? Bunların gönülleri nedense hep pembe benizli ahu dudulara konuyor ve eşek arısından ziyade güve kelebeğine benziyor; ömrü sadece bir gün sürüyor.

 

Ne diyordu al yazmalı Türkan Şoray;

 

Sevgi emektir…

 

Kendisini seven, ömrünü vakfeden; iki evlat, özetle “emek“ veren eşini ihanetle ödüllendiren ve kirli hikayesini “sevgi ve romantizm“ gibi alavere dalaverelerle temize çekmeye yeltenen Can Dündar’a ve ona yandaşlık yapan, yandan çarklı çakma kalemlere, böyle gelen devranın böyle gitmeyeceğini anlatmak gerekiyor. 

 

 

Değişecek bu terminoloji, kelimeler yeniden hizaya çekilecek beyler. Modernizm’in salt yatak odası serüvenlerine  bahşettiği o göbek altı özgürlüğünün adını “sevgi“ koyanlara inat, “emekle kazanılan sevgi“nin olacak zafer ve “sevgi“, “emek“le taçlandırıldığı zaman adına ”aşk“ denilecek. Romantizm ve kadınlar konusundaki tüm uzmanlığına rağmen, gün gelip sevgiyi kömür karası saçlara kalbederek tahrip ettiği için ve yalnızca karısını değil, bütün kadınları aldattığı için Can Dündar, belleklerden yavaş yavaş silinip gidecek.

 

Haberiniz olsun…

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir