"Enter"a basıp içeriğe geçin

Konumuz İnfak (2)

Geçtiğimiz günlerde gazetelerde tuhaf bir haber göze çarpıyordu. „Trabzon belediyesi camileri gül suyuyla yıkıyor“ başlıklı bir haber… Habere göre, mezkur belediye cuma günleri şehirde bulunan bütün camileri gül sularıyla yıkamakla yetinmiyor, bir de kent genelinde bütün sokakları da dezenfektan su ile bilumum mikroplardan arındırıyormuş. Bu obsessiv belediye teşkilatının ulvi gayesi ise Trabzon’u Türkiye’nin en temiz kenti yapmakmış.

Modern çağın anahtar kelimelerinden „hijyen“ doktrini, İslam’ın „temizlik imandandır“ dusturu ile yoğrulur ve „beyaz, daha beyaz, çok daha beyaz, beyazlaşşş!“ şeklinde cereyan eden hipnoz seanslarıyla kalabalıklar uyuşturulur. Böyle bir cemiyette artık bütün deterjanlar leblebi gibi satar.

Modern dünyanın müslüman çocuklarının kulaklarında da guguklu saat gibi hep o kelime tekrarlanıyor artık; hijyen, hijyen, hijyen. Her tarafın mikrop kaynıyor, unutma! Pislik çok zahiri bir kavramdır ve her daim görüntüde aranır. Böyle bir mücadelede dizginleri içindeki temizlikçi kadının eline vermeyenin adı ya „pis“ tir ya da „pinti“.

Ne kadar ak pak görünürsek o kadar imanlı bir insan olacağımıza, en azından öyle görüneceğimize inandırıldık. Rüyalarımıza giren ulu bilgeler de hep AK sakallı değiller miydi? Anamızın sütü gibi, ak‘dı başındaki tülbenti. Oyumuzu verdiğimiz parti dahi bir„AK“ imgesi ile zihnimize yerleşmemiş miydi? Ak, yani beyaz bir rengi vardı temizliğin…

Oysa dünyayı kirleten, üstelik kanla kirleten adamın rengi de beyazdır.
Beyaz adam, kapitalizmin hayat kurtaran birer reçete misali sadrımıza iteklediği temizlik deterjanlarının en acımasızı sayılan „çamaşır suyu“ nu hatırlatır. Beyaz adam da aslında mikropların değil, renklerin düşmanıdır. Bütün renkleri yok eden ve hiç renk vermeyen bir garabetin adıdır çamaşır suyu. Renkli lekeleri söktüğü, beyaza boyadığı için, temizlediği sanılır. Bu yüzden belki de, bir temizlik malzemesi olmasına rağmen çok pis kokar ve kokusu bir yapıştı mı üzerinize, ne kadar yıkansanız kurtulamazsınız. Beyaz adam gibi, bulaştığı her yerde kalıcı izler bırakır. Pis kokan, kokusuyla sadece genizleri değil, yürekleri de sızlatan bir iz.

Kan kokar beyaz adam, kir değil.

Berlin kaldırımları en hijyenik günlerini Hitler zamanında yaşamıştır. Bal dök yala Berlin sokaklarında oluk oluk akıtılan kanları yıkamak için sabunlu su mu kullanıldı yoksa çamaşır suyu mu, bilemiyorum ama temizdi sokaklar, çok temiz… Biz bugün „ne temiz adammış şu Hitler“ diyemiyorsak, buna rağmen camilerimizi gül sularıyla yıkayarak, temizlik olayına güya kutsal bir zerafet kazandırıyorsak, çok kirlenmişiz demektir.
Sadede gelelim…

Camileri gül sularıyla yıkamak kolaydır. Minarelerden aşağı dezenfektan suları boca edebilirsiniz, miski amber kokulu levhalarla bütün duvarlarını süsleyebilirsiniz, halılarını gül sularıyla parlatıp içerdeki o alışık olduğumuz ayak kokularını maziye gömebilirsiniz… Bizim insanımızın kafası çalışmaz ama burnu iyi koku alır, malum… Bütün bunları yaptıktan sonra çok mubarek bir iş yaptığınızı sanabilir ve herkesi de bu yalana inandırmayı başarabilirsiniz.
Peki ya, içindekileri ne yapacaksınız?

Hazır camiyi yıkarken içini dolduran kalabalıkların üzerine de akıtıverseniz o gül sularını? Daha ileri gidip, içirseniz insanlara, yudum yudum?… İçlerini, yani kalplerini, beyinlerini, gönüllerini ve ceplerini dezenfekte etseniz?

Edebilir misiniz sahi?

„Kalp, gönül falan anladık da, cep nerden çıktı?“ diye soracaksınız…

Taharet yürekte başlayıp, cebe doğru kayar ve oradan bütün cemiyete dağılır. İşte bu yüzden “Zekat” in lügat anlamı; temizlenmek, kirden arınmak‘tır. İslam’a göre, Zekat’ını doğru dürüst ödemeyen, malını pislikten (fazlalıklardan) arındırıp helal çizgisine sokmayan insan, günde on defa zemzemle yıkansa yine necistir.

Zekat görünen tozu almaktır ve görevli memurlar tarafından, devlet eliyle cebren toplanır.

„Sadakalar ancak yoksullar, düşkünler, zekât memurları, kalpleri ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolundakiler ve yolu kesilmişler içindir. Allah böyle farz kıldı. Allah bilendir, bilgedir“ (Tevbe suresi 60. Ayet, Yaşayan Kur‘an Türkçe Meal-Tefsir, R. İhsan Eliaçık)

İnfak ise dip köşe temizliği, gül suyu titizliğidir. Mecburi bir vergiyi ödeyerek asgari bir temizliği sağlayan müslüman, infak emrini yerine getirip ara sıra dibine köşesine el atmıyorsa, orasında burasında biriken kirlerden ötürü pis kokmaya devam edecek ve Allah’ın huzuruna yine kabul edilmeyecektir.

Zekat’ı devlet eliyle toplatarak cemiyet bazında asgari bir temizliğin ve eşitliğin hüküm sürmesini sağlayan İslam’ın kitabı, infak emrinin gereğini müslümanların iradelerine tevdi ederek ideal bir toplumsal dayanışmanın teşekkülü için zemin hazırlamıştır. Haddızatında tembelliğe, miskinliğe yol açacak, birtakım açık gözlerin, çalışanların cüzdanlarından nemalanarak geçinip gitmelerini sağlayacak budalalıklara da izin verilmez. „Mülkiyet“ bütün bu tehlikeler göz önünde bulundurularak yasaklanmamış ancak mülk üzerinden elde edilecek kar kontrol altına alınmıştır. Tarla sahibi, sahip olduğu arazinin vergisini , yani zekatını ödeyecek, o tarlayı işleyerek elde ettiği gelirden ise infak edecektir.

Mülk zekat’a tabidir, gelir ise infak’a. İnfak miktarı ise varidatın ihtiyaçtan fazlasına tekabül eder.

İhtiyaç fazlasının istiflenmesi Kur’an‘daki ilahi sesin en çok öfkelendiği hareketlerdendir. İnfak, diğer taraftan ekonominin devamı, iktisadi hayatın canlılığı için alınmış bir tedbirdir.

Bu tedbire kulak asmayan, infak emrini yerini getirmeyen, mal biriktiren, Allah’ın verdiği rızkı harcamayan ama günde beş defa şakır şakır yıkanıp, şıkır şıkır giyinen insanların yaşadığı şehri gül sularıyla yıkayıp, gül yağlarıyla cilalasanız, yine bakterilerden kurtulamazsınız.

Sözün özü sevgili müslüman; infak etmiyor, yani cüzdanını dezenfekte etmiyorsan pissin sen, pis!

Tek Yorum

  1. mehmet baki mehmet baki

    yazıda geçen “Bizim insanımızın kafası çalışmaz ama burnu iyi koku alır, malum…” ve “…ve Allah’ın huzuruna yine kabul edilmeyecektir.” cümlelerini fazlasiyle sert bulmama rağmen hijyen ve zekat üzerinden kurulan irtibat gayet hoşuma gitti. hele hitler zamanında yolların temiz olmasından bahsedişin hedefi tam onikiden vurmuş.

    yazıyı okuduktan sonra aklıma merhum necib fazıl bey’in adnan menderes merhuma tevcih ettiği yaman sual geldi: “madde planında belki 100 senede yapılacak işleri yaptınız. fabrikalar, mektebler, yollar… ama o yollardan hangi ruha bağlı insanın yürüyeceğini düşündünüz mü?” galiba… hayır! galiba değil kesinlikle necib fazıl merhum ile aynı dertten mustaribsin, mustaribiz abla. düşünen kafanın derdi ekseriyatle aynı oluyor zahir.

    diğer taraftan “pislik” ile “necaseti” tefrik etmek lazım ki yazın bu tefriki gayet güzel işaret ediyor. şöyle demek de mümkün: icabı halinde trabzon belediyesinin temizlediği camiin avlusunda yahut yeşilliğinde seccadesiz namaz kılmak mümkün, değil mi?! evet biliyorum, mesele infak ama mefhumlar layık-ı vechi ile bilinse bu cins “şeyler” olur muydu?

    eyvallah!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir