Ayşe kadın fasulyeyi hepimiz biliriz, fasulyeler arasında en itibarlı cinsdir. Niçin bir kadının ismini taşıdığını pek kimse bilmez ama… Belkide fasulye ile kadın arasındaki benzerlikleri farkeden çok zinde bir zekanın eseridir. Her kadın bir fasulyedir, hayatı boyunca dolanacak bir sırık arar. Beyler bana kızacaklar ama, kadın ve fasulye arasındaki bu ortak nokta benim bir yakıştırmam değil, Allah’ın erkeklere yaptığı mesaj yüklü bir şakadır. Allah, „ Frau: eine Falle der Natur“ (Kadın: tabiatın tuzağı) diyen Nietsche’ye fasulye örneği ile cevap vermiştir. Fasulye, sırığına dolanarak ayakta kalmaya çalıştığı için birgün yerlere serilmeye mahkumdur. Kadın da erkeğine… „Hangisi tuzak, anla be Nietzsche!“ demiştir o büyük irade ama küstah bilgenin cevabı hayli erkekçedir; getirin kırbacımı!
Bütün dünya kadınlarının ortak menfaatidir erkekler. İşte bu yüzden ‚dul kadın’, çalışmak zorunda kalmamak için bir erkekle evlenen ve dönüp dolaşıp, bir erkeğe bağımlı kalmamak için çalışmaya karar veren kadındır. Ve yine bu yüzden, erkeği öyle dediği için kendini bir çiçek gibi hisseden kadına, kanadığı için kendini bir yara gibi hisseden kadından daha sık rastlanır. Kadın; kendi acısının farkına varamayacak, kendini tanıyamayacak, kendini anlatamayacak ve aslında ne istediğini soramayacak kadar erkeğinin arzu ve heveslerine ram kılmıştır varlığını. Bu, evrende azınlık muamelesi gören yegane çoğunluğun tek derdi vardır; ne pahasına olursa olsun erkekler tarafından talep edilebilmek.
Norveçli oyun yazarı Henrik İbsen yıllar önce modern kadının çıkmazlarını anlatırken aynı dişil refleksi baz alıyor: eril güce duyulan kronik bağımlılık. İyi kızlar ve kötü kızlar’ın arka planında yatan ‚baba’ ve ‚koca’ profilleri çağdaş dünyada kadının; bedenine geniş, ruhuna dar gelen konumunu belirliyor yazara göre. İyi kızlar da, kötü kızlar da aynı babanın kızları… Babasının sevgisini kazanmak için „yumuşak huylu, ağır başlı, itaatkar“ bir hanımefendi olmak için çabalayan kız kadar, babasına duyduğu hayranlığın bir yansıması olarak onun hareketlerini örnek alan ve; cesur, kudretli, özgür, sert, mert vs. olmaya çalışan „kötü kız“ da, hayatının ilk erkeğinden devşirdiği malzemelerle karakterini yoğuran kadını anlatıyor.
İbsen çok haklı… Önce babasına, evlendikten sonra da kocasına tutunarak hayatta kalmaya çalışan kadın için eril talepler hayati öneme sahiptirler. Dişiliğini konuşturarak bu talepleri karşılamaya çalışan kadın da, erkekçe mücadeleyi yaşam felsefesi yapan kadın da, dış dünyaya hazırlanmamış kadın modellerinin iki ayrı yüzünü tersim ediyor. Mümkün olduğunca dişi görünmeye ve öyle olmaya çalışan kadın, evinin dört duvarının arkasındaki dünyayla savaşamayacak kadar zayıftır, çünkü bu dünya çok maskulin bir dünyadır. Erkeksi görüntüyü ve karakteri kendisine zırh yapan kadın da bu dünyanın taarruzlarına karşı koyamaz. Ataerkil dünya erkeğe benzeyen kadına asla sempati beslemez ve onu; yalnızlığa, ilgisizliğe, sevgisizliğe terkederek ezer. Bu durum çağdaş dünyada o kadar abartılmıştır ki, kadının sadece aklını kullanmaya kalkışması dahi, kendini bıçaklamak eylemine denk düşer. Akıllı kadının milyonlarca düşmanı vardır bu dünyada; milyonlarca aptal erkek… Aklı kendi himayesine aldığını sanan eril ego için, akıllı kadın gulyabanidir: önce şaşırır, sonra merak eder, sonra tırsar ve kaçmak racona ters düştüğü için saldırır. Aptal kadınlara aşık milyonlarca erkeğe mukabil, aptal bir erkeğe aşık bir tane kadın bulunamaması, hangi cinsin aslında çok daha akıllı olduğunun bir göstergesi değil midir oysa?
Ne yazık ki, kadının duygusal estetizmle harmanlanmış pratik zekası onu erkek egemen dünyada başarılı kılmaya yetmez. Modern dünya ataerkildir ve bu liberal, kapitalist ve dahi, acımasız dünyada kadın eğer meta olmaya razı olmuyorsa, yani tüketilemiyorsa, tüketen olarak sisteme dahil edilir. Endüstri kadın bedeni üzerine inşa edilir. Erkeği için tüketen kadının hizmetindedir ekonomi. Örneğin, daha güzel görünmek için harcar kadın, zira bu dünyada erkekler tarafından talep gören ideal kadın, daha güzel görünmeyi başaran kadındır. Cinderella, Pamuk Prenses, uyuyan güzel hikayeleriyle idealize edilen dişilik ve sahte estetizm kadın için bir hayal değildir sadece, daha parlak bir istikbal, daha güvenli bir dünya demektir. Modernliği cebren yaşamak zorunda kalan günümüzün kadını, dünyanın hangi köşesinde yaşıyor olursa olsun tahakkümün bir negatif kopyası olarak durur vitrinde. Bütün dişil kişilikleri konformist olarak tanımlamak maskulinizmin uydurduğu haksız saptamalardan sadece biridir. Kadınların, maruz kadıkları nevrozun psikolojik baskısıyla modern dünyaya baş kaldırmaları ise hiçbir işe yaramaz, çünkü bu savaş kaybedilmiştir.
Modern dünyada kendine bir yer edinmek için çırpınan „muhafazakar kadın“, bu savaşın kaybedildiğini kabul edemeyen biricik kadın tipidir. „Kadın haklarını savunuyorum ama feminist değilim“ cümlesini satır başı yapan muhafazakar kadının en çok kullandığı ikinci cümle de birincisiyle aynı tondadır; „modernim ama modernist değilim“. Kendi kendini kemiren efsane canavarlarına benzeyen bu kadın tipi, düştüğü dilemmalardan uydurduğu tatlı yalanlarla sıyrılmaya çalışır. Misafirini mutfak eldivenleriyle kapıda karşılayan modern ve modernist erkek, modern ve modernist kadın için hiç süphesiz büyük bir lütuftur. Bu erkek sayesinde çelişkilerden ve çekişmelerden bir nebze olsun sıyrılmış bir hayatın tadını çıkarabilir Batılı kadın. Modernizmi kötüleyerek geleneğini yaşamaya çalışan lakin modernlikten de uzaklaşamayan yurdum kadını, inatla erkeğini mutfağa yakıştıramadığı için çılgın dalgalara karşı kürek sallar ve erken yorulur. Üç vardiyeli çalıştığı halde hafta sonu misafir kabul etmeyi geleneğinin bir uzantısı addeden Türk kadını, oturduğu koltukdan kıpırdamayı zulüm sanan erkeğinin „çay nerde kaldı?“ sorusunu „hemen geliyor bey“ diye cevaplayarak hem toplumsal erdemlerini yaşatmaya, hem de Türk erkeğinin favori kadını olmaya çalışır. Manzara çok gariptir gerçekten. Kadınımız, modern dünyadaki tüketim ihtiyacını karşılayabilmek için dışarı çıkmayı başarabilmiştir ama modern dünyada daha rahat bir hayat için kadınının gösterdiği fedakarlığa müsavi bir fedakarlığı göze alamamıştır erkeklerimiz. Son tahlilde, yaşadığımız hayatla savunduğumuz zihniyet arasındaki bu mundar savaşın savunmasız kurbanları olarak, çelişkilerimizden kurtulmak için önümüzde iki seçenek var; ya bir mağaraya sığınacağız ve modern dünyadan uzaklaşacağız ya da modernizmle didişmekten vazgeçeceğiz ve erkeklerimizi kollarından, direnirlerse kulaklarından tutarak mutfağa getirmeyi becereceğiz. Velev ki, bu yeni modern, modernist ve muhafazakar kadın modelini talep etmesinler…
Etmeyiversinler…
(Timeturk.com sitesinde yayınlanmıştır)
İlk Yorumu Siz Yapın