"Enter"a basıp içeriğe geçin

Devlet Dini Eğitim Veremez

Birgün Gazetesinde kısaltılarak yayınlanan röportajın tam metnini takdirlerinizde sunmak istedim. Gündemde halihazırda tartışılan bazı mevzulara değindiğim noktalar gazetede yayınlanan röportajda yer almamış.  Gazetede yayınlanan röportajda eksik bırakılan noktaları tamamalarken, kimi hataları da tashih ettim… Bu hali daha güzeldi aslında 🙂

 

Bugün Türkiye’de İmam Hatipler hala tartışmalı bir konu. İmam Hatip yıllarınızı biraz anlatabilir misiniz?

 

Orta okulu Rize İmam Hatip Lisesinde bitirdim. Lisedeyken Ankara merkez İmam Hatip Lisesine gittim. Nur cemaatine ait bir evde kalıyordum. Ev üniversite öğrencileri için düşünülmüştü ama annemin ısrarlarına dayanamayıp beni bir istisna saydılar. Sabah namazlarından sonra Cevşen saatleri olurdu. “Cevşen” özellikle Nur cemaatinde yaygın olarak okunan özel bir dua ve zikir kitabıdır. Namaz tesbihatında geçen; “Allahümme ecirna min şeri’n-nisa” (anlamı: “kadınların şerrinden sana sığınırım) satırını hızla atladığımı hatırlıyorum.

 

Kadınların şerrinden sana sığınırım” cümlesini neden atlıyordunuz? İslamiyette kadının yeri nedir sizce?

Kadınların şerrinden sana sığınırım” cümlesini atlıyordum çünkü Allah’ın yarattığı bir varlığa hakaret edildiğini düşünüyordum. Bu duadaki hikmet Fethullah Gülen hocaya sorulduğunda “bir imtihan unsuru olması açısından kadına ‘fitne’ denilmiştir” diye cevap verir ve erkeklerin aslında kendi zaaflarından Allah’a iltica ettiklerini anlatır. Kadınların da erkeklerin şerrinden Allah’a sığınabileceklerini söyler ama bu açıklamalar pek ikna edici değiller. Cevşen’de her iki duaya birlikte yer verilmediğine göre, ya cevşen sadece erkekler için yazılmıştır ya da dinin bilinç altındaki ataerkil yorumlarından birinin daha dile ve kaleme dökülüş şekli sözkonusu.

 

İmam Hatipte okurken nasıl bir hayat tarzınız vardı?

Ben müftü kızıydım. Dolayısıyla sürekli büyüteç altında olan bir kişiydim. Bu nedenle daha kontrollü olmam gerekiyordu. Zaten bütün başörtülüler bu sosyal baskıyı her zaman hissederler. Otururken, kalkarken, konuşurken her zaman dengeli olmak zorundasınızdır. Diğer taraftan, çevrenizdeki insanlar muhafazakâr camialardan kişilerdir ve bunu kabullenmeniz zaten zor olmaz.

Okulumuzda da aslında yasak vardı ancak öğretmenlerin ve yönetimin toleransı sayesinde bir sıkıntı yaşanmıyordu. İstiklal marşı okunurken başımızı açtırıyorlardı ne hikmetse. Sanıyorum okulun çevresinde Mit ajanları vardı ve şikayet ediliriz endişesi ile hareket ediyorlardı. Herşeye rağmen o günler İmam Hatipler’in en şanlı günleriydi. Üniversite sınavlarında büyük başarılar sağlanıyordu, çünkü bu okullarda, özellikle son sınıflarda sadece Üniversite sınavlarına yönelik bir eğitim veriliyordu. O kalite neden AK Parti’nin iktidarı ile yeniden yakalanamadı, bilemiyorum. Genel olarak İmam Hatipler’in serencamı enteresandır zaten ve Türkiye’deki siyasi riyakarlık ve pragmatist akla ışık tutar. İmam Hatipler aydın din adamları yetiştirmek gayesi ile CHP tarafından kurulur ama az gidilir uz gidilir ve  CHP’nin en çok yakındığı eğitim kurumları haline gelir. Devletin “laik” sıfatına halel gelmesin diye çırpınan zeka, devletin dini eğitim vermesinde bir beis görmez nedense. Dini eğitim cemaatlerin işidir.

 


Cemaatin içinde bulunmuş birisi olarak cemaatleri nasıl bir yapı olarak tanımlıyorsunuz?

“Cemaat” Arapça’da “birleş(tir)mek” anlamına gelen “cem” fiilinden türetilmiştir. İslam alemindeki cemaatler, zahiren bir birlik görüntüsü verseler de, tarih boyunca hep hizipçiliğe hizmet ettiler. Örneğin Almanya’da uyum politikaları konusunda hükümet, tüm Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri ortak bir İslam cemaatini muhatab almak istiyor ancak bulamıyor. Hal böyle olunca, uyum konusunda alınan kararlara Müslümanların iradesi tam anlamıyla yansıtılamıyor. “Cemaatleşmek” müsbet bir gelişmedir ve gittikçe küreselleşen dünyada ortak bir kozmik bilincin oluşmasına da katkı sağlar. Grup ve aidiyet psikolojisi, özgüveni artırıcı o malum etkisi bir tarafa, azınlık haklarının müdafaası için de elzemdir. Avrupa’daki Musevi cemaati, sadece Avrupa’daki Museviler için değil, tüm yabancılar için önemli bir kalkandır. Yabancılar aleyhine, -hatta yakın zamanda tartışması yapılan “sünnet yasağı” gibi-, direk Müslümanların aleyhine alınacak kararlarda “cemaat” gücünü kullanarak sağlam bir tepki koyabildiler ve kazandılar.

Bizde “cemaat” denilince akla Gülen cemaati geliyor. Oysa “cemaat” i fraksiyonlardan ayıran başat unsur “birleştirmek” tir. “Sunni İslam cemaati”ni kurmak için mücadele edebilirsiniz. Said Nursi’yi böyle okuyorum mesela. Gülen cemaatine gelince; İslam’ın sunni yorumunu benimsemiş bir oluşumun içinden sıyrılan yeni bir fraksiyon “cemaat” olarak ne kadar vasıflandırılabilir?

Hepsini bir tarafa bırakıp ilkelere bakalım. İslam fıkhına göre Zekat verilirken öncelikle yakın çevre, akrabalar gözetilir. “Önce eğitim” desturu ile yola çıkmış bir İslam cemaatinin önce ülkesindeki genç nesilleri eğitmesi gerekmez mi? Doğu’da hala öğretmen sıkıntısı çeken okullar varken, mehter marşı okuyan Ugandalı çocuk beni büyüleyemiyor. Almanya’daki çocuklarımız düzgün Almanca konuşamadıkları için öğrenme güçlüğü çeken çocukların gönderildikleri okullara gönderiliyorlar ama eğitim fedailerimiz (ki iyi niyetlerinden asla şüphem yok) Tanzanyalı bebeklere nasıl halay çekileceğini öğretiyorlar. Çok misyoner hareketler bunlar. Ülkemizdeki misyoner kolejleri niye eleştirdik ki biz?

Cemaatlerin doğrudan ya da dolaylı olarak siyasete müdahil olduklarını düşünüyor musunuz?

Siyasete müdahil olmalarında bir sakınca yok ancak siyaseti “sakıncalı” ilan eden bizzat kendileridir. Bana kalsa ülkedeki tüm topluluklar birer cemaat vasfı kazanmalı, kendi partilerini kurmalı hatta kendi anayasalarını yapmalı derim. Anadolu toprakları medeniyetlerin harmanlandığı topraklardır. Bugün Türkiye’de rahatlıkla: Çerkez, Kürt, Boşnak, Türkmen, Gürcü, Ermeni, Rum, Musevi, İsevi, Alevi, Süryani topluluklarından bahsedebiliriz. Kürt siyasetinin savunduğu eyalet sistemi gerçekleşti ve Doğu’da bir Kürt Özerk Bölgesi kuruldu diyelim. İstanbul’da yaşayan Kürdün sıkıntıları bitecek mi? Bir de Kürtlerin kendi Anayasalarını oluşturduklarını düşünün. Almanya’da yaşayan bir Kürdün de artık tabi olabileceği bir Anayasası vardır. İşte bu devrimi ancak muhafazakar iktidar yapabilir çünkü bu yönetim aklı, peygambere aittir ve Osmanlı’yı dünya imparatorluğu yapan vizyon bu vizyondur. Asr-ı saadette ulus bilinci yoktur, cemaatler vardır. Museviler Tevrat’a göre, Hıristiyanlar ise İncil’e göre yargılanırdı.  Ülkede var olan tüm toplulukların temsilcilerinin bulunacağı  bir mercii ile ortak bir üst Hukuk oluşturulur ve tüm topluluklar kendilerini aşan davalarda ona tabi olur. Cemaatleşmek budur…

İmam Hatip‘te okurken çok isteyip de yapamadığınız şeyler oldu mu? Okulda karşı cinsle ilişkileriniz nasıldı?

Bizler çok genç yaşlarda oyun hayatından çekildik. İp atlamayı, taş sektirmeyi çok erken yaşlarda bırakmak zorunda kaldık. Bisiklete binmek zaten mümkün değildi. Çocukluğumuzu yaşadığımızı pek söyleyemem. Bu tür reflekslere seküler camiada da rastlıyoruz. Kendisi rock konserine gidiyor ama orada gördüğü başörtülü kızı yadırgıyor. Hem cinsel özgürlükten bahsediyor hem de bir bankta sevgilisinin (belki de eşinin) omuzuna başını yaslayan genç kızın gizli çekilmiş fotoğrafı üzerinden ahlakçılık taslıyor.

İlk olarak okuduğum Rize İmam Hatip Lisesi’nde karşı bina erkeklere aitti. Büyük bina erkeklere ayrılmıştı. Daha sonra Ankara Merkez İmam Hatip Lisesi’ne geçtim. Burada da aynı durum vardı. Karma eğitim yapan İmam Hatipler de vardı ama benim gittiklerim karma değillerdi.

Ne tür dersler görüyordunuz?

Fen bilimleri ve matematik ağırlıklıydı. Ana hedef üniversite sınavında mutlak başarıyı yakalamaktı. Bunun yanında Kuran-ı Kerim, Arapça, Fıkıh, Kelam, hitabet, resim, müzik derslerimiz vardı. Beden eğitimi dersimiz yoktu mesela. Bunun eksikliğini hissediyorduk.

Üniversiteye dair idealleriniz neydi?

İlahiyat fakülteleri tercih edilmiyordu. Avukatlık, tıp, mühendislik gibi her yurdum gencinin talep ettiği alanlara yöneliyorduk. İnançlı, dinine aşina, bunun yanısıra pozitif bilimleri yalamış yutmuş üst düzey bürokratlar, siyasetçiler, yönetici kadrolar yetiştirmeye yönelik bir müfredat söz konusuydu.

Başörtüsü unsuru meslek seçimlerini nasıl etkiliyordu?

Uyarıcı unsurdu. Yasaklara karşı bir isyan söz konusuydu. “Sen bana hükmedebiliyorsun, çünkü bu güce sahipsin. Kafalarda “bana karşı uyguladığın bu dayatmaları ortadan kaldırabilmem için senin bulunduğun yere gelmem lazım’ düşüncesi yer etmişti. Daha özgür bir Türkiye olsaydı belki bugün bu cepheleşmelerin hiçbiri yaşanmayacaktı. Bugün AKP iktidarında da farklı bir dayatmayı görüyoruz.

Sizin döneminizdeki imam hatip liseleri ile bugünküler arasında nasıl bir fark var?

İmam hatip liselerinde 90’lı yıllarda kaliteli bir eğitim vardı. Bugün AKP’nin eğitim konusundaki icraatlarına dışarıdan baktığımda, devlet okullarının İmam Hatipler’e dönüştürüldüğünü görüyorum. Bütün bu yapılanmaların arasında İmam Hatipler ihmal ediliyor tabi ve kalite düşüyor.

Eğitimdeki yozlaşma her alanda nüksediyor. Kur’an, siyer gibi dersleri devlet okullarının müfredatına ekliyorsan, alevilik dersini de eklemek zorunda kalırsın. Ancak Türkiye şartlarında bunun da alevi yurttaşlara pek faydası dokunmaz çünkü bu insanların dışlanmışlık psikolojisinden kurtulmaları çok zaman alacaktır. Alevi olduğunu söylemeye çekinen vatandaş çocuğunu alevilik dersine gönderemeyecek, hatta arkadaşları laf atar, öğretmeni kulp takar korkusuyla hiç istemediği halde İslam derslerine yollamak zorunda kalacak.

Devlet “din eğitimi” verir ama “dini eğitim” veremez. Yani devlet Teoloji enstitüleri, İlahiyat fakülteleri kurar ama devlete ait bir eğitim kurumuna dini bir hüviyet katamaz.  Bir dinin, belli bir mezhebine göre eğitim veren bir eğitim kurumu “devlet okulu” statüsünde sayılırsa, etik ilkelerin çiğnenmesi bir tarafa, zamanla bürokratik arızaların doğması da engellenemez. Devlet okulları devlet tarafından denetime tabidir. Dini eğitim veren bir kurum devlet tarafından hangi kriterlere binaen denetlenebilir ki? Laik Devletin dini yok ki, o dinin doğru öğretilip öğretilmediğini denetlesin… Dolaylı uygulamalarla devlete bir din, hatta bir mezhep atfedildiği aşikar. Böyle bir devletten ülkedeki diğer din ve mezhep mensuplarına ve dahi ateistlere karşı adil davranmasını beklemek saflık olur. Dini eğitim cemaatlere bırakılmalıdır. Cemaatler de bilgisayar mühendisi yetiştirme işini devlete bırakıp, İslam’ı tüm cepheleri ile tanıyan ve ictihad müessesine aşina alimler yetiştirmelidir.

 

Almanya’da din eğitimi nasıl veriliyor?

Katoliklik ve Protestanlığın yanısıra seçmeli; İslam, alevilik ve etik dersleri var. Tabi bu ülkenin insanları dinleri, mezhepleri veya ideolojileri üzerinden birbirlerine düşman edilmiş değiller. Tarihteki düşmanlıklarını emperyalist akıllarını kullanarak 3. Dünya ülkelerine ihraç ettiler. Kaldi ki benim çocuğum İslam dersine girse de girmese de zaten dışlanıyor. Bu yüzden de uyum politikaları üretip duruyorlar ama bir mesafe alamıyorlar.

Dinlerin erkek odaklı olduğunu düşünüyor musunuz?

Dinlerin de geçmişleri vardır. Dinler tarihi üç büyük dinle başlamaz. Çok tanrılı dinler tarihine baktığınız zaman ilk anaerki- ataerki çatışmasının izlerini görürsünüz. Helenizm’le başlayan bu süreç erkek ve kadın arasındaki egemenlik mücadelelerini anlatan menkıbelerle doludur. Örneğin „Diyanet“ Diana’dan gelir. Die-ana,  Tawanna, yani “Tavandaki Ana”, bir Anadolu tanrıçasıdır. Zamanla  Tuana, Tuvana ve Diana’nın da anası olur. „Diyanet“ kelimesi üzerinde yapılacak küçük bir etimolojik araştırma çok ilginç olabilir. Diyanet; kadınlara (analara) ait işler demektir.

En az üç çocuk siyaseti konusunda ne düşünüyorsunuz?

Allah „Elhakümüt tekasür,Hatta zürtümülmekabir“ diyor. „Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri, Öyle ki, ziyaret edip saydınız kabirleri”. Cahiliye arapları nüfuslarının çokluğuyla o kadar övündüler ki, daha çok görünebilmek için kabirlerdeki ölülerini saydılar. Kur’an çoklukla övünmeyi, bunun için çabalamayı kesin bir dille yasaklıyor. Niceliğe değil, niteliğe önem verilmesi gerekiyor.

 

Yani Başbakan Kur’an’a ters birşey mi söylüyor?

 

Bunu Kur’an söylüyor…  Ayet açık.

 

Dini vecibelerinizi uygularken erkek erkin kontrolü altına geçtiğinizi hissettiniz mi?


Hiç hissetmedim. Almanya’da kursa giderken bir Çinli arkadaşım, “Sen Almanya’dasın başını açabilirsin” dedi. Eve gidip anneme babama durumu gülümseyerek anlattım. „Kızım sıkıntı oluyorsa açabilirsin“ dediler. Bu gönüllü bir şeydi. Bugün başörtüsünü bir özgürlük mücadelesinin nişanesi gibi taşıyorum. Çünkü o yasaklar bizlere çok acılar çektirdi.

Başörtüsünü siyaset bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasi enstrüman haline getiriliyor. Erbakan’ın geçmişine bakın. Emine hanım Erbakan’la evlendiğinde başı açık, kısa etekli, gayet modern bir hanım. Erbakan da papyonlu. Sonra birden bire birşeyler değişmeye başlıyor. Hatta bir dönem başörtüsünün bayraktarlığını MHP’liler yapıyor. Bakıyorsunuz Gülen cemaatinin de, AKP’nin de ilk dönemlerinde başörtülüler ön saflarda. Başörtülülerin emekleriyle kurulan televizyonlarda başörtülüler çıkartılmıyordu ekranlara. Halen çok da severek çıkardıklarını söyleyemeyiz. Başörtülü kadınlar ev ev dolaşıp AK Parti‘ye oy topladılar. Ancak geçen sene başörtülü vekil konusunda kopan tantana ne kadar samimi olduklarını sorgulatıyor. Fehtullah Gülen’in “Başörtüsü furuattandır” diye bir cümlesi var. Bu cümleyi söyledikten sonra cemaatteki bir çok arkadaşımızın başlarını açtıklarını gördük. Başörtüsü meselesi çok netameli bir mesele. Teolojik ve sosyolojik boyutlarının ayrı ayrı incelenmesi gerekiyor.

Demokrasi paketi beklenen özgürlüğü getirdi mi?

Sorularla dolu. Neden savcılara yasak? Demek ki sen de başörtüsünün bazı şeylere engel olduğunu düşünüyorsun.

Sizce engel olabilir mi?

Üniforma olarak düşünülüyorsa engel olabilir. Üniforma olarak mı değerlendiriliyor, yoksa bir giyim eşyası mıdır sadece?

Sizin açınızdan nedir?

Benim için geleneğin bir parçası ve bireysel bir tercihtir. Teolojik boyutuyla ilgili sorgulamalarım devam ediyor. Bu konuda yazdığım çok sayıda yazım var. Üniforma olarak kullananlar da var. Siyasi rant için entrüman yapanlar da. Sadece kendisine yakıştırdığı için giyenler de var.

Nasıl olacak o zaman?

Kimin neden kullandığını bilemeyiz o nedenle tamamen serbest bırakılması lazım. Bu konu açık yüreklilikle ve cesurca tartışılmalı. Diyanet diye bir kurum var. Türban konusunu ‘böyle bir emir var mı?’ sorusunu sorup, cesurca ele almalılar. İctihad kapısındaki kilidi kırmalılar… İslam aleminin, özellikle kadınların buna ihtiyacı var.

Türban Kur’an da nasıl yer alıyor?

Nur suresinde başörtüsüne delil olarak gösterilen ayetin farklı yorumları mevcut. „Hımar“ kelimesinin tam olarak neyi işaret ettiği üzerinde müşterek bir fikir birliği sağlanamadı. Bu ve buna benzer birçok ayet meallerindeki muallaklıkların ortadan kaldırılması için peygamber efendimizin konuştuğu Arapça ile ilgili bilimsel araştırmalar yapılması gerekiyor. „Hımar“ o çağda ne anlama geliyordu? „DRB“ fiilinin açılımı nedir veya „Ziynet“ ten kasıt nedir?  Bunları bilmek gerekiyor. Bunlar bilinemediği için de beşeri yorumlara mahkum kalıyoruz… 

http://birgun.net/haber/imam-hatiplerin-kalitesi-dustu-7209.html

 

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir