"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kurban Tartışmalarına Mütevazı Bir Katkı

Kimi okurlar Agamemnon efsanesi  ile İbrahim kıssasını kıyaslamamdan hoşlanmamışlar ve “İbrahim’in İsmail’i kurban etme hikayesi bir alegoridir!” diye cevap yazmışlar. Oysa aynı okurların Kur’an’da geçmeyen Kabil ile Habil kıssasına inandıklarını biliyorum. İsteyen istediğine istediği gibi inanır elbette ama ortada bir çelişki varsa uyarmak “farkındalığın” gereği. Üstüne üstlük bu hikaye Tevrat’da daha farklı anlatıldığı halde müphem bir “mülkiyet” yorumuyla yeniden biçimlendiriliyor ve sunuluyorsa, “bu yorumda Tevrat’ı da referans almıyorsanız, neyi referans alıyorsunuz?” diye sormak da gerekir.

Geçmiş yazılardan birinde teferruatlıca yazmıştım. Mezkur hikaye Sümer toplumunda Kabil’in lehine sonuçlanır, zira Kabil çiftçidir ve o toplumda toprağa ve tohuma bağlı bir hayat hüküm sürmektedir. Toprağa bağlı bir toplumda anaerki sözkonusudur. Tevrat’da Rab Habil’in lehine alır kararı, zira artık hayvancılık öne geçmiş ve ataerki güçlenmiştir. Kur’an da ise bu hikaye tamamen muğlaktır. Kabil ile Habil’in adı dahi geçmez. İşte bu yüzden kadın antipatizanlığını merkeze alan klasik bir muhafazakar için konu kadındır. İkiz kız kardeşlerden biri yüzünden iki kardeşin birbirine düştüğüne inanır muhafazakar Müslüman. Antikapitalist bir Müslümanın zihninde ise konu çitlerle çevrilen bir bahçe hikayesine dönüşür ve mesele mülkiyet meselesidir.

Şunu sormak istiyorum: sadece Kur’an’ı referans alacaksak Kabil ile Habil’i neden hoşumuza gittiği gibi yorumlayıp ondan istifade etmeye çalışıyoruz?  Almayacaksak kurbanı neden kabul etmiyoruz?

Dilersek kurban bayramını pekala hurafe addedebiliriz  ama “kurban” gerçeğini yok sayabilir miyiz? 1400 yıllık değil, en az 7 bin yıllık bir geçmişe sahip, insanlığın en eski geleneklerinden birini nasıl yok sayacağız?

Sorular çok:

“Kur’an’da kurban, bayram vesaire yok” diyebilsek dahi, “hac da yoktur” diyebilir miyiz? Haccın basamaklarından biri olan kurban ritüelini sadece hacca gidenlere matuf kılarsak bir başka çelişkiye düşmüş olmaz mıyız? Gelin Kur’an’a bakalım:

“SANA ayın evrelerinden soruyorlar. Onlara söyle: ” Onlar insanlar ve hac için zaman ölçüleridir.” (Bakara 189)

“Hac, bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur.” (Bakara 197)

“Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer bunlardan alıkonulursanız gücünüzün yeteceği bir kurban kesin.” (Bakara 196)

Bir de oruçla ilgili ifadelere bakalım:

“Orucu sayılı günlerde tutacaksınız. Her kim hasta veya yolcu ise diğer günlerde tutsun. Takati olmayanlar  bir yoksul doyuracak kadar fidye versin.” (Bakara,184)

“KUR’AN insanlara yol göstermek, böylece doğruyu ve yanlışı apaçık ortaya koymak için Ramazan ayında indirildi. Sizden her kim bu aya erişirse orucunu tutsun.” (Bakara, 185)

Şimdi sayılı ve belli günlere vurgu yapılarak, benzer ifadeler kullanılan bu iki ibadetten Haccı eğer ömürde sadece bir defa yerine getirilmesi gereken bir ibadet olarak yorumlarsak, aynı varsayımdan hareketle oruç için de aynı şeyi savunmak zorunda kalmaz mıyız? Eğer böyle değilse, o halde tıpkı oruç gibi haccın da her yıl tekrarlanması gereken bir ibadet olduğu hükmüne varmak zorunda kalmaz mıyız?

Buraya kopyalayamadığım diğer tüm oruç ve hac ayetlerinden anladığım tek şey var: Hac da tıpkı oruç gibi her yıl belirli günlerde tüm müminlere farz kılınmıştır.

Gel gelelim, eğer oruç bir “nüsuk” ise, hac da bir “nüsuk” değil midir? Şu halde, haccın şartlarından biri olan kurban da bir “nüsuk” değil midir?

Hiç şüphesiz İslam kolaylık dinidir ve her yıl hacca gitmek dünya Müslümanları için imkanların sınırlarını aşan büyük bir külfettir. O halde hacca ait olan ritüelleri oraya gitmeden bulunduğumuz ülkelerde tatbik etmek bir yükümlülük değil midir? Tavaf bir nüsuk olarak Kabe’nin etrafında dönmek ise, onu hayatımızda manen tatbik etmek, yani  Beytullah’ı İslam aleminin merkezi olarak telakki ederek, dünya Müslümanları ile aynı müşterek etrafında buluşmak gibi bir mesuliyetimiz olamaz mı? Bu mesuliyeti bayram vesilesi ile yerine getiriyor olamaz mıyız? Kurban da bu mesuliyetin sembolik bir ifadesi olamaz mı?

“Kurban Bayramı Kur’an’da yok” diyen antikapitalist ve reformist bazı yazarlar hayrete düşürüyorlar.  Esas amacı “üleşim” olan islami bir geleneği Kur’an’da yok diye yok etmeye çalışmak antikapitalist bir aklın savunacağı bir girişim olmamalı.

Bayram Kur’an’da var veya yok, bu tartışma bir antikapitalist ve anti ataerkilmüslüman olarak şahsımı çok da ilgilendirmiyor. Bayramı “hayvan boğazlama”, “kan akıtma”, “cinayet” gibi son derece modernist ve aşağılık kompleksi kokan bir uslupla kötülemek,  doğup büyüdüğüm coğrafyanın kültürüyle barışık bünyelere asla yakışmıyor.  “Kurbansa kurban, bayrama ne gerek var. Kes kurbanını gitsin” diyorsak, o halde “saç kapanacaksa başörtüsüne ne gerek var. Tak peruğu,  git okula” da diyebilmeliyiz. Ne gariptir ki, Kurban bayramını yok ilan edecek cürete sahip ilahiyatçılarımız başörtüsünün Kur’an’daki hükmünü Kur’an’da olduğu gibi yorumlama cesaretine bir türlü kavuşamıyorlar.

Bu konu tartışılmalı ama beni daha ziyade kurban bayramı çerçevesinde işlenen asıl cinayetler: kaçak et kesimleri, kimi belediyelerin veya islami kurum ve kuruluşların düzenlediği sözde modern özde hayvanlara işkence olan kurban organizasyonları, kurbanı kapitalizme araç eden pragmatist muhafazakar din adamları ilgilendiriyor.

Haccı turistik ziyarete çevirenler, kurbanı da tüketim sektörü için bir fırsata dönüştürdüler.

Çocukluğumuza dönelim. Bana içinde büyüdüğü mahalledeki her hanenin kurban kestiğini söyleyebilecek kaç kişi bulabilirsiniz? Yoksul olmasa da kurban alacak gücü olmadığı için kredi kartıyla, borçla, taksitle kurban satın alan ve kesen kaç kişi gösterebilirsiniz mazinizden? Televizyondan, modern(!) bir kurban organizasyonunun tertiplendiği herhangi bir kesim merkezlerinden birinden seslenen ve  “taksitle kurban alınabilir mi?” sorusuna “satıcıyla anlaşılabilirse alınabilir” fetvasını veren din adamı sizce kime hizmet ediyor olabilir? Allah’a değil elbette.

Çocukluğumuzda kurbanı mahallenin zengin sayılmasa da hali vakti yerinde olan sakinleri keserdi. Kurbanlıklar bir hafta önceden satın alınır ve bahçelerde özenle beslenirdi. Onlarla öyle güzel bir bağ kurulurdu ki, bayram günü süslenen kurbanlıklar huşu içinde, ihlasla getirilen tekbirler ve gözyaşlarıyla kesilirdi. Ne boğaz kana bulanırdı ne de denizler, dereler hayvan artıklarıyla kirlenirdi. Çünkü kurbanın her parçası kullanılır, hiçbiri ziyan edilmezdi. Kan ve diğer kısmi atıklar gömülmek sureti ile doğaya gübre olarak hediye edilirdi.

Bugün dört dakikada kurban kesildiğini söyleyerek böbürlenen ve belediyelerin kesim yerlerinde, perdeler arkasında beton yüzeye yıkılarak kemikleri kırılan hayvanlarla toplumu şiddetten, çocukları şiddet görüntülerinden koruduklarını sananlar sadece sokaktaki vatandaşı kandırırlar. Kaçak et kesiyor diye üç beş garibanı cezalandıranların kurban bayramlarında hangi şirketlere kaç bin hayvan kesme imkanı sağladığı da ayrıca sorgulanmalıdır. Eğer bugün istatistikler her beş hayvandan dördünün sadece kurban bayramlarında kesildiğini söylüyorsa bu iş tamamen çığrından çıkmış demektir.

İslam, Kurban bayramlarında Müslümanları artık “ene” leri ile ve yoksullarla değil, kapitalizmle buluşturuyor demektir. Çok yakın bir gelecekte artık kurbanlık hayvanları mağaza raflarında seçip, bedelini kasada kredi kartıyla ödeyip, aynı mağazaya bağlı modern kesimhaneye gönderip, mağaza çıkışında teslim alacağız demektir.  Yüksek ihtimalle yoğun talepten dolayı kurbanımız seçtiğimiz kurban değil de, onun özelliklerine sahip ve çok önceden kesilmiş, hazırlanmış bir hayvan olacaktır ve böylece bu  ibadetimiz de din simsarları tarafından  kapitalist örgütlenmeye kurban edilmiş olacaktır. Sakatat olayına girmiyorum. AB uyum yasalarına göre sakatat tüketemeyeceğimiz için sakatatlarımız da imha edilecek ve kurban bayramı bir israf furyasına dönüştürülecektir.

Kurban bayramı tartışmasını yapalım tabi ama imha ederek değil. İmar ve ıslah ederek. Bu bayram bizim bayramımız ve bize ait olan herşeyi önce kapitalizm canavarından, sonra da ona çanak tutan din tüccarlarından koruyup ıslah ederek, bayramımızı kullanarak bizi canavar gibi lanse eden Avrupa mahreçli asıl canavarlarla mücadele ederek verilmeli bu savaş.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir