Mübarek regaip kandilinde uğurladık pop kralını ve tuhaf bir paradoks içindeyiz? Kutsal gecelerde ruhunu teslim eden her bünyenin Rabbul Aleminin rahmetiyle donatılacağına iman edenler, Jackson’ın müslüman olduğuna dair iddiaların sürüklediği şüpheyle, ruhuna bir Fatiha okuyup okumama arasında gidip geliyorlar.
Jacko bir sürü soruyu, boyalı dudakları ve iki adet delikten mürekkep burnuyla birlikte peşine takıp gitti. Müslüman mıydı yoksa pedofil miydi? Sanki birine cevap alsak diğerini de cevaplamış olacağız. Müslümansa eğer pedofil olamaz, değil mi?… Pedofillerin arasında hiç müslüman yok zahir…
Hadi canım…
Biz ne müslümanlar gördük desem kızacaksınız.“ Biz ne pedofiller gördük“ desem?..
Çok kötü bir espri diyenler olabilir. Espri yapamayacak kadar üzüldüm Jacko’nun vefatına. Ciddiyim, şüpheliyim ve üzgünüm. Bir sayfa daha kapandı süt beyazı zenci kralın vefatıyla. Biraz daha yaşlandık. Biraz daha uzaklaştık çocukluğumuzdan.
Walkmenli çocukluğumuzun Moonvvalker’li devi… Sadece popun değil, ergenlik dönemi seksenli yıllara tekabül edenlerin de kralıydı Jackson. İsyankar ruhumuza tercümanlık etmiş; standart kabullerin toplumsal dayatmaların birer sonucu olduklarını benimsetmiş, çocuklar kadar zombilerin de estetizme malzeme olabileceklerini öğretmişti. Farklılığın, aykırılığın, meydan okumanın posterini asardık odamızın duvarına; Jacko’nun kısa pantolonlu, beyaz çoraplı, fötr şapkalı effektlerini raptiyelerken.
Bir fenomendi Jackson, genç beyinlerin doğru tahlil etmekte zorlandığı lakin rüzgarına kapılmaktan kendisini alamadığı ulu bir zirveydi. „Thriller“, „Billie Jean“ mahiyetini açıkça bilemediğimiz günahkar bir sevinç telkin ederdi neslimize . Tekrar tekrar dinlemekten bıkmaz, büyüklerimizin çatılan kaşlarına aldırmaz ve kliplerini nefeslerimizi tutarak izlerdik.
Fizik kurallarına nanik yapan, yerçekimine bile „sen beni çekemezsin“ diyen bu rengi kaçık siyahinin şarkılarıyla, klipleriyle, yaptığı tercihlerle vermek istediği belkide tek mesaj „değişmek ve değiştirmekten korkma“ mottosuydu. Kırmızı dudaklarından üfürdüğü şuh öpücüklere aldananları malum organının hala yerinde olduğunu vurgulayarak düş kırıklığına uğratır, dişilik ve erkeklik arasında bir üçüncü cinsel kimliği dayatırdı zihinlere .
Michael Jackson için doğaya isyan bir yaşam tarzıydı. Bütün olarak „isyan”ı tersim ettiği kliplerde kullandığı tual; siyah ve beyazın, dişiliğin ve erkekliğin, güzelin ve çirkinin, şiddetin ve şefkatin, haksızlığın ve adaletin, hayalin ve gerçeğin yanyana, göbek göbeğe, ard arda, üst üste bindirildiği bir meydandı. Bu öyle bir peyzajdı ki, hangi cihetten bakılsa ayrı tenakuzlarla insanı ufalar, doğasını bozardı.
Nitekim, doğaya kaldırılan bu şeytani baş, ilahi kudret tarafından cevapsız bırakılmadı ve yakalandığı hastalığın izlerini süpürmek için çamaşır suyuna yatırdığı teni gün geçtikçe daha çok ağardı. Tahrifata daha fazla tahammül edemeyen burnu da Jacko’ya veda etmekte gecikmedi. Thriller’de zincirlerini şakırdatarak mezarlarından doğrulan iskeletleri tek el hareketiyle hizaya sokan kral, artık onları andıran yüzünü siyah kumaşlar altında gizleyerek objektiflerden kaçıyordu. İçimiz burkularak izliyorduk bu yürüyen kadavranın en ürkütücü şovunu.
Ve „Jacko öldü” dediler bir gece… Jacko öleli çok olmuştu aslında… Yine de üzüldüm. Jackson öldüğü için değil, ölüm onun için kurtuluştu. Bir çocukluk kahramanı daha tamamen eksildiği için hayattan. Her eksilen kahramanla birlikte biraz daha eskidiğimizi bütün hücrelerime kadar hissettiğim için.
Jacko öldü ama o; onun sanatının hastalıklarını, tercümanı olduğu medeniyetin hastalıkları olarak teşhis edenlerin beyinlerinde ve yüreklerinde yaşamaya devam edecek.
Bye bye Jacko… Bye bye çocukluğum, gençliğim, sabıkalı sevdam, gizli günahım, zombi kılıklı kahramanım bye bye…
İlk Yorumu Siz Yapın