"Enter"a basıp içeriğe geçin

Karşı Gazetesi’nden Neden Ayrıldım

Olemp’e yalnız gidilmez.

Kervanla çıkılır yola.

Bin çıkılır, bir varılır

Bir çıkıp bir varılmaz.
Olemp’e yalnız gidilmez 

(Cemil Meriç)

 

Herkesin hayatında en az bir tane Olimpus seyahati vardır. Arkadaşsız çıkılamayan o yolda sohbet konuları değişir, istişareler veya münakaşalar yapılır ama ilkeler değişmez. Yolda istikamet değiştirilmez örneğin… An gelir elinizdeki rota sizi keçi yollarına düşürür. Düşer kalkarsınız, aç ve susuz kalırsınız. Böyle anlarda yol arkadaşınıza uzatırsınız elinizi, omuz verip ayağa kaldırırsınız. İşte bu yüzden yol arkadaşları arasında güven ve samimiyet elzemdir. Olimpus’a yalnız gidilmez, çünkü güvenli değildir, çünkü çetindir, çünkü fedakarlık ister.

 

Karşı Gazetesi de bu yollardan biriydi işte. Bir sabah bilgisayarıma düşen, Eren Erdem imzalı „Emine hanım acilen görüşmemiz lazım“ mesajıyla başlayan bir seyahat. Türkiye’yi ortadan ikiye ayıran kaosların ardından bir köprü olup iki yakayı birbirine bağlayacak yeni bir gazeteyi müjdeliyordu Eren bey. Heyecanlanmıştım. Umutlanmıştım. Çevremden duyduğum bir takım söylentiler, kimi dost ikazları, basında yer alan tuhaf bir haber tereddütlere yol açmıştı ama yıllardır takip ettiğim ve ulusalcı medya ile olan bağlantılarını uzlaştırıcı bir mecranın yoksunluğuna bağladığım Eren Erdem’in samimiyetine güvenim tamdı.Karşı tarafın da bana güveni pürüzsüzdü. Öyle ki, tavsiye edebileceğim başka bir bayan yazar tanıyıp tanımadığım bile sorulmuştu. Twitter’den tanıyıp dost bildiğim Hicran Vuslat Şenel kardeşimi tavsiye ettim. Kadrodaki bütün isimleri tanımıyordum ama endişelerimi ilettiğim zaman aldığım teminat rahatlatmıştı. Üstelik bugüne kadar tartışmalı sayılabilecek yazılı veya görsel hiçbir medya organında adına rastlanılmamış bir isim vardı: İhsan Eliaçık…

 

Eren beyle telefonda haftada iki defa yazmak üzere anlaştık. İlk fırsatta Türkiye’ye davet edeceklerini söylemişlerdi ama olmadı. Aldırmadım. Telif ücreti hiç sohbet konusu olmadı. Sormadım, ilgilenmedim. Öyle idealist duygularla başlamıştım ki, bugüne kadar kalem oynattığım her neşriyatta olduğu gibi, Karşı Gazetesi’nde de maddi bir beklenti içinde olmamam gerektiğini  düşünüyordum. Kaldı ki, iktidarı rahatsız edecek bir mecmua olacağı için, bu gazetenin uzun bir süre finansal sıkıntılar çekeceği mutlak bir gerçekti. Hemen hergün bir yazarla veya gazetenin mutfağını oluşturacak kadroyla yapılan yazılı sözleşme haberleri düşüyordu önümde. „An itibari ile benim durumum ne, bu ekibin neresindeyim?“ sorusunu aklımın ucundan geçirmemeye çalışıyor, bir tomurcuğun filizlenmesine şahit olmanın keyfini çıkarıyordum.

 

Ve umudumuz kozasını yırttı. Açılışlarını manşetten bir dinleme haberi ile yapmaları büyük hayalkırıklığı yaratmıştı.Dinlemelerin mahremiyete tecavüz olduğunu, etik olmadığını her fırsatta dile getirerek muhalefet ahlakından dem vuran ve cemaati eleştiren biz değil miydik? Deniz Baykal’la ilgili kumpası eleştirdiğim yazı geldi aklıma ve derin bir çaresizlik hissettim. Diğer taraftan, ülke gündeminde yoğun tape furyasından başka haber de yoktu. Hergün üçer beşer servis edilen ve toplumu kasıp kavuran dinleme haberlerine kör sağır kalınmasını talep etmek de halkın haber alma özgürlüğünü kısıtlama maksadı taşımaz mıydı? Peki ya, dinlemelerin içeriğini aktarmakla, dinleme haberi yapmak aynı şey miydi? Üstelik gazetenin Almanya’da dağıtımı yoktu, dolayısı ile tam anlamıyla takip de edemiyordum. Yazılarımı haftada bire indirerek gidişatı takip etme ve  ilk Türkiye ziyaretimde gazete yönetimi ile karşılıklı görüşme kararı aldım.

 

Karşılıklı görüşme… Gözler ve mimikler kelimelere sığdırılamayan mesajları yüklenirler. Sır perdeleri aralanır, etekde kalan kırıntılar paylaşılır, kilitli kapılar usulünce aralanır. Bir demli çayı tatlı bir sohbete katık edebildiğiniz zaman arkadaşınız dost olur, dostunuz kardeş. Belki de o çay içilemediği, o gözlerin içine bakılamadığı için şüpheler izale edilemiyor, köşemin adı ile müsemma „Araf“taki duruşuma uygun, bağımsız bir dil kullanmam, örneğin seçimde oy kullanmamayı savunarak katı bir iktidar düşmanlığına soyunmamam bazı arkadaşları rahatsız ediyordu. Dolaylı yollarla tarafıma iletilen „kulağına gitmesin ama her yazısından sonra gazete tiraj kaybediyor“ gibi asılsız iddialarla hizaya çekilmeye çalışılmam da üzüyordu ama bütün bunların zamanla rayına oturacağına inanmak istiyordum. İstiyordum çünkü Karşı Gazetesi’nde güzel şeyler de yaşanıyordu. Korkunç bir dinleme haberi Twitter’e düştüğünde whatsapp’daki grubumuzdan „yayınlayalım mı yayınlamayalım mı arkadaşlar?“ diye soracak kadar demokrasiye gönül vermiş bir yönetim ahlakı vardı Karşı Gazetesi‘nde. Karakter sayısını aştığım için kafasına göre kesip biçmek yerine, hiç yüksünmeden defalarca beni Almanya’dan arayan, „hangi paragrafınızı, hangi cümlenizi keselim?“ diye soran emek dostu bir koordinatör vardı. Hastalıktan dolayı yetiştiremeyip iki paragrafla bitirdiğim yazımı dahi tereddütsüz yayınlayan hoşgörülü, yüce gönüllü bir ekip vardı.

 

Bütün bu güzelliklerden dolayıdır ki, bir ikindi vakti Twitter hesabından  „Emine hanım bu reklam sizin gibi samimi yazarların emeklerine ihanettir“ mesajı eşliğinde iletilen Ağaoğlu’nun tam sayfa reklam fotoğrafı içimde vicdani bir infiala yol açtı. Anında ipleri koparıp gitmek doğru değildi. Önce „yanlış yapıyorsunuz!“ uyarısını yapmak lazımdı. Twitter’den mezkur mesajı ileterek bir açıklama bekledim. Açıklama gelmeyince Whatsapp’deki iletişim grubuna kısa bir not düştüm ama makul bir açıklama yerine savunmalar, ardından da ard arda istifalar geldi. Umut korunması gereken bir duygudur. O gün için gazetenin matbaaya gitmiş olabileceğini, yönetimin ertesi gün akşama kadar fikrini değiştirebileceğini umut etmeye devam ederek bekledim. Ne yazık ki olmadı…

 

Yol arkadaşlığı biter ama yol bitmez. Aynı yola farklı istikametlerden yürümeyi tercih edenlere saygının da tükenmemesi gerekir. Biz asfaltlı duble yollar yerine keçi yollarını tercih edenlerdeniz. Adı insan veya doğa katliamlarına karışmış adamların sundukları konfor, doğa ve özgürlük sevdası ile tarihe geçen gezi ruhunu diri tutmaya çalışanların aklını çelemezdi, çelmemeliydi. Çeldiği an yolların ayrılması doğaldır.Doğal olmayan; doğaya, özgürlüklere, ülke içindeki barışa, birlik ve beraberliğe kasdedenleri eleştirmek maksadı ile yola çıkan ve daha güzel bir dünyanın mümkün olduğuna inananların, yol arkadaşlarından gelen eleştirilere gösterdikleri tahammülsüzlüktür. Cevapsız bırakmak, muhatap almamak, yok saymak, mütekebbirleşmek, Sosyal platformlarda engelleyecek kadar çileden çıkmak tek kelime ile “ayıp”tır. Beni Karşı Gazete’nin reklam konusundaki duruşundan ziyade, gazetesine katkıda bulunmuş insanlarla fikir ayrılığına düştüğü an sarıldığı faydacı mantık ve agresif tutum üzmüştür.

 

Ez cümle: Karşı Gazete’den ayrılmamın Ağaoğlu reklamı dışında başka bir nedeni yoktur. İlk taşı atarak fitne çıkardığımı düşünerek öfkelenen ve tarafımla bütün irtibatlarını koparanlar hakkında dahi umudumu muhafaza etmeye çalıştığımın bilinmesini isterim, zira ne demiştik: umut muhafaza edilmesi gereken birşeydir. Şahsıma ait az sayıdaki muhafazakar reflekslerden biri de budur…

 

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir